Arama

Geleneksel Türk sanatı 'murassa' İstanbul'da yaşatılıyor

"Murassa" ustası Arslanyan, "Mahrec Sanat Atölyemde öğrencilere kuyumculuk sanatıyla ilgili her şeyi öğretiyorum. Şimdiye kadar 500'e yakın öğrenciye kuyumculuk sanatı sertifikası verdik." dedi.

Geleneksel Türk sanatı ’murassa’ İstanbul’da yaşatılıyor
Yayınlanma Tarihi: 11.10.2019 12:42:05 Güncelleme Tarihi: 11.10.2019 12:41

Osmanlı saraylarını süsleyen geleneksel Türk sanatlarından "murassa" ustası Hraç Arslanyan, bu sanatın genç nesillere aktarılması için atölyesinde eğitimler verdiğini belirterek, "Kuyumculuk eğitimleri verdiğim atölyeme Balkan, Avrupa ve Orta Asya ülkelerinden, Fas, Tunus, Cezayir, İran ve Brezilya'dan gelen öğrencilerimiz oluyor. Şimdiye kadar 500'e yakın öğrenciye kuyumculuk sanatı sertifikası verdik." dedi.

Kapalıçarşı'daki Zincirli Han'da amcası ve ustası Hagop Arslanyan'ın yanında 10 yaşında kuyumculuk sanatıyla tanışan Hraç Arslanyan, Viyana, Köln, Amsterdam, Brüksel ve Paris gibi birçok Avrupa şehrinde sanatsal çalışmalar yaptı. Türkiye'de kendi çizgisini oluşturan Arslanyan, Türkiye'deki murassa ustalarının son temsilcisi konumunda bulunuyor.

Cağaloğlu'ndaki atölyesinde doğu ile batı kültürlerini harmanlayıp özgün tarzda tasarımlar yapan Arslanyan, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

Murassanın Osmanlı saray sanatları içerisinde önemli bir yere sahip olduğunu belirten Arslanyan, murassanın, kuyumcu bölümü içerisinde ileri ustalığı olan Zergeran bölüğü tarafından üstlenildiğini ve bu bölüğün kuyumculuğun çeşitli dallarında ustalaşmış sanatkarlardan oluştuğunu anlattı. Ürünlerinin her birinin el emeği ile ince ince yapıldığına dikkati çeken Arslanyan, şunları anlattı:

"Kuyumculuk sanatında babadan oğla değil de amcadan oğla geçen bir nesiliz. Büyük amcamız 1920'lerde Tokat'tan İstanbul'a göçmüş ve kuyumculuk ustalığına başlamış. Akabinde 1940'larda rahmetli ustam amcam Hagop Arslanyan da İstanbul'a Tokat'tan göç ederek kuyumculuk sanatıyla tanışmış. Ben Arslanyan soyadıyla 3. nesilim. Geçmişte İstanbul çok farklıydı ve zengin değil, esnaf aileleriydik. O zamanlar Erenköy yazlıktı ve oraya yazlığa gidiyorduk. Bisikletimi kırdım ve haylaz çocuk ilan edildim. Adam olmam için ilkokul 3. sınıfta rahmetli amcam ustamın yanına konuldum. Erenköy'den tek başıma trene Haydarpaşa'ya, Haydarpaşa'dan vapurla Eminönü ve Eminönü'nden Zincirli Han'a yürüyordum. Akşamları da aynı yolu geri dönüyordum. Liseyi bitirene kadar sömestr ve yaz tatillerinde amcamın yanında kuyumculuk sanatını öğrenmeye devam ettim. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini kazandım ve 6 ay gittim ama gönlümü kaptırmıştım bu sanata. Kuyumculuk sanatına devam ettim. 1985 yılında askerliğimi bitirdikten sonra yaklaşık 1 yıla kadar Avrupa'nın çeşitli ülke ve şehirlerinde kaldım. Buradaki sanatımızla ilgili disiplinleri öğrendim, onları bilgilendirme ve hünerlerime katıp çok farklı çizgi oluşturdum. Murassaya böyle başladım."

"Murassa içinde mücevher sanatının birçok dalını barındırıyor"

Murassayı "kıymetli bir objeyi yine kıymetli maden ve taşlarla süsleme sanatı" şeklinde tanımlayan Arslanyan, kuyumcu bölüklerinin yaptığı murassa örneklerinden taht, kama, kılıç, matara, beşiklerin Topkapı Sarayı'nda örneklerinin bulunduğunu söyledi.

Arslanyan, "Murassa içinde mücevher sanatının birçok dalını barındırıyor. Bunların hepsini geçmişte 100-150 kişilik bölük yapıyordu. Maalesef öyle bir bölük kalmadı. Murassanın son temsilcisiyim. Japonya, İngiltere, ABD, Almanya'nın aralarında bulunduğu ülkede murassa sanatıyla ilgili 7 sergi açtım. 2004 yılında da Japonya'da bir Türk Haftası olacaktı, oranın önde gelen kuyumcuları beni bir dostumun vasıtasıyla buldu. İstanbul'u anlatan altından birer kilo ağırlığında iki şamdan yapmamı söylediler. 1 ay 15 günde gece gündüz çalışarak bu eserleri yaptım. Japonya'da murassa sanatıyla yaptığım şamdanlar çok büyük ilgiyle karşılandı." diye konuştu.

Eserlerinde şifalı taşlar kullandığına da dikkati çeken Arslanyan, "Magma sayesinde oluşmuş taşlar muhakkak bir enerji salıyor. Bu taşlar birer birer yaşamımızın unsuru olur. Örneğin, ametist taşı vardır, negatif enerjileri çeker. Buna paralel pırlanta ve elmas, akit bu coğrafyanın kutsal saydığı taşlardan akit vardır. Yine bu bilgeliğin simgesidir. Vücuttaki negatif enerjiyi alan bir taştır. Yeşil, zebercet, lal, inci Osmanlı'da da çok kullanılır ve pozitif enerji veren taşlardır. Bunları çokça kullanırım." ifadelerini kullandı.

Murassaya bir nevi sevdalandığını dile getiren Arslanyan, murassanın, mücevherden daha engin ve derin bir sanat olduğunu vurguladı. Arslanyan, "Biz sanatkarın ruhu hürdür, düşündükçe ve arzuladıkça durmak bilemez. Murassanın böyle bir özelliği var ki engel tanımıyor. Murassa da istediğinizi yapabiliyorsunuz." dedi.

Murassa sanatına Türk ve yabancı öğrencilerden ilgi

Hraç Arslanyan, İstanbul'un, sanatın, özellikle kuyumculuğun doğduğu, ilk altın paranın basıldığı ve altın rafinerisinin yapıldığı yer olduğunu anlatarak, şöyle devam etti:

"Müzelerde de çok eski takılar ve kuyumcu ürünleri görüyorsunuz. Bunların çok eski mirasçılarıyız. Bunlarla karşılaşan yabancılar çok etkileniyor ve keyifleniyor. Mahrec Sanat Atölyemde de öğrencilere kuyumculuk sanatıyla ilgili her şeyi öğretiyorum. Kuyumculuk eğitimleri verdiğim atölyeme Balkan, Avrupa ve Orta Asya ülkelerinden, Fas, Tunus, Cezayir, İran ve Brezilya'dan gelen öğrencilerimiz oluyor. Öğrencilerime de atölyemde 2007 yılından beri kuyumculuk sanatıyla ilgili eğitim veriyorum. Şimdiye kadar 500'e yakın öğrenciye kuyumculuk sanatı sertifikası verdik. Yılda 60-70 mezun verebiliyoruz. İlk kadın kuyumcularımız da bizden mezun. Murassa sanatının genç nesillere aktarılması için kuyumculuğun özellikle mücevher kısmının birçok dalını burada öğretiyoruz. Murassa kısmını ise bu dalları becerebilen ve toparlayabilen öğrenciler ancak başarabiliyor. Çünkü çok zor. Öğrencilerime şunu söylüyorum; 'Biz bütün teknikleri en layığıyla ve detayıyla öğretiyoruz. Ama sizi bir çizgi üzerinde bırakmak istemiyoruz, siz çizginizi geliştirin, kendinize ufuk açın. Biz sizi destekleyelim yardımcı olalım.' Bütün sırrımız bu. Bir kopya olmasın. Ustanın yanında çalışan bir kalfa kopya olmasın istiyoruz."

Arslanyan, İstanbul'da önceki yıllarda kuyumculuk meslek lisesi açtıklarını hatırlatarak, sözlerini şöyle tamamladı:

"Ağaç yaşken eğilir ve sanatlara da erken yaşta başlamak gerekir. Ben her zaman, 'Çocuklar mutlaka okuyun eğitimli kuyumcu olun.' derim. Sanatçı başta doğadan beslenir. Figürler, şekiller, doğa zaten mucizevi bir yapıya sahip. Özellikle tasarımcı gençlere söylüyorum çok gezmek ve çok okumak. Bütçeniz uygun değilse, Türkiye'yi, İstanbul'u gezin. Muhakkak bir şeyler kazanırsınız. Okumak bir vizyon ve çizgi kazandırır."

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN