Arama

Safranbolu'nun şairleri

Safranbolu’yu sadece özgün mimariye sahip evleri ile tanımlamak doğru olmaz. Köklü bir tarihin yer aldığı bu turizm kokulu kentin gelişmesinde önemli şairlerin de büyük rolü var. İşte tarihi değerinin yanında şairleriyle de ünlü Safranbolu…

Safranbolu’nun şairleri
Yayınlanma Tarihi: 10.5.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 10.05.2018 17:13

Tarihi değerleri, kent kültürü, yaşam tarzı, gelenek ve görenekleri, konak ve evleri, doğal güzellikleri ile Safranbolu, turizm açısından ülkemizin gözde kentlerinden birisi.

Safranbolu, Karabük ilinin turistik bir ilçesi. Konumu Ankara'nın 231 km kuzeyinde ve Karadeniz'in 90 km güneyinde. Karabük ilçe merkezinin de 8 km kuzeyinde bulunur. Safranbolu şehir merkezi ve Karabük il merkezi birbirine yakındır. Safranbolu'nun bilinen geçmişi ise M.Ö 3000 yıllarına kadar gider. Tarih boyunca çeşitli uygarlıklar arasında el değiştirdiği gibi Türklerle Bizanslılar arasında ve hatta Türk beylikleri ile Osmanlılar arasında da el değiştirmiştir. Safranbolu'nun Osmanlılar tarafından ilk olarak alınışı ise 1354 yılında Osmanlı Sultanı Osman Bey'in oğlu Şehzade Gazi Süleyman Paşa tarafından gerçekleştirilmiştir.

KULOĞLU MUSTAFA, 17. YY

Kuloğlu, 17'nci yüzyılın en önemli halk ozanlarından biridir ve doğum yeri Safranbolu'dur. lV. Murat'ın ölümü üzerine yazdığı mersiye çok ünlüdür. Kuloğlu'nun şiirlerinden çıkarılabildiğine göre, öncelikle asker-ozanlardan olduğu, hem kara askerliği, hem deniz askerliği yaptığı anlaşılıyor. Cezayir'deki savaşlara katıldığı gibi lV. Murat'ın ünlü Bağdad Seferi'ne katıldığı şiirleriyle ortaya çıkıyor.

Kuloğlu'nun asıl adı üzerinde iki görüş var: Bir görüş asıl adının "Süleyman" diğerininse Mustafa olduğu. Konuyla ilgili olarak, merhum Fuat Köprülü ile Sadettin Nüzhet, Kuloğlu'nun Safranbolu'lu olduğu, asıl adının Süleyman Ağa olduğunu belirtmişlerdir. Bu araştırmacılara göre Safranbolulu olan Kuloğlu'nun oğlu da dönemin Muhasip Mehmet Paşa adıyla tanınan sayılı devlet adamlarından birisidir.

Evliya Çelebi de Seyahatnamesi'nde devrinin önemli âşıklarından söz ederken Kuloğlu'ndan da bahseder ve asıl adının Mustafa olduğunu belirtir. Cahit Öztelli ise Kuloğlu'nun bir şiirine dayanarak onun yeniçeri kökenli bir halk şairi olduğunu ileri sürer. Bu şiirinde Kuloğlu, Yeniçeri olduğunu ve adının da Mustafa olduğunu belirtir. Bu şiire bakılırsa Cahit Öztelli'nin görüşü doğruluk kazanır.

Ben Kuloğlu Mustafa'yım, mailim güzele ben
Hem münkire hem asiye, meyletmem ağyara ben
Yalın ayak, başıkabak öyle vardım yâre ben
Bir kere geldi de dedi: budalam dağdan gelir.

Şiirlerindeki aşk ve kahramanlık hisleri Osmanlı ordularında veya donanmasında dövüşmüş bir saz şairi olduğunu açıkça gösterir. Bundan başka yine Kuloğlu mahlasını taşıyan ve Rıdvan Nafiz tarafından bulunmuş bir koşma onun Cezayir'de deniz harplerine karışmış olduğunu da anlatır. Evliya Çelebi'nin bir kaydı yine bu asrın meşhur saz şairi Katibi'nin bir manzumesi onun Kayıkçı Kul Mustafa ve Katibi ile muasır ve arkadaş olduklarını ve zamanında büyük şöhret kazandığını gösterir.

Kuloğlu, halk şiiri tekniğini çok iyi bilen, gerçekten güzel eserler veren usta bir aşıktır. Konusu daha çok aşktır. Onda tasavvufa hemen hiç rastlanmaz. Bir asker ve aşk şairi; gerçekten içli ve sanatçı yaratılıştadır. Bu özelliği dolayısıyladır ki, ünü on sekizinci yüzyıl sonuna dek sürmüştür.[1]

SULTAN MURAD`A AĞIT

Sultan Murat eydür şimdi zamane
Bize de kalmadı beyler elveda
Büküldü kametim döndü kemane
Gezüp seyrettiğim dağlar elveda

Ardımca gelen sevgili telekler
Tersine devretti çarh-ı felekler
Yeniçeri, sipahiler, solaklar
Önümce yürüyen kullar elveda

Hep kullarım alayıma dizilsin
Kullarımın esamisi yazılsın
Tabutum düzülsün kabrim kazılsın
Varıp seyrettiğim çöller elveda

Ecelim yetişti yıldızım düştü
Dostlarım ağladı düşmanım güldü
Yapılan kadırgam deryada kaldı
Şu Malta'ya giden yollar elveda

Kuloğlu dostların yüzü ağ olsun
Düşman olanların bağrı dağ olsun
Kardeşim Sultan İbrahim sağolsun
Oturduğumuz taht-u saray elveda

KAYIKÇI KUL MUSTAFA, 17. YY

Halk şiirimizin ünlü saz şairi Kayıkçı Kul Mustafa 17. yüzyılda yaşamış, Cezayir'den Bağdat'a kadar çeşitli beldeleri dolaşmış, savaşmış, savaşlara destanlar, yenilgilere, şehitlere ağıtlar düzmüş bir yeniçeridir. Ölümünün, Abaza Hasan Paşa'nın ayaklanmasını dile getiren destandan, 1659'dan sonra olduğu sanılıyor.

İlk gençlik yıllarında Murad Reis'in levendi olarak Cezayir'de bulunduğu için, kendisine "Kayıkçı" denmiş; II. Osman'ın şehit edilişini (1622), IV. Murat'ın Bağdat kuşatmasını (1630), Halep Valisi Abaza Hasan Paşa'nın isyanını (1658), şiirlerinin, destanlarının konusu yapmıştır.

Kayıkçı Kul Mustafa'nın Genç Osman için yazdığı destanı kısa sürede bütün Anadolu'ya yayılmış, büyük ün kazanmıştır. Bugün bile "Genç Osman Destanı"nın etkisinin tümüyle silindiği söylenemez. Kul Mustafa'nın yeniçeri âşıklarından oluşu, şiirlerinin özellikle askerler arasında, sınır boylarında sevilip tanınmasını kolaylaştırmıştır. Kahramanca söyleyişi, nazım kusurlarını kapatır. Şiirlerinde kimi söylemelerde zorlamalar görülüyorsa da, döneminde halk beğenilerini zorlamayan, yalınlığı, içtenliğiyle geniş etki bırakmış, ozanları da bir ölçüde bu etki altına alabilmiştir.

GİTSİN

Yücesi dumanlı boralı dağlar
İncitmen sunamı bel verin gitsin
Eyyamı şitada bahar erişsin
Eline bir deste gül verin gitsin

Uğratman sunamı kışa borana
Kader kısmet durulmadı çare ne
Eşinden ayrılıp giden ceylana
Düzelin a dağlar yol verin gitsin

Mustafa'm der cemaline doyulmaz
Seni görmeyince takatim gelmez
Dostum gurbet elde yolun bulunmaz
Bir takım kılavuz kul verin gitsin

NEM KALDI

Seni terk eylesem kaşları keman
Vefası olmayan yarda ne kaldı
Cefalım yok mudur göğsünde iman
Divane eyledin arda nem kaldı
Ayrılasın bencileyin eşinden
Bir dem sevda gitmez olsun başından
Bu ayrılık kıldı beni işimden
Arayıp gezerim karda nem kaldı
Akar gözyaşlarım bir dem silinmez
Kapında kul oldum adım bilinmez
Ko serim sağolsun yar mı bulunmaz
Kadrimi bilmeyen varda nem kaldı

Kul Mustafa der ki severim candan
Gözlerim doludur kan ile nemden
Sevdiceğim farık olduysa benden
Çıkayım gideyim şurda nem kaldı

MUSTAFA SADIK VİCDANİ

Sadık Vicdani 9 Kasım 1866'da Safranbolu'da doğdu. Ziraat Bankası Kastamonu Şubesi İdare Meclisi kâtibi Kayıkçızâde Mustafa Sâdık Efendi'nin oğludur. Kastamonu Rüşdiyesi'nde iki yıl okudu. Sülüs ve nesih hatlarından icâzet aldı. Kādiriyye tarikatına mensup bir aile çevresinde yetişmesine rağmen Nakşî-Hâlidî şeyhi Ahmed Mâhir Efendi'ye intisap etti. Kastamonu Vilâyeti İstînaf Mahkemesi'nde başkâtip olan babasının yanında kalem mülâzımı olarak çalışmaya başladı.

Kastamonu Vilâyeti Mektupçuluk Kalemi'nde müsevvidliğe geçerek hayatı boyunca sürdürdüğü mektupçuluk görevine başladı. 1893'te seyrü sülûkünü tamamlayarak Ahmed Mâhir Efendi'den Nakşî-Hâlidî icâzetnâmesi aldı. Mektupçuluk görevinin yanında 1894'te Kastamonu vilâyet gazetesinin başmuharrirliğine getirildi. 1312 (1894) tarihli Kastamonu Salnâmesi'ni hazırladı.

Kastamonu'daki vilâyet mektupçuluğu ve vilâyet gazetesindeki görevi, Rumeli-Manastır vilâyetindeki Görice sancağı tahrirat müdürlüğüne tayiniyle 3 Mart 1897'de sona erdi.

Temmuz 1919'da Hudâvendigâr (Bursa) vilâyet mektupçuluğuna tayin edildi. Bursa'da vali vekilliği yaptı. Bursa işgal edilince görevinden ayrılarak İstanbul'a döndü. 7 Mart 1925'te yeni bir vazifeye tayinini istemesi üzerine Aydın'da Tasfiye Komisyonu üyeliğine gönderildi, bu görevden emekli oldu. 1934'te soyadı kanunu çıktıktan sonra aile lakapları olan Kayıkçıoğlu soyadını aldı. 22 Ekim 1939'da İstanbul'da vefat etti ve Merkezefendi Kabristanı'na defnedildi.

Oğlu Mehmet Rıdvan'ın iki yaşında iken ölümünden büyük üzüntü duyan Sâdık Vicdânî, ilk eserlerinde Kastamonulu Sâdık Vicdânî, bu tarihten sonra Ebû Rıdvan Mustafa Sâdık Vicdânî adını kullanmıştır. Sâdık Vicdânî'nin bürokrasideki faaliyetlerinin yanında memleketi Kastamonu'da vilâyet gazetesinde başlayan verimli bir yazı hayatı vardır. Mektupçuluk vazifesi gereği tayin edildiği illerdeki vilâyet gazetelerinde dinî, ahlâkî ve içtimaî konularda makaleler ve şiirler yazmış, eserlerini görev yaptığı vilâyetlerin matbaalarında bastırmıştır. Cerîde-i Sûfiyye mecmuasında şiir ve makaleleri yayımlanmıştır.[2]

Eserleri: Vicdaniye (Gönülden Sesler), Berk-i Kaza, Hazreti Muhammed Niçin Evlendi, Tomarı Turu-ı Aliye'dir.

ÂŞIK MEHMET PEKMEZ

1887 yılında Yazıköy'de doğdu. hazırcevaplılığı ve nükteciliği ile ün yapmıştır. Söylediği şiir ve hicivler kulaktan kulağa bugüne kadar gelmiştir.

Bir oğlum var mektep numarası elli altı
Ne gadara uğraşsa gülmez bahtı
Bir hastalığa yakalandı galmadı vaktı
Buna ne yapsın bizim baba pekmez

Bir bozlak ustası olan ve yanık sesiyle çok da güzel okuyan Âşık Pekmez'den bir bozlak:

Yalandır da dünyanın ötesi yalan
Felektir nazlı yari elimden alan
Dünya malını verseler istemem galan
Ben ölüp de yar ellere galdıktan geri.


[1] Cahit Öztelli, Üç Kahraman Şair: Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu
[2] SÂDIK VİCDÂNÎ - Semih Ceyhan, cilt: 35; sayfa: 402

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN