Arama

Kanûnî’nin sütkardeşi Yahyâ Efendi ve Dergâhı

Kanuni, Yahya Efendi’nin annesinden süt emmiş ve Onunla sütkardeşi olmuştur. Bu nedenle de Kanuni Sultan Süleyman kendisine daima sütkardeşi olduğundan “Ağabey” diye hitap etmiştir. Dergâhın kendisi ise bir taş yığını değil, maneviyat çölünü andıran Karaköy ile Ortaköy arasında adeta manevî bir vaha.

Kanûnî’nin sütkardeşi Yahyâ Efendi ve Dergâhı
Yayınlanma Tarihi: 6.4.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 06.04.2018 18:32

İstanbul yerüstü güzellikleri ve zenginlikleri yanında, yeraltı güzellikleri ve zenginlikleriyle de emsalsiz şehirlerimizin başında gelmektedir. Bu koca şehir, bir anne kucağını andıran müşfik bağrında nice büyük şahsiyete beşiklik etmiştir. İstanbul'u bir İslâm beldesi hâline dönüştüren ve onu dinî değerlerle yoğuran yüksek karakterli şahsiyetler vardır. İstanbul o abidevî şahsiyetler sayesinde ilim ve irfan diyarı olmuştur. Bu şahsiyetlerden biri de yükselme döneminde yaşayan, Kanûnî Sultan Süleyman'ın sütkardeşi olma bahtiyarlığına erişen Beşiktaşlı Yahyâ Efendi'dir.

Dergâhı ise Beşiktaş'ta Çırağan Sarayı karşısında Yahya Efendi Sokak'ta 1570'lerin başlarında Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Türbe Yahya Efendinin vefatından sonra dostu Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır.

ŞEYH YAHYÂ EFENDİ'NİN HAYATI

Beşiktaşlı Yahyâ Efendi 900/1495 senesinde Trabzon'da doğmuştur. Babası Trabzon kadısı Şamlı Ömer Efendi, annesi Afife Hatun'dur. Aslen Amasyalı oldukları rivayet edilir. Yahyâ Efendi'nin babası Ömer Efendi Trabzon kadılığı yaptığı sırada, II. Bayezid'in oğlu Şehzâde Selim/Yavuz Sultan Selim Trabzon Valiliği yapmaktadır. Trabzon küçük bir yer olduğundan aralarında dostluklar oluşmuştur.

Öte yandan Yavuz Selim'in oğlu Kanûnî, Yahyâ Efendi'den birkaç gün sonra dünyaya gelmiştir. Hafsa Sultan'ın sütü yeterli gelmeyince Süleyman'a bir sütanne aranmış ve Süleyman, Yahyâ Efendi'nin validesi Afîfe Sultan'dan başka hiç kimseden süt emmemiştir. Böylece Yahyâ Efendi'nin annesi Afife Hatun, Sultan Süleyman'ın sütannesi olmuştur. Bu durumu Yahyâ Efendi şu dizelerle ifade eder:

"Bir kucakda virüben ikisine / Emzirir tâ iricek ikisine, / Besleyüp ikisini bir ana / İkisi dahî olur şâhâne, / Hân Süleymân'a muhakkak o sehî / Pes bu veçhile redâ'andur ahî"

Yahyâ Efendi'nin çocukluk ve gençlik yılları babasının kadılık görevi nedeniyle, bir şehzadeler şehri olan Trabzon'da geçmiştir. Şehzâde Selim tahta çıkınca Yahyâ Efendi de sütkardeşi Süleyman'la birlikte İstanbul'un yolunu tutmuştur. Bu yolculuğa Yahyâ Efendi tarafından şu beyitlerle tarih düşülmüştür:

"Vâlid ü validesiyle Yahyâ / Pes başarlarma 'an İslâmbolapâ"

BİR ŞAİR OLARAK YAHYA EFENDİ

"Hep gelenler yana yana geldi gitdi dünyadan

Şimdi nöbet bana geldi döne döne yanayım."

Mutasavvıfların çoğu ilâhî hakikatleri muhataplarına etkili bir biçimde anlatmak ve benimsetmek için şiirin gücünden yararlanmışlardır. Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş Veli bu Hak ve hakikat dostlarından birkaçıdır. Onlar derecesinde olmasa da, Beşiktaşlı Yahyâ Efendi de düşüncelerini anlatırken şiirden faydalanmıştır. Bir Hak ve hakikat dostu olan Yahyâ Efendi "Müderris" mahlasıyla şiirler yazmıştır. Yahyâ Efendi'nin şiirleri ölümünden sonra bir divan hâlinde bir araya getirilmiştir. Yahyâ Efendi'nin şiire, "Muhibbî" mahlasını kullanan sütkardeşi Kanûnî Sultan Süleyman'la birlikte çocukluk yıllarında Trabzon'da başladığı tahmin edilmektedir.

"Ayağına olurum herkesin hâk (toprak)

Kılsın diye birisi kalbimi pâk."

Yahya Efendi zahir ve batın ilimlerde son mertebeye varmış, âlim bir zattır. Tıp medresesi kurdurması ve şiirlerinde tıptan bahsetmesi onun tabip olma ihtimalini akla getirse de kaynaklarda tabipliği hakkında kesin bir mâlumat yoktur. Yahya Efendi'nin bir diğer yönü ise şairliğidir. Bir divançe oluşturacak kadar şiir söylemiştir. Söylediği şiirler tasavvufî mahiyette olup çoğunlukla aruz veznindedir. Hendese ve riyazet ilimlerinde de dönemin âlimleri arasında idi. Yahya Efendi Üveysîliğin pîri idi. Kendisinden sonra dergâh mensupları Nakşî Tarîkatı'na temâyül etmişlerdir. Yahya Efendi doğumundan ölümüne kadar sarayla irtibat halinde olmuş, onlar tarafından ta'zim ve hürmet görmüştür. Sütkardeşi Kanunî ile devamlı görüşmüşlerdir. Kanuni'den sonra gelen padişahlar da aynı hürmeti Yahya Efendi'ye göstermiş, vefâtından sonra ise dergâhın onarım, bakım ve her türlü ihtiyacını karşılamışlardır. Yahya Efendi'nin gösterdiği kerâmetlerle ilgili pek çok menkıbe anlatılmaktadır.

Şeyh Yahya Efendi ilköğrenimini Trabzon'da devrin velilerinden Müftü Ali Çelebi'den almış, daha sonra İstanbul'a gelerek Zenbilli Ali Efendi'den ders almıştır. Cambaziye Medresesi'nde müderrislik yaptıktan sonra inzivaya çekilmiş, Beşiktaş'ta satın aldığı bugünkü türbe ve mezarlığının bulunduğu yerde kendisine bir ev, yanına bir mescit, küçük bir medrese, hamam ve çeşme yaptırmıştır. Şeyh Yahya Efendi Türbesi çok ziyaret edilen bir yer olmuş, denizcilerin, seferden döndükten sonra türbeyi ziyaretleri adet haline gelmiştir.

DERGÂH VE KÜLLİYENİN ÖZELLİKLERİ

İlmî ve dinî faaliyetlerini sürdürdüğü bir yer…

Yahyâ Efendi, mecburî de olsa, müderrislikten emekli olduktan sonra rüyasında gördüğü bir şahsın işaretiyle İstanbul'un merkezi bir yerinde, Boğaz kenarında, Beşiktaş'ta, Hz. Musa ile Hızır'ın buluştuğu yer olarak kabul edilen "Hıdırlık" adını verdiği bölgede tekkesini inşa eder. Buraya dergâh kurarak ilmî ve dinî faaliyetlerini burada yürütmeye başlar.

İstanbul'un ruhanî mekânlarından biri olan Yahyâ Efendi Külliyesi, bir taş yığını değil, maneviyat çölünü andıran Karaköy'le Ortaköy arasında adeta manevî bir vahadır. Huzurun ve tefekkürün filizlendiği feyizli ve bereketli bir yerdir. Lisan-ı hâliyle dirilere her daim ders veren bu kadim kabristan, hayatla ölümün ne kadar iç içe olduğunu haykırıyor bizlere. Burası manevî gül bahçelerinin dikenleri arasında iri ve diri bir gülü andırırken, ruhumuzu çepeçevre kuşatan tarih, burada dile gelmektedir.

MİMARİ ÖZELLİKLERİ

Türbe kare planlı, ahşap bir yapıdır. Türbenin ahşap bir koridora açılan kapısı doğu yönünde olup, bunun her iki yanında iki katlı birer pencere vardır. Türbenin tüm duvarlarında da ikişer pencere bulunmaktadır. Bunlardan doğu ve batı duvarındaki kapı ve pencereler yapıldığı dönemin üslubuna uyarak klasik özellik taşımaktadır. Diğer pencereler zamanla yapılan onarımlar sonucunda özelliğinden uzaklaşmıştır.

Türbenin üzeri basık bağdadi bir kubbe ile örtülüdür ve bu kubbe ahşap bir çatının altına gizlenmiştir. Ancak Pertevniyal Valide Sultan tarafından yapılan onarım sırasında bu kubbe yenilenmiştir. Bunun yanı sıra türbe Sultan II. Mahmut, Sultan II. Abdülhamit tarafından da onarılmıştır. Türbenin içerisi devrine uygun kalem işleri ile bezelidir. Türbe içerisinde on bir sanduka bulunmakta olup, bunların çevresi sedef kakmalı korkuluklar içerisine alınmıştır.

Burada Şeyh Yahya Efendi'nin yanı sıra başka kabirlerde bulunur. Türbede bulunanlar arasında ise Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Raziye Sultan, oğlu İbrahim Efendi, annesi Afife Hatun, Sultan II. Abdülhamit'in kızı Hatice Sultan ve oğlu Bedrettin Efendi, Şeyh Mehmet Nuri Şemsettin Efendi, Şeyh Hasan Efendi, Şeyh Yahya Efendi'nin küçük oğlu Şeyh Ali Efendi, Derviş Ali, Yahya Efendi'nin eşi Şerife Hatun'un sandukaları bulunmaktadır. Ayrıca türbe girişinde ve dışarısında Şeyh Yahya Efendi'nin torunlarına, saray ve haneden mensuplarına, devrin önde gelen kişilerine, türbedarlara ve müritlere ait mezarlar bulunmaktadır. Günümüzde türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü'nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN