Arama

Karakoç'la yenilgi yenilgi büyümek...

Yenilgi yenilgi büyüyerek bir zafere doğru koşan, Cahit Zarifoğlu’nun “Yedi Güzel Adam”larından biri… İslâmi geleneğin son dönemdeki en gür sesi Sezai Karakoç, bugün 84 yaşında. Bize şiirleriyle yol arkadaşı olduğu için, bizi bir imge deryasına sürüklediği için kendisine sonsuz şükranlarımızı sunuyor ve 84’üncü yaşının kendisine hayırlı olmasını temenni ediyoruz…

Karakoç’la yenilgi yenilgi büyümek...
Yayınlanma Tarihi: 22.1.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 22.01.2018 11:49

"Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır…
"

Bizi mısra mısra inşa eden, Türk şiirinin üstadı Sezai Karakoç'u doğum gününde eşsiz şiirleriyle analım istedik…

Cemal Süreya'nın kaleminden Sezai Karakoç:

"Bulgucu adam. Belki de ülkemizdeki tek bulgucu. Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif'in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl'ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz. (...) Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir. Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur... Alçakgönülle katı yüksek uçuyor...Şemsiyesi yok. "


İkinci Yeni şiirinin uç beyi, yeni mistik şiirin kıyas kabul etmez şairi, düşünür, siyasetçi olan Sezai Karakoç resmi kayıtlara göre 22 Ocak 1933'de Diyarbakır'da doğdu. Oldukça parlak bir eğitim hayatı geçirdi, çeşitli dergilerde çalıştı, onlarca kitap yazdı, Türkiye'den ve dünyadan çeşitli sanat ödüllerine layık görüldü.

"Yıkılmış ve yeniden doğmaya çalışan bir toplumun, bir kültürün, yıkılmış ve yeniden yapılan bir şehrin ve savaşın; siyasi, sosyal, ekonomik yıkıntıları içinden doğrulmaya çalışan bir ailenin ferdi olarak Zülküf Dağı'nın eteğindeki o küçük kasabada dünyaya geldim. İşte bu dört yıkılmışlık içinde 1933 yılı baharında Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde doğdum. Annemin deyişiyle Gülan ayında bir günde.

Gülan, Mayıs'ın eski adı yani güller, gülün açıldığı ay. Eskiler isim semadan gelir derler. Eğer böyleyse isimlerimiz bize ilahi bir armağandır. Bu yüzdendir ki Kuran-ı Kerim açılarak konmuş ismim. O zamanlar her ismin bir de mahlası olurdu; İsmim Muhammed mahlasımsa Sezai. Doğduğum ev ise Ergani ortasında bir ev. O yıllar çok evimiz varmış, babam ekonomik durumumuz bozuldukça evleri birer birer elden çıkarmış."

Yine akşam oldu,
Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine,
Uzaklık aynı gerçi,
Her yerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi,
Yine akşam oldu orda olduğu gibi,
Görebiliyorum seni burdan da,
Aynısıydı ordayken de,
Uzaklıktan korkmuyorum belki de,
Orada da aynıydı uzaklık gerçi
Donuklaşmış oldu artık bu

Donuk Aşk

HAYATINDAKİ MİSTİSİZMİN İLK KESİTİ

Ahmet Sezai henüz 1-2 yaşlarındayken aile bakırdan bir kasabaya, Madene taşınır. Burada oturdukları ev yüksekçe bir tepededir ve çok ilginçtir ki kızlar arasında bu ev hakkında cin söylentileri dolaşmaktadır.

Melekler bir demir parçasının üzerine oturmuşlar
Her biri bir damla atıyor aşağıya
İşte yağmur bunun için yağıyor
Ben bunun için yağmuru seviyorum
Yağmur bizim için yağıyor

Ötesini Söylemeyeceğim

Bir gün küçük Sezai evde tek başınayken yarı karanlıkta süslü elbiseler giyinmiş cinler görür veya gördüğünü sanır. Cin taifesi düğün yapmakta ve gelin götürmektedir. Bu olay Ahmet Sezai'yi oldukça etkiler. Bu olay bir anlamda hayatındaki mistisizmin ilk kesiti, ilk görüntüsüdür.

Sanat hayatına başladıktan sonra şair bu olay ve Maden kasabasını şu şekilde dile getirir;

"Ahmet Hamdi Tanpınar 'Antalyalı genç kıza mektup' yazısında ilk sanat zevkini Ergani madeninde 2-3 yaşlarında bir kış günü pencereden izlediği kar yağışı olarak algıladığını söyler. Bende ilk sanat algılarımı Maden'de aldım diyebilirim."

Maraş bir ateşi alevlendiren şehirdi bu ateş Ahmet Sezai'nin içinde yanan ateşti. Parasız yatılı okuyacağı okul da Maraş Ortaokulu'dur.

Yanlış trenden indin seni şehrin aynasından geçirdiler
Sana baktım yıllarca hep aynı özlem penceresinden
Yürüyen ve kaçan yalın ve çocuksu özlem penceresinden
Denize karşı küçüle küçüle giden evleri
İnce ince karşılardın olağan karşılardın
Şen dünya içinde şen dünya içinde bir avuç şen dünyaydın sen
İlk

"Maraş çocuk yüreğimin ateş aldığı yer, belki ondan öncesi bir rüyaydı, bu ateş Maraş'ta yanmaya başladı. Oraya geldiğimde karşımda okul duruyordu, bu hayatımda gördüğüm ilk kaloriferli binaydı ve hayatımda ilk defa zeytin ağacını burada görüyordum. Harçlığım çok sınırlı olmasına rağmen kitaplar alıyor ve divan şiirlerini ezberliyordum. Henüz ortaokula gidiyorum bendnameler ezberliyor ve Mesnevi'yi anlamaya çalışıyordum bu çok erken bir uyanmaydı."

Yarattığı mistik şiir tarzıyla ona "Sezo" diyen Cemal Süreya tarafından "Mehmet Akif ve Necip Fazıl karışımı şair" şeklinde tanımlandı, benzetildiği Necip Fazıl'la dava kardeşliğine mazhar oldu. Monna Rosa şiiri ile efsaneleşen şair, yaşayan en büyük Türk şairlerinden biri olarak gösterildi, aşıladığı birlik bilinci ile ne kadar büyük bir düşünür olduğunu da ortaya koydu.

Sen geldin ve benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi ve üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi altında durduk
Konuştun güneşi hatırlıyordum
Gariptin yepyeni bir sesin vardı
Bu ses öyle benim öyle yabancı
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

Köşe

İkinci Yeni akımıyla şekil ve imge yönünden benzer tarzda şiirler yazan Karakoç, kimilerince bu akıma dâhil edilmişken, kimilerince de içerik yönünden farklılıklar taşıdığı için bu akımın dışında tutuldu. Bazı araştırmacılar da "Karakoç, İkinci Yeni, Türk şiirinin ne büsbütün içindedir, ne de tamamen dışında" diyerek onu İkinci Yeni ile ilişkilendirdi. Bütün bu tartışmaların dışında kalan Karakoç, kendine has üslubuyla imgeli şiirin büyük şairi oldu. Batı veya Doğu ya da tüm kavramlar onun şiirlerinde İslam'ın süzgecinden geçen bakış açısıyla yansıtıldı.


"Geceye yenilmeyen her kişiye, ödül olarak bir sabah ve bir gündüz, bir güneş vardır. Ve şâir, her sabah, armağan olarak, bir gündüze kavuşmağa en lâyık kişidir."

Karakoç'un şiirlerinde yoğun imge sağanağı egemendir. Şiirinin, dil ve imge aracılığıyla gerçekliği yoğunlaştıran, en özlü ve en az söze indirgeyen bir anlatımı vardır. Diriliş kavramı ile kabuğuna sinmiş İslam medeniyetine yeni bir ses ve soluk getirmeye çalışan şair, modern psikolojinin manevi yönelimli terapilerle ilişkilendirildiği çağımızda, umudun sağaltıcı gücünden faydalanarak, yeni nesillere umut aşılamıştır.

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
"Tanrım dokun bana; kendi aşkına dokun"
Ve Mona Roza

Ortaokulu başarıyla bitiren Karakoç'un bu seferki yolculuğu, Gaziantep'edir. 1947 yılında kaydolduğu Gaziantep Lisesi disiplinli oluşuyla ünlüdür. İlgi alanı gittikçe genişlemiştir. Batı edebiyatını inceler. Shakspeare'in piyeslerini Andre Gide'nin Dünya Nimetlerini, Dohame'nin bazı eserlerini. Verter'i ve daha başkalarını okur.

Lise tatile girdiğinde hemşerisi de olan bir sınıf arkadaşıyla memlekete dönmektedirler. Trende bir tanıdıklarına rastlarlar adam bir isim vermeden İstanbul'da bir hemşerilerinin öldüğünü ve cenazesini kaldırdıklarını anlatır. Adres vermese de tarif ettiği ev onların evidir. Ahmet Sezai'nin askerdeki ağabeyi ölmüştür. Sezai o anı şöyle anlatır;

"Yüreğim yanarak kara trenin penceresinden uzun süre dağlara, ovalara, yamaçlara, tünellere baktım durdum. Trenin ıslak kömür tozları gözyaşlarıma karışıyordu."

Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum

Kara Yılan

NECİP FAZIL'A 16 YAŞINDA YOLLANAN MEKTUP

Lise yılları Ahmet Sezai'nin Necip Fazıl'ı ve büyük doğuyu dikkatle takip ettiği yıllardır. Necip Fazıl'a bir mektup yazar ve bu mektupla beraber Mehmet Levendoğlu imzasıyla sabır adlı şiirini gönderir. Levendoğlu ailesinin lakabıdır. Sezai henüz 16 yaşındadır ve yolladığı "Sabır" adlı şiir dergiye gelen 300 şiir arasından seçilerek yayımlanır. Sabır şiirinde şöyle der, Mehmet Leventoğlu mahlaslı Sezai Karakoç;

Yeter
Bunca sabır!
Kır
Hududu
Mehmedim!

Kader
Dokudu
Kilim;
Ser
Odaya!

İlim:
Merdiven daya
Çık aya!

İman:
Al eline bastonu;
Sonu
Sonsuz(a)
Yürü
Sürü sürü
(Yalan)ı yara yara
Var (Var)a

MUAZZEZ AKKAYA VE MONNA ROSA ŞİİRİ

Monna Rosa akrostişi ve o akrostişin ilk harflerinin oluşturduğu Muazzez Akkaya ismi dilden dile anlatılarak efsanevi bir hâl alır.

Muazzez Akkaya Sezai Karakoç ve Cemal Süreya'nın sınıftan arkadaşıdır. Sezai, Muazzez'e büyük bir aşkla bağlıdır ve Muazzez'in anlattığına göre ona kitaplar, şiirler hediye eder. Bu bağlılık sadece Sezai'ye özgü değildir, o sırada Cemal Süreya da Muazzez'e tutulmuştur. Öyle ki zaman zaman mantosunun cebinde şiirler bulan Muazzez, bunların kime ait olduğunu anlamaz. Ancak daha sonra sınıfa girdiğinde Cemal Süreya'nın, mantonun cebine konan şiirlerin aynısını tahtaya yazdığını fark eder.

Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır

Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine IV


Pek de gizli olmayan ikinci aşığı Cemal Süreya'dır. Sezai Karakoç'ta tutku halini alan bu aşk, kendini Monna Rosa ve Ping-pong Masası şiiri olarak gösterir. Özellikle Ping-pong masası şiiri bu aşkın boyutunu çok iyi gösterir, Muazzez Akkaya gayet iyi pingpong oynayan hatta okul takımında olan bir genç kızdır.

20 Nisan 1952, günlerden Pazar, sınıfça bir kır gezisi düzenlenir. Arkadaşları ıslarla Monna Rosa'yı okumasını isterler. Gönlü onları kırmaya elvermez ve okur. Bir üst sınıftan arkadaşı olan Cevat Geray bu şiiri ister. Cevat Geray, Sezai'den habersiz şiiri alıp Hisar dergisindeki arkadaşlarına götürür. Şiir hisarda yayınlanır ve büyük bir ilgi ile karşılanır. Şiir o kadar büyük bir ilgi görmüştür ki ardından Mülkiye dergisinde yayınlanmış ve adına nazireler yazılmıştır.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Mona Rosa – I – Aşk ve Çileler

Bu aşk hikâyesi Sezai Karakoç tarafından yalanlanırken, Muazzez Akkaya tarafından doğrulanır. Ancak Muazzez Akkaya'nın bu şiirden sonra şiirin Sezai Karakoç tarafından okunduğu yeri terk edip intihar ettiği gibi bilgiler gerçek dışıdır. Zira Muazzez Akkaya bir müddet Amerika'da yaşamış, hatta yakın dönemde Türkiye'de bir bankanın reklam filminde bile yer almıştır. Tüm bu bilgilere karşın Sezai Karakoç şiirin sadece sanat amaçlı yazıldığını şu sözlerle açıklar:

"Bu şiir gittikçe beni dünyasına çekmekteydi. Gül kavramını yeniden diriltmenin gereğini düşünüyordum hep. Monna Rosa böyle doğdu, modern bir Leyla ile Mecnun denemesiydi bu. Bir gencin dilinden anlatılış şeklinde başladı şiir. Rosa bilindiği gibi gül demektir. Böylece aşağılanan gül kavramını yeniden gündeme getirmek istedim.''

VE AŞK…

Sezai'nin içinde bir çiçek filizlenir. Sevdiği biri vardır ve hayatını onunla birleştirme düşüncesindedir. Aylardan Gülan, yitik bir aşkın yaşanmaya başladığı bir zamandır. Nişanlanmaya niyetlenir, babasına bir mektup yazar ancak cevap olumsuzdur. Kalbi bu mektupla gelen fırtınalarla savrulur. O kadar büyük elem duymaktadır ki Rüzgâr şiirini yazar. Rüzgâr bir tercihin değil alın yazısının resmidir.

Ve Sezai'ye evlenmek ömrü boyunca nasip olmayacaktır…

Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr...
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;
Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...

O ceviz dalları, o asma, o dut,
Gül gül, mektup mektup büyüyen umut...
Yangından yangına arda kalmış tut.
Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar.

Rüzgâr

Cemal Süreya ve Sezai Karakoç görev icabı iki farklı şehirdedirler ve fikir paylaşımları ancak mektup yoluyla gerçekleşebilmektedir. Bu mektuplarla birlikte yeni yazılmış şiirler de karşılıklı paylaşılır ve yorumlanır. Sezai Karakoç yazdığı bir mektubun yanında bir de "Balkon" adını verdiği şiiri yollar Cemal Süreya'ya.

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde

İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanın ölü

Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
İnsan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarları
Balkon

Pazar Postası adlı dergide Sezai Karakoç'un Cemal Süreya'ya yolladığı mektuptan bazı pasajlar ve mektubun içine iliştirdiği Balkon şiiri dergide yayınlanmıştır. Bunu Cemal Süreya'nın yaptığını anlayan Sezai Karakoç bu duruma çok sinirlenir ve Cemal Süreya'ya çok sert bir mektup yazar. Ama birkaç gün sonra mektup geri gelir çünkü şiirinin Pazar Postası'nda çıkmasına o kadar sinirlenmiştir ki Cemal Süreya'nın adresini eksik yazmıştır. Bu sefer bir başka mektup yazar ve "Sana çok ağır bir mektup yazmıştım, kızgınlıkla adresi eksik yazmışım, mektup geri döndü, bir daha benden habersiz bunu yapma." der.

Aşk siyahın beyazdan ayrıldığı
Samanyolunda yürüyen bir karınca
En onulmaz vebayı kutlayan bir güvercin
İki katlı bir arabada
Bu bize yaklaşan bir deniz arabası
Sen ırakta samanyolu ırakta
Ve ay başka bir ay

Samanyolunda Veba

Daha sonra Muzaffer İlhan Erdost yeni bir şiir akımının doğduğunu ve bu şiir akımının "Garip Akımı"nın karşıtı olarak yeni bir dil getirdiğini söyler ve bu şiir akımına "İkinci Yeni" diyerek akımın isim babası olur, böylelikle taşlar tam anlamıyla yerine oturur. Ancak Sezai Karakoç bu şiir üslubunun "Yeni-Gerçekçi Şiir" olarak anılmasını ister.

Son insan yürüyor
Tut elimden kaçalım
Kaçalım kaçalım
Bizi kimseler görmesin
Arıyanlar bulmasın
Tren duvarları sarsmasın
Yürek bu kadar hızlı çarpmasın
Kan böylesine hızlı akmasın
Askın kulakları sağır
Sesi boğuk olmasın
Tut


SİRKECİ'DE ÖLÜMDEN DÖNÜŞÜ

6 Ocak 1959 yılında Mesevet Kıraathanesi'nde otururken sirkeci faciası yaşanır. Sezai Karakoç çok sayıda insanın hayatını kaybettiği bu faciada yaralanır.

''Bu faciadan sonra yazdığım "Ben Kandan Elbiseler Giydim Hiç Değiştirsinler İstemedim" adlı şiir Sirkeci infilakı, ölüm ve annemin hatırası arasında hatıralarla ilgi kuran bir şiirdir.''

"Kendinden bir şeyler kattın
Güzelleştirdin ölümü de
Ellerinin içiyle aydınlattın
Ölüm ne demektir anladım
Yer değiştiren ben değildim
Farklılaşan sendin
Sendin bana gelen aynalarla
Sendin bana gelen sendin
Artık ölebilirdim
Bütün İstanbul şahidim
Ben kandan elbiseler giydim
Bundan senin haberin var mı"

Aynı yıl uğruna kandan elbiseler giydiği ilk kitabı Körfez yayınlanır.

''Sirkeci infilakında ortalığa saçılmış olmasına rağmen ilk şiir kitabımı hazırladım. Tüm şiirlerimi basacak param olmadığı için şiirleri ikiye ayırdım. Daha metafizik ve ferdi olanları Körfez'de yayınladım ve arkadaşlarım Doğan Yel ile Cafer Canlı'dan borç alarak kendim bastırdım.''

BİRLİK ÇAĞRISI

İslam medeniyetinin yeniden dirilişi için aydınların bir araya gelmesi gerektiğini ifade eder. Birlik idealinin önemine dikkat çeker. Durmadan birleşme, durmadan yakınlaşma, durmadan kaynaşma. Afrika'nın bir ucundan, Filipin Adaları'na kadar kesiksiz uzayan bir diriliş.

Birlik Çağrısı

Ey Azerbaycanlılar, Türkistanlılar, Kafkaslılar, Nijeryalılar, Mısırlılar, Suriyeliler, Bağdatlılar, Amerika'daki Müslüman zenciler, Bosnalılar, Malezyalılar ve daha nice ülkelerde bulunan ve her biri kendi içinde suni ayrılıklarla birbirinin boğazına sarılsın diye kışkırtıcılığın her türlüsüyle karşı karşıya gelen can kardeşlerim!

Her türlü doktrin, her türlü baskı, her türlü savaşla kendi öz gerçeğine dönmekten alıkonan gök medeniyetinin çocukları.

Ne zaman birbirimizi anlayacak, birbirimize yaklaşacak ve aynı ilhamın bahar sıcaklığındaki doğurucu soluğunu omzumuzda duyacağız?

ÖZENLE ÖRÜLMÜŞ DİRİLİŞ FİKRİ

90'lı yıllara gelindiğinde Diriliş bu kez siyasi yönleriyle gündeme oturur. Diriliş Partisini kurar. Diriliş Partisini programı muhtevasıyla alışıla geldik parti programından farklıdır. Partinin İstanbul il merkezinde haftada bir cumartesi sohbetleri yapılır. Bu konuşmalar çıkış yolunu hazırlar.

Yıllardan bu yana özenle örülmüş diriliş fikri, partiyle bir siyaset ödevi olmanın önemini yüklenir. 2 dönem üst üste seçimlere katılmadığı için kapatılan parti takvimler 16 Nisan 2007'yi gösterdiğinde bu kez Yüce Diriliş Partisi adıyla yeniden boy gösterir. Parti günümüzde hala faal bir şekilde işleyişine devam etmektedir. Her ne kadar fazla destekçisi olmasa da Sezai Karakoç'a göre bayrağı ondan devralacak kişi büyük bir başarı sağlayacak ve büyük bir ilerleme kaydedecektir.

Kınama beni güneş adamı
Ak kundaklardan çıkıp
Gökyüzü beşiklerinde sallanan
Yer altı maden damarlarından
Daha ağırsam
Kınama beni ayağa
Daha kalkamadıysam

Gül Muştusu

ALINMAYAN ÖDÜLLER

2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nün Sezai Karakoç'a verilmesi kararlaştırılır. Sezai Karakoç ödülün takdimi ile ilgili olarak bir tören düzenlenmesini istemez. Ödülün kendisine posta yoluyla gönderilmesini bakanlığa yazdığı bir yazıyla ister. Para ödülünü ise almayacaktır.

1968'de Milli Türk Talebe Birliği Milli Hizmet Armağanı, 1970 yılında Gümüş Hürriyet Madalyası, 1982'de Türkiye Yazarlar Birliği Hikâye Ödülü, 1991'de 12.Dünya Şairleri Kongresi'nde World Academy of Kolcher ödülünü, 2006 yılında Kültür Bakanlığı Özel Ödülü, 2011'de Cumhurbaşkanlığı Edebiyat Ödülünü kazanmıştır. Ödüllerinin hiç birini almaya gitmemiştir…

Bir kalp duracaksa
Acıdan ve ıstıraptan
O benim kalbim olsun
Senin kalbin değil
Sabah yıldızı
Ağlama ve dayan sabah yıldızı
Kalbin durabilir sonra
Bunca acı ve ıstırap levhası karşısında
Oysa sen daha çok lâzımsın
Sabah uyanan insanlara
Tanrı'nın bütün mâsum yaratıklarına
Gülümsemen gerek
Hatırlatman gerek onlara
Yüzyıllarca belki bin yıllarca
Masumluğun var olduğunu
Alın Yazısı Saati​

Derlenmiştir.
Onedio, leblebitozu,dünyabizim

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN