Arama

Allah’a kul bir ozan

Şiirleri marş gibi okunan, özü ve sözü bir olan, İslâmcı, milliyetçi, ülkücü siyasî ve fikrî grupların şairi Abdurrahim Karakoç, bugün de Erdoğan’ın gönlünden diline düştü. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük şair ve ozanlardan bir tanesiydi o. Unutulmazdı ki hatırlansın... Mihriban’la yerleşti kalbimize. Vatan ve millet sevdası ile gönül titreten sözleri ve dizeleri ile hemen herkesin dağarcığında yer etmiş bir isimdi o... Gelin şimdi Abdurrahim Karakoç’la bir sevdayı yeniden yeşertelim…

Allah’a kul bir ozan
Yayınlanma Tarihi: 10.1.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 07.06.2018 22:56

…Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban…

Abdurrahim Karakoç, Türk şiirinin son 50 yılına damgasını vurmuş, yüzlerce şairi etkilemiş, şiirleriyle milyonlarca insana ulaşmayı başarmış özü ve sözü bir olan bilge bir halk şairiydi.

Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dava dedemden kaldı hakim beğ
Otuz yıl da babam düştü peşine
Siz sağolun o da öldü hakim beğ
(Hakim Beğ, Vur Emri, s. 347)

Cumhuriyet döneminde saz şairlerinin hemen tamamında taşlama örneklerine rastlanırdı; ancak bu alanda ön plana çıkan isim Abdürrahim Karakoç'tu.

"Her şiir şairin aşk denizidir
Her mısra şairin parmak izidir."

"Göz izi, gönül izi, parmak izi…
Gösteren bunlardır kimliğimizi…"

Abdurrahim Karakoç, 7 Nisan 1932'de Celâ (Ekinözü)'da doğdu. İlkokulu köyünde okudu. 23.01.1985 tarihli mektubunda okul ve çocukluk hayatıyla ilgili olarak şu bilgiyi aktarır:

"İlkokulu kendi köyümde dört yılda bitirdim. Birinci sınıfa gittiğimin ikinci ayında kaymakam, müfettiş ve o zamanın ilköğretim müdürü olan maarif memuru dediğimiz kişiler gelmişlerdi. Yukarı sınıftakiler bir mevzuyu bilemeyince bana sordular. Ben de bilince beni bir üst sınıfa geçirdiler. O sene de zaten üçüncü sınıfa geçtim. İlkokulu pekiyi derece ile bitirdim. İlkokulu bitirdikten sonra kuzu güttüm, bağ bahçe işlerine baktım. Zamanı geldi kursa gidip marangozluk öğrendim. Marangozluk yaptım. Fakat bu arada devamlı okudum. Hiçbir yerde bulunmayan kitapları temin eder okurdum. Babam rahmetlik alırdı, ben alırdım, ağabeyim getirirdi. Derken oku, oku, oku… Ben bir okuma hastası olmuştum. İşte bunun üzerine zaten ilkokuldayken şiir yazmaya başlamıştım."

Bir garip ağaçtır imzam kâğıtta
Dalım Elbistan'da, köküm Söğütte.

Okuma konusunda oldukça yükseklere çıkan Karakoç, edebî, siyasî, fikrî, tarihî her türlü kitabı okuyordu. Henüz 18 yaşındayken J. J. Rousseau'nun Emile adlı eserini, Karl Max'ın Kapital'ini okumuştu. Bu nedenle Karakoç güçlü gözlemleriyle tecrübe ve birikimlerini temiz Türkçe'yle birleştirerek Türk edebiyatının önemli şairleri ve yazarları arasındaki haklı yerini alır.

Abdurrahim Karakoç'un babası Ümmet Karakoç, "Ümmet Hoca" diye tanınan, İslamî ilimlere vâkıf, çok güzel halk şiirleri yazan, muhtarlık da yapmış olan aydın bir insandır. Abdurrahim Karakoç'un ve kendisi gibi şair olan diğer kardeşleri Bahaettin, Ertuğrul, Nafiz ve Osman Karakoç'un şiire yönelmesinde Ümmet Karakoç'un rolü büyüktür.

Abdurrahim Karakoç, askerliğinde paratifo hastalığına yakalanır. Bu hastalık moral bakımından Karakoç'u çok olumsuz etkiler. Bu ruh hâliyle o zamana kadar yazmış olduğu bütün şiirlerini yırtar, atar. Karakoç askerden döndükten sonra bir müddet köyünde marangozluk yapar. 1958 yılında kasabasında henüz kurulan belediyeye imtihan ile muhasebeci olarak girer ve buradan 1982 yılında emekli olur. Emekliye ayrıldıktan sonra herhangi bir iş ile meşgul olmaz. 1984 yılında sanat hayatını sürdürmek için Ankara'ya taşınır. Ulusal bir gazetede köşe yazarlığı yapar. Bir ara politikaya girer ancak erken ayrılır. Politikaya niçin girip, niçin ayrıldığını bir röportajında şöyle ifade eder:

"Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım."

Karakoç'un yüzün üzerinde şiiri bestelendi. Özellikle Musa Eroğlu tarafından bestelenen "Mihriban", "Unutursun Mihriban'ım", "Omuzumda Sevda Yükü"; Ekrem Çelebi tarafından bestelenen "Sultanım"; Bayram Bilge Tokel tarafından bestelenen "Dağ İle Sohbet "adlı türküler Türk halk müziğinin klasikleri arasında yerini aldı. Bu türküler, İbrahim Tatlıses, Orhan Hakalmaz, Gülay, Şükriye Tutkun, Gülşen Kutlu, Selda Bağcan gibi ünlü sanatçılar tarafından yorumlandı. "Tohdur Beğ" adlı şiiri, Âşık Mahzunî Şerif tarafından bestelenerek kasetlere okundu. Hasan Sağındık tarafından pek çok şiiri bestelendi, şiirlerinin bazıları İbrahim Sadri, Bedirhan Gökçe gibi sanatçılar tarafından CD'lere okundu.

Abdurrahim Karakoç, 7 Haziran 2012 tarihinde Ankara'da vefat etti…

HATIRLAYABİLDİĞİ İLK ŞİİRİ

Karakoç'un edebiyatla ilgisi daha ilkokul yıllarında dedesinin ve babasının şiirlerini okuyup dinlemekle başladı. Hatırlayabildiği ilk şiirini nasıl yazdığını şöyle anlatır:

"İlkokul sıralarında okurken arkadaşlarımdan birisi ile kavga ettik. Bunun üzerine o arkadaşa şiir yazarak onu hicvettim. Bu şiiri diğer arkadaşlar da okuyunca hicvedilen arkadaşımız hırsından deli olmuştu." (Avcı, 1986: 7).

Karakoç, anlamı feda etmeden heceyi ve kafiyeyi başarıyla kullanan ender şairlerden biriydi. Nitekim Karakoç'un vefatından duyduğu üzüntüyü bir dörtlükle dile getiren Cemal Safi, Karakoç'un kafiye ve hecedeki ustalığına şöyle vurgu yapar:

"Nasıl ağıt yakalım dinlerken 'Mihriban'ı
Derdimizi dökecek kafiye mi bıraktın?
Hece veznine âşık ettiğin garibanı
Teselli etsin diye Safi'ye mi bıraktın"

Karakoç'un hiciv konulu şiirlerinde de eşine az rastlanan benzetmelerle karşılaşırız. O, insanları hicvederken birkaç kelimelik benzetmeyle birçok insanın karakterini karikatürize edebilmektedir.

Kimisi durgun göl, munis bir ırmak
Şişenin içinde coşar kimisi
(İnsanlar, Suları Islatamadım, s. 151)

Gözlerimiz kurşun, elimiz bıçak
Severken öldürdük güzellikleri
(Güzellikler Katliamı, Konevi, S. 17, s. 19)

KARAKOÇ'A GÖRE SANATIN AMACI VE İDEOLOJİ İLİŞKİSİ

Her sanatçının bir idolojisinin bulunduğunu ve sanatçının bu ideolojisini sanatına yansıttığını ifade eden Abdurrahim Karakoç, kendisiyle yapılan bir mülakatta, sanat, sanatın amacı ve ideoloji ilişkisi hakkında şunları söyler:

"Her sanat ideallerine hizmet etmekle mükelleftir. Ama bu hizmet sanat olarak yapılır. İdeallerine hizmet etmek gayesiyle yapılan bir sanat zaten basit bir sanatsa idealine de hizmet edemez. Sanat, mükemmel olmalıdır. İdealse güzelse elbette sanat idealin emrinde olacaktır.

Her sanatın ideolojik bir yönü vardır. Mikelanj bir heykel yapar. Kimin heykeli? Musa'nın heykeli. Neden İsa'nınkini yapmaz? Çünkü Yahudi'dir. Leonardo da Winci, kalkar en büyük katedrali yapar. Niçin cami yapmamıştır? Çünkü onun ideolojisi o idi. Dinine hizmet. Ama Mimar Sinar Süleymaniye'yi yapar. Niçin gidip de bir kilise yapmaz? Çünkü onun inancına aykırı idi. Yahya Kemal'in şiirinde niçin Süleymaniye'de bayram sabahı oluyor da filan yerin bilmem ne yortusu olmuyor? Mehmet Akif niçin Çanakkale şehitleri için şiir yazıyor? Bu şairleri şiiri ideolojisine kurban etmiş diyerek şairliklerini inkâr mı edeceğiz? Ama bu şairlerin şiirlerinde sanat da var ideoloji de (Avcı, 1986: 130)."

HALKI HOR GÖREN KAMU YÖNETİCİLERİ

Karakoç, özellikle İsyanlı Sükût, Tohdur Beğ, Hakim Beğ, Mebus Beğ adlı şiirleriyle halkın sözcüsü olarak duygularına tercüman olmuş, bu şiirlerle halkın gönlünde taht kurmuştur.

Varmıştı makama arz-ı hâl için
"Bey" dedi, yutkundu, eğdi başını
Bir azar yedi ki oldu o biçim
"Şey" dedi yutkundu, eğdi başını"

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı...
Bir baktı konağa alttan yukarı
'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını.

İçmedi, masada unuttu çayı
Kalktı ki garsona vere parayı
Uzattı çakmağı ve sigarayı
'Say' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş
Sandım can evime döktüler ateş
Sordum: 'memleketin neresi gardaş? '
'Köy' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden
Salladı dilini.. vazgeçti birden,
'Oyyy' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Yedi baş horanta yıkık hânede
Tüm kazancım bini bulmaz senede
Yüz pangunut helal olsun gene de
Ben nereyim, beşyüz nere tohdur beğ
(Tohdur Beğ, Vur Emri, s. 345)

Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dava dedemden kaldı hakim beğ
Otuz yıl da babam düştü peşine
Siz sağolun o da öldü hakim beğ
(Hakim Beğ, Vur Emri, s. 347)

Çalışa çalışa kuruyor kanım
Vergi şeleğinden çıkıyor canım
Sen insansın amma ben de insanım
Yolunacak kaz belleme mebus beğ
(Mebus Beğ, Vur Emri, s. 349)

MEKTUP USULÜ ŞİİR TARZI

Karakoç, 1960-1963 yılları arasında yazdığı şiirlerden oluşan Hasan'a Mektuplar adlı ilk eserinde mektup usulü şiir tarzını denedi ve bunda da oldukça başarılı oldu.

Sabrın sonu selamettir, diyerek
Sabırları dalda çürüttük tek tek
Yeter yüreklerde sızı beklemek
Bu çilekeş millet gülmeli Hasan
(Hasan'a Mektup 2, Vur Emri, s. 143)

Karakoç, bir mülakatta, şiirlerinde taşlamalara neden bu kadar yer verdiğini şöyle açıklıyor:

"Efendim, bülbülden, gülden, tabiattan, geceden, yıldızdan, aydan, şafaktan, aşktan söz etseydin bundan daha iyi olurdu diyenler var. Ben onlara fırsat bulamadım ki… O dedikleri âlemi bulabilmek için bu kötülüklerin yıkılması lazım. Ben bunlara vura vura oraya gitmek istiyorum zaten. Kötülükleri yıkayım ki o güzelliklere varabileyim. Yılan taşlamaktan bülbül sesi dinlemeye vakit bulamadım."

DİNÎ TEMALI ŞİİRLERİ

Karakoç'un dinî temalı şiirlerinde dini öğretmekten ziyade dini sevdirmek ve din üzerinde düşündürmek amacı vardı. "Küçük Sınav" adlı şiirde insanın yaratılışını tesadüfe bağlayanlara şu soruları sorar:

"Ana, baba vesiledir ortada
Kim gönderdi, nasıl geldin, de hele
Et, kemik, kan mevcut durur mevtada
Eksilen ne? Niye öldün? De hele.
(Küçük Sınav, Kan Yazısı, s. 103)

Muhammed Resuldür, Allah bir dedik
Beş vakit dilimiz Mevlâ'ya gider
Hazreti Kuran'ı rehber eyledik
İnşallah yolumuz Mevlâ'ya gider
(İslam Yolu, Vur Emri, s. 43)

"Dönüş adlı şiirde beşerî aşktan İlahî aşka geçişin hikâyesini anlatır:

Bunca yıldır bir hiçliğe
Gittim sana geliyorum
Yeter artık döne döne
Bittim sana geliyorum
(Dönüş, Vur Emri, s. 68)

MİLLÎ DUYARLILIK TEMALI ŞİİRLERİ

Abdurahim Karakoç, bir dava şairiydi. Tıpkı Mehmet Akif Ersoy gibi davası için yaşadı, bu uğurda eğilmedi, bükülmedi.

Ben milletim uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir
Zulüm Azrail olsa, hep Hakk'ı tutacağım
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.
(Dava Felsefem, Vur Emri, s. 10)

Uyuşukluk şifa bulmaz illettir
Korkaklık en adi, en pis zillettir
Adalet ne güzel, ne hoş nimettir
Hep doğruyu bulacaksın tamam mı?
(Tamam mı, Vur Emri, s. 37)

ÇAĞIMIZIN LEYLASI: MİHRİBAN ŞİİRİ

Abdurrahim Karakoç'un davası olduğu kadar aşkı da vardı. Aşkı konu alan şiirlerinde coşkun bir lirizm hâkimdi. Bu şiirlerin en tanınmışı ve en sevileni şüphesiz "Mihriban" şiiriydi...

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
(Mihriban, Vur Emri, s. 80)

Aşk hakkındaki görüşlerini, "Aşk, bitmeyen sonsuz bir sevgidir. Ama bu sevgide, bedenî bir arzu olursa ben bunun karşısındayım. Yani maddî arzunun dışında, hiç ölmeyen, başlangıcı ve sonu olmayan güzel bir sevgi, saf ve samimi" şeklinde açıklayan şaire yukarıdaki şiirde geçen Mihriban'ın kim olduğu sorulduğunda;

"Mihriban diye hayatımda tanıdığım kimse yok. Bu sembol bir isimdir. O isimde kimseyi tanımış değilim. O, hayalimdeki öyle bir şey ki, işte olmamış, gerçekleşmemiş. Belki de Jan Jak Rousso'nun Emil'i gibi bir şey" cevabını verir.

FİKRİYAT
Derlenmiştir.
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, Ramazan Avcı

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN