Arama

Tecrübeli kaybeden 'CHP' neyi yapamıyor?

Uçan oy, AA’nın yalanları gibi iddialar CHP’nin seçim sürecindeki gerçekle kavgalı tutumuna örnek teşkil etmekteydi. Evet sol gelenek ütopyaya inanır, ancak ütopya ütopyadır gerçek ise gerçektir. Ütopyanın gerçeğin önüne geçmesi sebebiyledir ki, Türkiye’nin en tecrübeli kaybedeni CHP halen bir seçim mağlubiyetini nasıl yöneteceği ile ilgili bir stratejiye sahip değildir.

Tecrübeli kaybeden ’CHP’ neyi yapamıyor?
Yayınlanma Tarihi: 1.7.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 01.07.2018 13:30

II. Dünya Savaşı'nın dönüm noktası hiç şüphesiz Alman ordusunun Stalingrad önlerinde yaşadığı bozgundur. Almanların, Stalin'in ismi ile müsemma bu şehri almaları halinde neler yapabileceği hala tartışılır. Sovyetler, Almanları durdurmak adına 27 milyon kurban vermiş, Nazilerin ilerleyişini durdurmayı başarmıştı. Gelgelelim bu sanıldığı kadar Sovyet tarzı elde edilmiş bir zafer değildir. 1917 Devrimi ile dini kurumları baskılayan, din adamlarını büyük bir kırımdan geçiren Sovyet idaresi Stalingrad kuşatması esnasında dinin ne kadar faydalı bir enstrüman olabileceğini keşfetti. Gençliğinde papaz okulunda okuyan ve papaz olması beklenen, ancak gönlünü komünizme kaptıran ve Bolşevik olan Stalin, Sovyet yurttaşlarına hitap etmek üzere radyo başına geçti ve hitabı ile herkesi şaşırttı. Sovyetlerin başı, halkına alışılageldiği üzere "yoldaşlar, yurttaşlar" şeklinde değil, bir Ortodoks papazı gibi "Sevgili kardeşlerim ve hemşirelerim" şeklinde hitap etti ve herkesi bütün inancıyla direnmeye çağırdı. Aynı gün bir askeri kargo uçağı Çarlık Rusyası'nda ordunun manevi himaye edicisi olduğuna inanılan Tichvinskaja ikonasını Moskova üzerinde saatlerce uçurdu. Stalingrad kuşatmasından kurtulanlar Stalin'in konuşmasının herkes üzerinde büyük bir etkisi olduğunu anlatır. Savaş sonrası Stalin eski Stalin'e döndü, kilise baskılandı, inanç hor görüldü.

KİMLİK SİYASETİ STRATEJİSİ

24 Haziran seçimleri tarihe hiç şüphesiz bundan önceki seçimlerde olduğu gibi laik-dindar kutuplaşmasının yükseldiği bir seçim olarak geçmeyecek. Aksine dindar ve dindarımsı arasında geçen bir seçim atmosferini geride bıraktık. Seçimin böylesi bir atmosferde geçeceği esasen Abdullah Gül'ün çatı aday olarak dayatılması sürecinde kendisini ortaya koymuştu. Yıllardır laik-dindar dikotomisi ile gidilen seçimlerde CHP'nin izlediği kimlik siyaseti stratejisi Türk kolektif hafızasındaki CHP karşıtı duvara çarpmış, ağır seçim mağlubiyetleri ile sonuçlanmıştı. Ak Parti iktidarının ilk yıllarında, 28 Şubat rüzgarını arkasına alarak yükseltilen laik-dindar gerilimi, Türk muhafazakarını her zaman müteyakkız tuttu. Bu teyakkuz kendisini yalnızca Ak Parti'ye verilen oy olarak ortaya koymadı, hangi şart altında olursa olsun CHP'ye verilmeyecek oy olarak da ortaya koydu. Bu tabloyu biraz olsun değiştirmek adına seçim stratejisini yeniden kimlik siyaseti üzerine kuran CHP ve yol arkadaşları, farklı bir kimlik siyasetini önceleyerek, kemikleşen Türk muhafazakarlığını gevşetmek, Erdoğan'dan koparmak ve mümkünse içinde CHP'nin de bulunduğu koalisyona kazandırmak amacındaydı. Abdullah Gül bu amaca en uygun isimdi. Bu formül çeşitli mahfillerde "makul orta", "toplumsal mutabakat" gibi isimlerle dile getirildi. Abdullah Gül olmadı. Gül'ün adaylığı üzerinde gerekli mutabakatın sağlanmaması söz konusu planı topal bıraktı ise de ortadan kaldırmadı. Türk orta sınıfının laikçi cepheye karşı sahip olduğu ön yargıları kıracak bir dil geliştirmek bu seçimin en önemli stratejisiydi.

Bu amaçla sürdürülen imaj çalışması ile Muharrem İnce "dindarımsı" bir karakter olarak öne çıkarıldı. İnce'nin böylesi bir imajla ön plana çıkarılması, CHP'nin geleneksel seçmenine Ekmeleddin İhsanoğlu tecrübesi ve Abdullah Gül ihtimalinden sonra hiç de rahatsız edici gelmedi. İnce sürekli dillendirdiği dini referanslar ile sağ seçmene mavi boncuk dağıtırken 16 yıllık bir iktidarı yapıp ettikleri ile eleştirmeyi ihmal etti. Dile kolay, 16 yıllık bir iktidarı eleştirecek onlarca kusur bulmak mümkündür. Gelgelelim CHP kendi yükselttiği kimlik siyaseti tuzağına düştü ve bu kusurların üzerine yoğun biçimde gitmeyi beceremedi. Kimlik siyaseti o kadar belirleyici idi ki Komünist Parti Genel Sekreteri Kemal Okuyan seçim öncesi SOL gazetesinde yayınlanan propaganda konuşmasında Stalin'i hatırlatır şekilde "kardeşlerim" hitabını kullandı. Muhalefet çoklu bir yapı ile seçime girerek muhafazakar seçmenin çeşitli katmanlarına hitap etmeyi amaçladı.

Milliyetçiler İP'e ve Akşener'e, dindarlar Saadet Partisi'ne ve Karamollaoğlu'na yönelmeliydi. Son kertede merak edilen bu algı çalışmasının ne kadar başarılı olacağı, muhafazakar seçmenin ne oranda çözüleceğiydi. Ancak plan iki noktada akamete uğradı. CHP'nin adayı Muharrem İnce'nin dinamizmi ve meydanlara getirdiği heyecan, aylardır suni rüzgarlar ile yelkeni şişirilen Akşener'i gölgede bıraktı. İnce'nin yükselişi Akşener'i gölgede bıraktıkça Akşener gündem olmaktan çıktı, mitinglerine ilgi gösterilmedi; dahası kimse Akşener'in ne yaptığı, ne söylediği ile ilgilenmedi. Bu durum seçimi bildiğimiz klasik Ak Parti-CHP yarışı haline getirdi. Akşener, partisinin amacının Türkiye'yi içinde bulunduğu ikili yapıdan kurtarmak olduğunu açıklamıştı. Buna karşın Millet İttifakı'nda yer alması ikili yapının bir tarafına iltihak anlamına geldi. Akşener bu sebeple muhafazakar seçmen açısından bir tercih olmaktan çıktı. Aynı durum Saadet Partisi ve lideri için de geçerli. Seçimi CHP- AK Parti yarışı haline getiren amil, ikili yapıda yer alan partiler arasında CHP'nin ve adayının dominant bir görüntü arz etmesidir.

Planı akamete uğratan ikinci husus ise, seçime muhafazakarlara göz kırpar şekilde girmesi beklenen İnce'nin İzmir mitingi ve bu mitingde yaşananlar oldu. Gündoğdu meydanını dolduran CHP taraftarı kitle kelimenin tam anlamıyla kendisini tutamadı ve asıl mahiyetini ortaya koydu. Burada dillendirilen nefret söylemleri, miting öncesi ve sonrası kaldırılan kadehler eşliğinde "sonunuz geldi mollalar" sloganlarının haberlere ve sosyal medyaya düşmesi muhafazakar seçmen üzerinde şok etkisi yarattı. Bu manzara muhafazakar kitle açısından yaklaşan tehlikeyi gözler önüne sermekteydi. Sağ seçmen safları sıklaştırdı, Ak Parti'ye küskün olanlar Saadet Partisi'ne yahut İyi Parti'ye değil MHP'ye yöneldi, Erdoğan bu seçmenin de oyunu alarak, partisinin on puan üzerine çıktı. Seçim bildik sağ-sol seçimi şeklinde geçti ve o şekilde neticelendi.

CHP NEYİ YAPAMIYOR?

Seçim günü ve sonrasında yaşananlar aslında CHP'nin bütün plan ve stratejisine rağmen neden başarısız olduğunu ortaya koyuyor. Uçan oy, Anadolu Ajansı'nın yalanları gibi iddialar, Haluk Pekşen'in Fox Tv'ye bağlanarak ekrana yansıyan oranların gerçeği yansıtmadığını öne sürmesi CHP'nin seçim sürecindeki gerçekle kavgalı tutumuna örnek teşkil etmekteydi. Evet sol gelenek ütopyaya inanır, ancak ütopya ütopyadır gerçek ise gerçektir. Ütopyanın gerçeğin önüne geçmesi sebebiyledir ki, Türkiye'nin en tecrübeli kaybedeni CHP halen bir seçim mağlubiyetini nasıl yöneteceği ile ilgili bir stratejiye sahip değildir. Parti genel merkezine sökün eden kalabalıklar karşılarında bir yetkili bulamamış, bundan şikayetçi olarak genel başkanlığa adaylığını koymuş olan muharrem İnce dahi ertesi güne kadar ortalarda görülmemiştir.

Kamuoyu araştırmalarını sürekli olarak yalanlayan, devletin haber ajansının verdiği oranları güvenilmez ilan eden parti yönetimi kitlesini yine bir yalana inanmaya mecbur etmiştir. Kendisini olduğundan farklı bir şekilde lanse eden adayı oy oranını artırmış olsa da, partinin oy oranında yaşanan düşüş gerçek ile aradaki mesafenin artışı sebebiyledir. CHP Türkiye'nin sol muhalefet partisidir ve CHP'den asla bir sağ iktidar çıkmaz. Buna rağmen böylesi bir çaba içine girmek CHP'nin oy oranının yüzde 22'lere kadar gerilemesine sebep olmuştur. Bütün bunlar CHP'nin kendi gündeminin haricinde bir gündeme sahip olmaması, ülkenin ve hayatın gerçeklerinden kopuk olması sebebiyledir. CHP'nin başaramadığı ikinci şey ise asıl siyasetin hangi mecrada yapılacağına yönelik inancın tesis edilmesi gerekliliğidir. Bir ana muhalefet partisinin vazifesi ülke siyasetine yön vermek iken, CHP yönetimi alışılageldiği üzere kendi iç siyasal dengelerine hasr-ı nazar etmeyi terketmemiştir. Seçim sürecinde ve sonrasında Kılıçdaroğlu'nun önceliği partisinin başında kalmak ve koltuğunu korumak olmuştur. Bu sebeple İnce, propaganda döneminde partisi ve teşkilatları tarafından yeterince desteklenmemiş, Zonguldak mitingi öncesi yaşananlar bu çatışmayı gözler önüne sermiştir. Bu elbette tek parti döneminden kalma bir yatkınlıktır. Parti içi gündemin Türkiye'nin gündemi olduğunu sanan bir akıl tarafından yönetilen bir parti bu seçimde de kaybeden oldu.

Star-Açık Görüş
M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN