Geçmişten günümüze aktarılan 7 zanaat
İnsanoğlunun var olduğu tarihten günümüze kadar uygarlık, el sanatlarıyla iç içe yaşamıştır ve yaşamaktadır. Kültürel mirasımızın önemli bir ögesi el sanatlarıdır. Bu zanaatlarda ustalaşmak bir ömür gerektirdiğinden genellikle eğitime çocukluktan başlanır. Ustasından öğrendiklerini yıllar içinde geliştiren çırağın kendisi de bir gün usta olur ve böylece gelenek devam ettirilir. İşte ustadan çırağa, geçmişten günümüze aktarılan 7 zanaat…
Önceki Resimler için Tıklayınız
Takıdan tespihe, büst ve bibloya kadar birçok ürüne dönüşen lüle taşı, ustaların elinde aldığı şekille, Eskişehir'in en önemli ve bilinen hediyelik eşyalarından biri olma özelliği taşıyor.
Ocaktan çıkartılan lüle taşını, çekiçle çevresindeki diğer taşlardan arındıran ocakçılar, kabaca taşın biçimi ve büyüklüğünü ortaya çıkarttıktan sonra kısa nacak veya satırla yabancı maddelerden ve çamurdan temizliyor.
Bu aşamadan sonra lüle taşı, Eskişehir içinde işlenecekse ustaya adet hesabıyla satılıyor. Kaba bıçağıyla taşın üretim için uygun olmayan kısımları, girintileri, çıkıntılarını temizleyen usta, çok ince ve keskin ağızlı bir bıçakla düzelttiği lüle taşına istediği şekli vererek yeni bir ürün ortaya çıkarıyor.
Arkeolojik çalışmalar, lületaşının yaklaşık beş bin yıl öncesinden bilindiğini ve değişik amaçlarla kullanıldığını göstermiştir.
Günümüzde lületaşı süs eşyası olarak kullanılmaktadır.
Hediyelik eşyaların ortaya çıkmasında kullanılan lüle taşını, hayal güçleriyle şekilden şekle sokan ustaların 1990'lı yıllarda binleri bulan sayısı, şimdilerde 50'lere kadar düştü. Çırak yetiştirememekten dertli olan lüle taşı ustaları, yine de işlerini ilk günkü özveriyle yapmaya devam ediyor.
Mesleğini Odunpazarı Belediyesi El Sanatları Çarşısı'nda sürdüren Eskişehir Lüle Taşı El Sanatları Derneği Başkanı Ramazan Bağlan, yaptığı açıklamada, ilkokulu bitirdikten sonra 13 yaşında babasının mesleği lüle taşıyla uğraşmaya başladığını söyledi.
Lüle taşının çıkartıldığı ocaklarda da çalıştığını ifade eden 55 yıllık usta, şöyle konuştu:
"Daha sonra lüle taşını işlemeyi öğrendim. Lüle taşını işlemek için en az üç yıl üniversite eğitimi gibi eğitim almak gerekiyor. Üç yıldan daha az bir zamanda bu mesleği öğrenmek mümkün değil. Lüle taşına 'Beyaz altın' deniyor ancak değerini tam olarak bulmuş değil. Lüle taşı durdukça değerlenen antika bir gibi üründür. Bir pipoyu yapmak, bir saati alıyor. Daha farklı ürünler de yapıyoruz. Bazı özel eserleri yapmak günleri hatta haftaları ve ayları alabiliyor. Mesleğimizin en büyük sorunu çırak yetişmemesidir. Sanat okullarında lüle taşı ustası yetiştirilmesi gerekiyor. 'Bu işi öğrenmek istiyorum' diyen gençlere kapımız sonuna kadar açık. Elimizden geldiğince onlara öğretelim. Bu meslek unutulmaya yüz tuttu. Buna çok üzülüyorum."
Kolay işlenebilir yapısıyla tarih öncesi devirlerden beri kullanılan bakır, eskiden olduğu gibi mutfaklarımızın baş tacı olarak varlığını sürdürmese de bugün bütün hayatımızdan çıkmış değil.
Bundan otuz-kırk yıl öncesine baktığımızda, mutfaklar Anadolu'dan gelen bakırlarla donanırdı. Evlenecek genç kızların, yeni gelinlerin çeyizleri bakırdan yapılan yemek kazanları, kuşhanalar, tavalar, siniler, lengerler, sahanlar, teştler, güğüm ve cezvelerle dolu olurdu. Her usta bakırı ayrı formatta işliyor, ona ayrı bir değer katarak üzerinde adeta kendi imzasını oluşturuyordu.
Esasen Orta Asya'ya ait kabul edilen bakırcılık sanatı, İslam'ın yayılışı ile Doğuya, Haçlı Seferleri ile de Avrupa'ya geçti.
Madenciliğin Doğu'daki merkezleri 15. yüzyıla kadar İran, Irak ve Anadolu'ydu. Selçuklu devrinde Anadolu'da çeşitli teknikler üzerinde başarılı bir şekilde çalışan gelişmiş maden atölyelerinin başında ise Konya, Mardin, Hasankeyf, Diyarbakır, Kilis, Cizre, Siirt, Harput, Erzincan ve Erzurum geliyordu. Bu merkezler Türkiye'nin bakır eşya ihtiyacını karşılıyordu.