Arama

Osmanlı'nın kültürel hayatının parçası: Saray bahçeleri

Medeniyetimizde bahçe kavramı sosyal ve kültürel faaliyetlerin de gerçekleştiği bir buluşma mekânı olarak adlandırılırdı. Öyle ki Osmanlı dönemindeki saray bahçeleri şairlerin şiir meclislerine kadar girdi ve kültür tarihimiz en güzel saray bahçeleri karşılığını bu dönemde aldı.

Osmanlı’nın kültürel hayatının parçası: Saray bahçeleri
Yayınlanma Tarihi: 11.4.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 11.04.2018 19:00

Bahçe kelimesinin aslı Farsça olup "küçük bağ" anlamına gelmektedir. Genel olarak ise; çiçek, süs bitkileri, meyve, sebze ve şifalı otların yetiştirildiği, bunun yanı s ıra doğanın güzelliğinin, yeşilliğinin, dinlendiriciliğin insan eli ile denetim altına alındığı toprak parçası olarak da ifade edilir.

Osmanlı toplumunda şehir mekânlarıyla kültürel hayat iç içe yaşanırdı. 18'inci yüzyıldan önce inşa edilen Türk saray bahçeleri daha sonraki dönemde inşa edilenlere göre çok daha sade ve alçakgönüllü yapıdaydı. Bu bahçeler yapılırken doğanın güzelliği yakalamak, iklimsel ve manzara etkilerine uyum sağlamak esas amaç olarak belirlenirdi. Bu nedenle bahçeler, geometrik formda iç ve dış avlular olarak tasarlanırdı.

Bu dönemde bahçecilik sanatının en güzel örnekleri, başta İstanbul'daki hasbahçe olmak üzere, Boğaziçi ve Haliç'teki bahçelerle genellikle şehzadelerin valilik yaptığı şehirlerde bulunan devlete ait bahçelerde gözlemlenir. Bunlardan padişahlara ait olanlar hasbahçe olarak adlandırılırken, diğerleri ise kurucularının adıyla anılmaktadır. Bahçe kuran padişahların başında II. Mehmed, Sultan Süleyman, IV. Murad ve III. Ahmed gelir.

MISIRDA KUDRET VE GÜCÜ SİMGELEYEN BAHÇELER

Saray bahçelerinin geçmişine baktığımızda, ilk bilinçli bahçe düzenlemeleri olarak, M.Ö. III. yüzyıldaki Mısır Firavunlarının kudret ve gücünü simgeleyen formel düzene sahip tapınak ve saray bahçelerini gösterebiliriz. VI. Yüzyılın ortalarında Büyük Göktürk İmparatorluğu hâkimiyetinde ortaya çıkan Uygurlar, göller ve akarsular çevresinde bahçeleri ile ünlü Uygur Devletini kurmuşlardır. Türk saraylarının Anadolu dışındaki örnekleri arasında en ilgi çekici olanlarından birisi XI. Yüzyıldan günümüze kadar kalmış Gazneli sarayı olan Lesker-i Bazar ve bir diğeri de Gazne'deki III. Sultan Mesud Sarayıdır. Bu yapılar, 4 eyvanlı avlu planı esasına göre; merkez avluya açılan eyvanlar şeklinde planlanmışlardı ve kentin, cami, pazar ve meydan gibi temel mekânsal birimlerini çevresine toplamışlardı (Seçkin,1998).

SARAYLARDA İSLAM MİMARİSİ

Türklerin Anadolu'ya yerleşmeleri sürecinde saraylarda İslam mimarisi etkileri görülmeye başlandı. Merv'deki Selçuk Sarayı; Leşker-i Bazar ve Sultan Mesud Sarayı kadar dikkat çekicidir. Buna ek olarak, Beyşehir yakınlarındaki Kubadabad Sarayı, Kayseri yakınındaki Keykubâdiye Sarayı Anadolu'da en çok bilinen Osmanlı öncesi saraylardır.

Bu Selçuklu saraylarında çini ve diğer süslemelerde kullanılan çiçek, yaprak ve ağaç motifleri doğaya ve bahçeye verilen önemi gösteriyordu. Bursa, Edirne ve Manisa'daki saraylar ve İstanbul'daki saraylar (Eski Saray, Topkapı ve Sâdâbâd Sarayları, vd.) detaylı incelendiğinde 18. yüzyılın sonuna kadar Osmanlıların doğa ile uyumlu ve fonksiyonel bahçelere sahip saraylar inşa ettikleri görülür.

TÜRK- OSMANLI BAHÇE SANATI

Türk bahçelerindeki tabiata uygunluk en temel kriterlerin başında geliyordu. Çağdaş Batı bahçelerinde algılama birkaç ana aks ile sağlanırken Türk bahçelerinde akslar ya çok sayıdaydı ya da yoktu. Göçebe yaşantının kalıntısı olarak da Türkler, yer seçiminde öncelikle arazinin genel konumuna, eğimine ve manzarasına dikkat ediyordu. Türk bahçelerinde yer döşemesi olarak, bahçe zemini ya doğal kaplamasıyla ya da düzgün toprak olarak bırakılmıştır. Algı zenginliğinin yaratılması amacıyla yapılan geniş çimen ya da sert kaplamalı alanlar yoktur. Konuta yakın bölüm ile havuz, çeşme başı gibi belirgin yerler taş, mozaik vb. ile kaplanmıştır.

Bitki türleri ve kullanımı olarak; Türk bahçe düzenlemesinde çiçekler özel bir yere sahiptir. Türk bahçelerinde, renk kompozisyonu ve desenler oluşturmak yerine kokusu ve göze hoş görünüşü için kullanılan çiçeklerde renk ve tür karmaşıklığı görülmez. Sefa bahçesi kavramını kullanışlıkla birleştiren Türk bahçelerinde meyve ağaçları başta olmak üzere çeşitli ağaçlara yer verilmiştir. Bahçe ve bostan işlerinden "Bostancı Ocağı" denilen büyük bir teşkilat sorumluydu. Türk bahçelerinde ağaç türleri olarak genelde çınar, dişbudak, ıhlamur, karaağaç, çitlenbik, meşe, defne, erguvan, ahlat ağaçlarının kullanılmıştır.

DİNLENME MEKÂNI OLARAK TERSANE BAHÇESİ

Osmanlı Devleti'nde daha çok Boğaziçi, Haliç, Edirne, Bursa, İzmit, Amasya ve Manisa'da bulunan hasbahçeler padişahların eğlenme, dinlenme, avlanma, hava değişikliği yaşamaları için kurulmuştu. Bunlardan biri olan ve sonraları Aynalıkavak Bahçesi olarak anılan Tersane Bahçesi II. Mehmed'in imzasını taşır. Osmanlı dönemi Türk bahçeciliğinin karakteristik özelliklerini yansıtan bahçelerden biri olan Tersane Hasbahçesi, kurulduğu tarihten 19'uncu yüzyılın başına kadar yaklaşık üç buçuk asırda padişahlar tarafından en çok kullanılan bahçe unvanını alır.

Tersanenin Haliç'e taşınmasıyla önem kazanan bahçenin gelişiminde I. Selim, I. Süleyman, I. Ahmed, III. Ahmed ve III. Selim'in de katkıları vardır. Üzerinde saray ve ona bağlı birçok yapının bulunduğu bahçe üç buçuk asra yakın düğünler, törenler, eğlenceler, müsabakalar, tersanedeki işleri kontrol etmek, devlet meselelerini müzakere etmek gibi çeşitli amaçlar için kullanıldı.

İstanbul'da Haliç'te kıyı ile Okmeydanı arasında bulunan Tersane Bahçesinin mazisi İstanbul'un fatihi II. Mehmed dönemine kadar uzanır. Haliç'ten Okmeydanı'na doğru uzanan bu koruyu seven Sultan Mehmed, burada kurduğu otağına sık sık gelir, oradan da Okmeydanı'na çıkıp ok atışı yapardı. Bahçenin Fatih devrinde şenlendirilmeye başlandığı ileri süren Evliya Çelebi, kendi döneminde bahçe içinde birçok hamam ve kasırlar, birbiri ardınca hücreler, sofalar, havuz ve şadırvanlar olduğunu, on iki bine yakın servi ağacının dikili olduğunu belirtmiştir.

Tersane bahçesi devletin önemli bir kurumu olan Tersane-i Amire civarında yer alması sebebiyle sadece dinlenme ve eğlenme amacıyla uğranılan bir yer değil aynı zamanda tersanedeki işlerin kontrolü, devlet işlerinin istişaresi maksadıyla uğranılan bir yer mesabesindeydi. Osmanlı Devleti'nin deniz gücünün merkezi olan Tersane bitişiğinde bulunmak Tersane Bahçesi gelişimine önemli katkılar sağladı. Bahçeyi beğenen padişahlar burayı imar etmek istedi. I. Ahmed, Kasım 1613'te buraya bir kasır yaptırdı. 1647'de Tersane Bahçesine göç eden Sultan İbrahim ise manzarayı engellediği gerekçesiyle bahçenin deniz tarafındaki harem duvarlarını yıktırdı, engelsiz kalan bu civardan kayıkların geçişini yasakladı. Yine III. Selim de bahçeye verdiği önemi burada yaptığı kasırla göstermiştir.

Osmanlı dönemi Türk bahçeciliğinin karakteristik özelliklerini yansıtan bahçelerden biri olan Tersane Hasbahçesi, içinde bulunan yapıdan dolayı Aynalıkavak Bahçesi olarak da anılmıştır. Haliç kıyısında Hasköy, Kasım Paşa ve Okmeydanı arasında yer alan bahçe içindeki servi ağaçlarının çokluğuyla dikkat çekmekteydi. Fatih Sultan Mehmed döneminde kurulan bahçenin gelişiminde I. Selim, I. Süleyman, I. Ahmed, III. Ahmed, III. Selim'in önemli katkıları olmuştur. Bağlı bulunduğu Bostancı Ocağına ait resmi kayıtlarda 1676 (Masar 1087 mevacib dönemi) yılına kadar adına rastlanmayan bahçe, bu tarihten itibaren İskender Paşa Bahçesi'nin yerini almıştır.

EDİRNE SARAYI BAHÇESİ

425 yıl süre ile tipik Osmanlı sarayı olarak hizmet veren ve 1877 Osmanlı –Rus savaşı sırasında bir bölümü cephanelik olarak kullanılan Edirne sarayı talihsiz bir karar sonucu cephaneliğin yakılması yüzünden infilak etti, Edirne Saray yapılar topluluğu 4-5 harabe duvar dışında yerle bir oldu.

Topkapı sarayından sonra Osmanlı İmparatorluğunun ikinci büyük saray kompleksi olduğu gibi, zamanla Topkapı sarayına örnek haline gelmiş olan Edirne sarayının yeniden ortaya çıkartılarak tüm insanlığa kazandırılması ve öneminin bilimsel yöntemlerle ortaya konması için Cumhurbaşkanı nezdinde Kasım 1994 yılında girişimde bulunuldu; Kasım 1995 yılında üniversiteler, belediye, valilik ortak çalışmasıyla I. Edirne Sarayı Sempozyumu düzenlenmiş ancak bu çalışmanın devamı gelmedi.

1450 yılında II. Murat tarafından yapımına başlanan 1454 yılında oğlu Fatih Sultan Mehmed tarafından ilk şeması tamamlanan Edirne'deki yeni saray, şehrin kuzey yönünde, Tunca nehrinin batısında 3 000 000 m2 'lik bir alan kaplamakta, üzerinde asırlık ağaçların bulunduğu ormanlık bir düzlükte yer almaktaydı. Edirne sarayının diğer Osmanlı saraylarında farkı geniş bahçeler içindeki yaygın yerleşimi ile kentin hemen yakınında, duvarlarla çevrilmiş bir alanda yer almasıdır (Şekil 1). Resmi işlevi de kapsayan, içeri girilebilen ve Sultanın özel yaşamıyla ilişkin binaların yer aldığı içeri girilemeyen iki bölümlü; birbirini hiyerarşik izleyen avlular sisteminde yerleri belirlenmiş binalar ve Sultanın özel beğenisinin de etkili olduğu köşk yapıları ile Edirne Sarayı "saray kent" durumundadır (Seçkin,1998). Bahçesinin olağanüstü güzelliğinden dolayı "Hünkar Bahçesi Sarayı" adıyla da anılan sarayın Edirne güllerinden yapılan gülyağı dillere destandır. Ayrıca saray arazisinde çok iyi tür ürünler veren sebzelikler ve meyvelikler vardır. Bu güzel bahçelerin bakımını ve tanzimini yapan Edirne Bostancı Ocağı adlı teşkilattır.1577 Yılında bu teşkilatta 467 kişinin çalıştığı saray defterlerinde kayıtlıdır (Fidan,1999). Yapım aşamasında belli bir plana göre oluşturulan erken dönem saraylarının aksine Edirne Sarayının da Topkapı Sarayı gibi belirli bir planı olmamıştır. Her iki sarayın da yapıları ve avluları çeşitli hükümdarların istekleri doğrultusunda zaman içinde, spontane bir planlama sonucu oluşmuştur.

DOLMABAHÇE VE GÜLHANE BAHÇELERİ

1072'de Hatice Turhan Valide Sultanın oğlu Sultan 4. Mehmed 'e armağan olarak inşa ettirdiği Dolmabahçe Kasrı (Sultan Mehmed Kasrı) Tunca nehrine bakan bir tepe üzerindeydi; tepenin yamacında sedli bir bahçesi vardı. Alçak seddeki bahçeye güller dikilmiş ve buna Gülhane adı verilmiş, üst seddeki bahçeye de Dolmabahçe denmişti. Yüksek duvarlarla oluşturulmuş bu sedler fevkalade güzel manzaraya sahipti. Sultan Mehmed Edirne havalisinde bulunan koru ve ormanlardan oldukça büyük fidanlar getirterek Dolmabahçe'ye diktirdiği gibi, dairesi civarında Sofya'dan naklen pek çok çam ağaçları ve duvar kenarlarına da yasemin fidanları diktirmiş ve her iki seddin ağaçlık- korulukları içinde birçok kameriyeler, küçük camlı köşkler yaptırmıştır (Osman,1989). Bu tarihe kadar Tunca Nehri içindeki adacıkta Fatihin yaptırdığı etrafı duvarla çevrili meyveli bahçe daha sonra Harem dairesine katılmıştır. Dolmabahçe'nin Av Kapısı ve Tebdil kapıları Tunca nehri yönündeydi. Sultan Mehmed dairesinin Tunca cephesi ön tarafında ve Dolmabahçe'nin büyük seddinin ortasında 75 zira uzunluğunda, 50 zira genişliğinde Edirne sarayının en büyük havuzu bulunmaktaydı. Bu havuza Sultan Mehmed tarafından Şehvar ismi verildiği rivayet edilmektedir. Havuzun dört tarafı ceviz ağacından imal edilmiş parmaklık ile çevrilmiş olup, kenarına iki odalı fevkalade süslü küçük bir kasır yapılmıştır. Kasrın küçük sofasının havuz tarafındaki cephesi açık ve mermer direklere dayanan bir çatı altında gizlenmiştir. Bu direklerin dayandığı taş rıhtım havuzun içindedir.

YILDIZ ŞALE KÖŞKÜ

Yıldız Sarayı, Beşiktaş ile Ortaköy arasında, sahilden başlayarak Beşiktaş tepesinin sırt çizgisine kadar bütün yamacı kaplayan, yaklaşık 500.000 m2 yüz ölçümünde bir bahçe ve koruluk içine sığdırılmış köşkler, yönetim yapıları ve parklar bütünüdür. Yerleşim tarihi Bizans Dönemi'ne kadar inen koruluk, olasılıkla Sultan I. Ahmed Dönemi'nde sultanın hasbahçeleri arasına katılır, ancak yapılaşma 1804-1805 yıllarında III. Selim'in annesi, Mihrişah Valide Sultan için "Yıldız" adını verdiği kasrı inşa ettirmesi ile başlar.

Yıldız Kasrı'nın inşası ile bu bahçe ve daha sonra tüm yerleşke "Yıldız" olarak anılmaya başlamıştır. Sultan II. Mahmud 1834'te daha çok yeni kurulan modern ordunun talimlerini izlemek için kullandığı yeni ve küçük bir köşk daha yaptırır, Sultan Abdülmecid ise burada bulunan eski yapıları yıktırarak, annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan için "Kasr-ı Dilküşa" adını verdiği yeni bir köşk inşa ettirir. Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid dönemlerinde buraya ilgi artar, ancak bölge son şeklini Sultan II. Abdülhamid Dönemi'nde eklenen çok sayıda kasır ve köşkün inşası ile alır. Bu yerleşke içerisinde yer alan Şale Kasr-ı Hümâyûnu ise saray yapısının mimarlık tarihine ışık tutması ve birçok devlet konuğunu misafir etmesi açısından özel ve önemli bir yere sahiptir.

Yıldız Sarayı'nın en iyi muhafaza edilmiş bölümü olan Şale, yarı ahşap, yarı kâgir olarak üç aşamada, birbirine bağlantıları olan üç bina halinde inşa edilmiştir. Köşkün ilk bölümünün kesin yapım tarihi ve mimarı hakkında yazılı kaynak bulunmamasına karşılık, arşiv kayıtlarının 1879-1880 tarihleri arasında Döşemeci Leon tarafından döşendiğini belgelemesi, inşa tarihi hakkında fikir sahibi olmamızı sağlamaktadır. İkinci bölüm 1889'da Alman İmparatoru II. Wilhelm'in İstanbul'u ilk ziyareti için Sarkis Balyan tarafından, üçüncü bölüm ise yine İmparator II. Wilhelm'in İstanbul'u ikinci ziyareti sebebiyle 1898'de İtalyan Mimar Raimondo D'Aronco tarafından inşa edilmiştir.

Salonun tavan bezemesinde Ebuzziya Tevfik imzalı kufi yazılar ve geçmeli yıldız motifleri yer alır. Bazı parçalarının Sultan II. Abdülhamid tarafından yapıldığı da bilinen sandalyelerin arkalıklarında, kufi yazı ile "Abdülhamid" yazısı görülür. 1898'de Siemens ve Halske tarafından elektrik tesisatı kurulan Şale'de ısıtma imparatorluk devrinde soba ve şöminelerle Cumhuriyet Dönemi'nde ise kalorifer tesisatıyla sağlanmıştır. Köşk, 5 Temmuz 1985'te Müze-Saray olarak hizmete girmiştir.

SADABAD SARAYLARI

Birinci Sa'dabad Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk büyükelçisi sayılan Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin Paris'ten getirttiği saray ve bahçe planlarından esinlenerek Kağıthane Deresi kenarına 1722'de yazlık saray olarak inşa ettirilir. Şark mimari unsurları ile kaynaştırılarak yapılan sarayla birlikte Cedvel-i Sîm isimli kanal, iki havuz, üzerinde seyir kameriyeleri ile iki çağlayan kaskad, Kasr-ı Neşat (Çadır Köşkü - Perdeli Köşk) ve bir çeşmenin yapımı sadece 60 günde tamamlanır.

3. Ahmed'in katıldığı açılış şöleninde (H. 27 Şevval 1134) şairler buraya ''mutluluk veren mâmur yer'' anlamına gelen ''Sa'd-abad'' ismini koyar. Saray, 1730 Patrona Halil isyanında tahrip edilir.

Yeni padişah 1. Mahmud, bir süre sonra sessiz sedasız tamir ettirir fakat kullanmaz. Saray, belli bir süre daha kullanılamadan kalır. Zaman içinde giderek köhneleşen sarayı bu defa 3. Selim, baş mimarı Krikor Amira Balyan'a onartıp kullanır.

2. Mahmud, birinci sarayı 1809'da tamamen yıktırıp yerine ikinci sarayı yaptırır. Tam anlamıyla bitimi 1816'da gerçekleşir. 2. Mahmud, ünlü Sened-i İttifak'ı burada imzalar. Yaklaşık 50 yıl ayakta kalan ikinci sarayın yerine bu defa Sultan Abdülaziz üçüncü sarayı yaptırır. Önündeki çağlayan kaskadlardan dolayı bir adı da Çağlayan Sarayı olan üçüncü Sadabad Sarayı, 1862-63'de inşa edilir.

Buraya inşa edilen üç saray da (L) şeklinde inşa edilmiştir. Valide Sultan ve diğer kadınların odaları ön tarafta havuza bakmaktadır. Padişah odası ise ''dağ tarafı'' tabir edilen arka tarafın en ucunda yer almaktadır. Kadınların odalarının bitiminde bir de hamam yer almaktadır.

Saray, 1917'de üç ay kadar Erkan-ı Harp Mektebi (Harp Akademisi) olarak kullanılır. 1920'de İstanbul'un işgali sırasında işgal kuvvetleri komutanlığı yapılması düşünülmüşse de uygun bulunmamıştır.

1917 sonrası öksüz-yetim kız çocuklarına yurt yapılır. Çağlayan Dar-ül Eytamı (yetimhane) olarak hizmet vermeye başlar. Ünlü sanatçı Safiye Ayla da burada yetişir. 1928'lere kadar bu şekilde kullanılan bina, boşaldıktan sonra 1934'te restore edilmesi düşünülür. 1940'a kadar yazışmaları sürer. Farklı görüşlerin oluşturduğu muamma devam ederken 1943'de tamiri masraflı olacağı gerekçesiyle yıktırılır. Dokuz yıl sonra 1952'de ise sarayın yerine İstihkâm Okulu inşa edilir. 1990'a kadar Maliye ve Levazım Okulu olarak gelen bu yeni bina ise 1998'den bu yana Kâğıthane Belediye Binası olarak kullanılmaktadır.

ÇIRAĞAN SARAYI

Bazı yapılar vardır sadece dışarıdan baktığınızda bile bir şeyler anlatır. Bunlardan biri de Çırağan'dır. Osmanlı sarayları arasında Avrupalı yaşama hayranlık duyan Osmanlı padişahlarının ilk göz ağrısı olan bu sarayın hem ihtişamlı hem hüzünlü bir hikâyesi vardır. Asıl ismi, Farsçada "kandil, ışık" anlamına gelen "çerağan"dan gelir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemine tanıklık etse de öyküsü aslında 17. yüzyıla kadar dayanır.

16. yüzyılın ikinci yarısında, bugünkü Çırağan Sarayı'nın bulunduğu yerde Osmanlı Kaptan-ı Derya'sı Kılıç Ali Paşa'nın ahşap bir yalısı yer alıyordu. 17. yüzyılda bu bölgede çiçek bahçeleri kurulur ve burası "Kazancıoğlu Bahçeleri" adıyla anılmaya başlar. Lale Devri'nin sadrazamı İbrahim Paşa, aynı zamanda III. Ahmed'in kardeşi olan karısı Fatma Sultan için ahşap bir yalı yaptırır. III. Ahmed'in de katıldığı en şaşaalı eğlenceler de muhteşem bahçelere ve manzaraya sahip olan bu yalıda düzenlenir. Özellikle gece düzenlenen ve kandillerle aydınlanan, ışık oyunları ve çiçeklerle süslenen eğlenceler, bu mekânın "Çerağan" olarak anılmasını sağlar.

II. Mahmud, 1835'te yalının yanındaki yapıları yıktırır. Yerine, dönemin ünlü mimarlarından Garabet Balyan'a yeniliği ve değişimi yansıtacak, Batı ile Osmanlı mimarisinin sentezi olan görkemli bir saray yaptırır. Bu yapının ömrü de Sultan Abdülmecid'in 1855'te resmi ikametgâhını Dolmabahçe Sarayı'na aldırmasıyla son bulur. Sultan Abdülmecid, 1857'de Eski Çırağan Sarayı'nı yıktırıp yerine Batı tarzında yeni bir sarayın inşasını başlatır, ama tamamlanmasını göremeden ölür. Yerine Sultan Abdülaziz geçer, sarayın inşası tamamen değişir. Doğu mimarisinden esinlenilen ve Kuzey Afrika İslam mimarisine uygun yeni saray 1871 yılında tamamlanır. 1986 yılına gelindiğinde ise Çırağan Sarayı'nın 5 yıldızlı bir otele dönüşümünün serüveni başlar.

1990 yılında "Çırağan Palace Kempinski İstanbul" adıyla, eski sarayın hemen yanında ve onun mimarisine uygun olarak inşa edilen, dönemin Boğaz kıyısındaki tek 5 yıldızlı oteli açılır. İki yıl süren restorasyon çalışmalarının ardından da eski saray bölümü yeniden kapılarını açar.

OSMANLI BAHÇE KÜLTÜRÜ VE ŞİİR MECLİSLERİ

18. yüzyıl İstanbul'unun şehir mekânlarının yapısını, sadece şiir üzerinden değil, şairlerin toplandığı ve birbirleriyle iletişime geçtiği yerler üzerinden de gözlemlemek mümkün. Shirine Hamadeh, 18. yüzyıl İstanbul'undaki şehir mekânlarını ve kültürel dönüşümleri incelediği Şehr-i Sefâ: 18. yüzyılda İstanbul adlı çalışmasında, bu dönemde meydana gelen mekân dönüşümlerini şiir üzerinden okuyabileceğimizi söyler. Yeni yükselişe geçen toplumsal sınıfların bir sonucu olan bu dönüşümlerin genelde bütün edebiyatta, özelde de şiirde görünür olduğunu vurgular.

16. yüzyılda saray seçkinlerinin ve şairlerin toplanma mekânları, hususî haneler, meyhaneler, dükkânlar, tekkeler ve saraya ait ya da hususî bahçelerden müteşekkildi. Bu toplanma mekânları arasında bahçelerin özel bir önemi vardı. Sultan ve sarayı ise entelektüel hayatın merkezinde yer alıyordu. Bu seçkin insanlar şiir okumak ve eğlenmek için sultanın bahçelerinde (has bahçelerde) ya da hususî bahçelerde toplanıyorlardı.

16. yüzyılın Osmanlı İstanbul'u ile ilgili yazılı kaynakların başında tezkireler gelir. Tezkireler, şairlerin biyografilerine yer vermelerinin yanı sıra kültürel hayatla ilgili ayrıntılı bilgiler de ihtiva ederler.

ÂŞIK ÇELEBÎ'NİN TEZKİRESİNDE BAHÇELER

16. yüzyıl şuara tezkirelerinde Zâtî'nin kitap dükkânı, Çağşırcı Şeyhî'nin dükkânı, Ağaççı İskender Ahmed Çelebî'nin oğlunun evi, Atmeydanı, Tahtakale, Galata'daki Efe Meyhanesi ve Topkapı Sarayı'nın has bahçeleri veya Üsküdar, dönemin en önemli toplanma mekânları olarak öne çıkar.

Âşık Çelebî'nin Tezkire'si şairlerin toplandığı bahçelerle ilgili ayrıntılı bilgi vermesi bakımından özel bir önem arz etmektedir. Âşık Çelebî'nin tezkiresinde, Efşancı Mehmet Bahçesi, Kara Bâlîzâde Bahçesi, Yunus Paşa Bahçesi, Yeniçeri Işki Bahçesi ve Sirkeci Bahşî Bahçesi gibi saray seçkinlerinin bahçelerinin adı geçer. Âşık Çelebî'nin asıl gayesi o dönemde yaşayan şairlerin hayatlarını kaydetmek olduğundan, bu bahçelerden sadece şairlerin toplanma ve eğlenme mekânı olması mesabesinde bahseder. Efşancı'nın hastalanıp katı' sanatını bırakmak zorunda kalmasının ardından kurduğu gerçek bahçedeki bitkiler, ağaçlar ve çiçekler, Âşık Çelebî'nin tezkiresinde ayrıntılı bir şekilde tasvir edilir.

ÂŞIK ÇELEBÎ'NİN TEZKİRESİNDE KARA BÂLÎZÂDE

Âşık Çelebî'nin tezkiresinde bahsi geçen bir diğer bahçe sahibi ise Kara Bâlîzâde'dir. Zikrettiği başka bahçelerin aksine Kara Bâlîzâde'nin bahçesi kayıtlarda has bahçe olarak yer alır. Kara Bâlîzâde güzelliklere düşkünlüğü ve maşuklarının çokluğu ile tanıtılır. Bahçesinde gece gündüz eğlenceler ve meclisler düzenlenerek misafirler ağırlanır. Kara Bâlîzâde bahçesi, 16. yüzyılda İran usulü çeharbağ (dört bahçe) tarzında yapılandırılmış tek bahçedir ve Boğaz'ın Avrupa yakasında Kabataş civarında yer alır. Necipoğlu'nun belirttiği gibi, Salomon Schweigger seyahatnamesinde özellikle II. Selim zamanında Topkapı Sarayı'na yakınlığı münasebetiyle bu bahçenin büyük önem taşıdığından bahseder. Kara Bâlîzâde bahçesinin ayırt edici özelliklerinden biri yapısı ve şeklidir. Âşık Çelebî'ye göre bu bahçenin bir diğer özelliği ise düzenlenen meclislerin kurallarının esnek olmasıdır.

ÂŞIK ÇELEBÎ'NİN TEZKİRESİNDE IŞKÎ-Yİ SÂLİS

Âşık Çelebî'nin bahsettiği bir başka bahçe ise Işkî-yi Sâlis'e (Üçüncü Işki) aitti. Memleketi İstanbul'a yakın yerleşimlerden Yenihisar olan Işkî'nin esas adı İlyas'tır ve bir yeniçeridir. Almanya seferi sonrası öldüğü zannedilerek maaşı kesilir, bunun akabinde Işkî, Bayrâmîyye tarikatına girmeye karar verir. 16. yüzyıl tezkire yazarlarından Ahdî'ye göre ise Işkî'nin babası da yeniçeridir ve Işkî'nin emekliye sevk edilmesinin nedeni öldü zannedilmesi değil hastalıktır. Işkî daha sonra memuriyetle meşgul olur ve yazdığı şiirler sayesinde pek çok mansıp kazanır.

Daha sonra Üsküdar'da deniz kıyısında bir bahçe kurar. Çiçekler, kuşlar ve ağaçlarla dolu olan bahçe, seçkin insanlardan başlayarak pek çok farklı kesimin toplanma mekânı haline gelir. Bahçeye gelen misafirler şiirler okur, oyunlar oynar, müzik dinler, satranç oynar. Fakat kısa bir süre sonra Işkî Yenihisar'a döner ve orada ölür. Başka bahçelerin sahiplerinden farklı olarak, Işki'nin aynı zamanda bir şair olduğundan da bahseder Âşık Çelebî. Nitekim Kınalızâde, Ahdî, Beyânî ve Latifî gibi on altıncı yüzyıl tezkire yazarları, eserlerinde Işkî'nin hayatına ve şiirlerine yer verirler.

Türk Bahçe Sanatına Bir Örnek: Edirne Sarayı Bahçesi -Şazuman Sazak
İSMEK- 16. Yüzyılda Osmanlı Bahçe Kültürü ve Şiir Meclisleri
Yedikıta Dergisi- Osmanlı Hanedanına Ev Sahipliği Yapan 7 Saray

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN