Necip Fazıl Kısakürek'in ilk şiirlerini yayınlama macerası
Edebiyatımızın Baki'den sonra ikinci "Sultanu'ş Şuara" unvanına sahip olan Necip Fazıl Kısakürek, fikirleri ve eserleriyle derin izler bıraktı. Yunus Emre'den, Fuzuli'den, Yahya Kemal Beyatlı'dan miras aldığı edebiyata boyut atlattı. Kaldırımlar şairi, en çok şiirleriyle üne kavuşsa da hem Büyük Doğu idealiyle hem de fikir hayatımıza kazandırdıklarıyla hafızalarımıza kazındı. Peki, Necip Fazıl ilk şiirlerini nasıl yayınladı?
Önceki Resimler için Tıklayınız
📌 Necip Fazıl, ilk gençlik yıllarında Yakup Kadri'yi kendisine yakın görür, eserlerini günlerce okurdu. Darülfünun'da okurken bir gün, yazarla tanışıp ona kendi şiirlerini vermeye gitti. Onun İkdam gazetesine gitmesi, Ahmet Haşim, Yahya Kemâl, Halide Edip gibi isimlerle beraber anılmasını sağladı.
Yakup Kadri'ye verdiği şiir edebiyat dünyasında büyük yankı uyandırdı. Her ne kadar Necip Fazıl, yazdığı ilk şiirlerini beğenmeyip acemice bulsa da Ahmet Haşim "Çocuk! Bu sesi nerede buldun sen?" demekten kendini alamadı.
Necip Fazıl, Yakup Kadri ile tanışmasını ve Yeni Mecmua'da yayınlanan ilk şiirini anılarında şöyle anlatır:
"Bir gün "İkdam" gazetesine gidip Yakup Kadri'yi gördüm. Henüz Anadolu'ya geçmemiş ve Ankara'ya taşınmamıştır. "İkdam" gazetesinde "Tahlil ve Terkip" başlığı altında yazılar kaleme almaktadır.
Yakup Kadri, üslûbu ve "Edebiyat-ı Cedide" budalalarına nispetle zengin dünyasıyla, Bahriye Mektebi'nden beri ruhumu çekenlerden... Hususiyle onun "Erenlerin Bağından" isimli nesirlerine günlerce abandığım olmuştu. Bir gün de onun için edebiyat muallimimiz, tasavvufçu İbrahim Aşkî Bey: "Erenlerin bağına girmiş ama üzümünü yiyememiş..." demişti, kaydetmiştim.
Bugün, üzümünü yiyememek şöyle dursun, erenlerin bağına girmiş olmasını da kabul edemeyeceğim, bu kabuk üstü derin adam, o zamanlar bana, kalem ve fikir haysiyetinin ve iç murakabeye sahip muharririn ta kendisi gibi görünmüştü. Sahte büyüleri çözülüp, çehrelerinin olanca sığlık ve kabalığıyla meydana çıkan ve bütün sihrini kendinden değil, bizim ruh püskürtümüzden aldığı belli olan kadın misaline denk, Yakup Kadri, benim gözümde, boyaları dökülmüş bir ahşap maddedir..."
Evet, Yakup Kadri'yi görmek için, "İkdam" gazetesine gittim. Odasının kapısını vurdum. Gür ve tok bir ses "giriniz" dedi. Girdim ve elimdeki defteri masasına bırakarak: "Ben, dedim; Felsefe talebesiyim. Şiir yazıyorum. Takdir ettiğim ender kalemlerden biri olduğunuz için şiirlerimi size getirdim. Beğenecek olursanız neşirlerine lütfen delâlet edersiniz."
Ve tek kelime beklemeden ve eklemeden çıkıp gittim. Kalem kaşları, açık alnı, vakarlı çizgiler taşıyan yüzüyle Yakup Kadri, üzerimde iyi bir tesir bırakmıştı. Onda, Bahriye Mektebi'nden hocam ve sonraları, ahbabım Yahya Kemâl'in, ya dalgın ve unutkan yahut yılışık ve laubali yüzünden eser yoktu. Vilâyet Mescidi'nin solunda, (Arşiv) dairesinin bitişiğindeki ahşap binada (hâlâ duruyor) karargâh kurmuş olan "Yeni Mecmua" onun fikrî idaresindeydi.
Bir iki hafta geçti, geçmedi; kafamda bir bomba! 17 yaşındaki çocuğun şiirleri en genci 35 - 40 yaşındaki üstatların yazıları arasında yayınlanmaya başlamaz mı? Mecmuaya bakan, Fevzi Lûtfi (Karaosmanoğlu)... Mecmuanın etrafında Yakup Kadri, Ahmet Hâşim, Yahya Kemâl, Halide Edip, Refik Halit, Ahmet Refik, Köprülüzâde Fuat ve benzerleri...
"Yeni Mecmua"nın bu Ziya Gökalp'tan sonraki devresinde, fikir yazılarını, daha ziyade Darülfünun hocaları yazıyor ve ilk hamlede oraya kabul edilmek bir muvaffakiyet sanılıyor. Güya tasavvufî bir hava tütüyor ilk şiirlerimden. Çilesini çekmeye henüz (12-13) yıl uzak olduğum dâvanın, bütün inceliklere uzak, (fantazi) plânında bir heveskârıyım.
«Ben»i büsbütün ezmek ve süründürmek yerine tahta oturttuğumun farkında değilim:
"Bir benliği bin secdeye versem,
Vermek, yine benden, yine benden"Yahut satıh içi kof kelime planında bir özeniş:
"Sevgilime kul oldum,
Güzelliği seçeli.
Varlıkta yoksul oldum,
Benliğimden geceli.
Vücut ruha ağ gibi,
Bir düğümlü bağ gibi
Muhabbet, menbâ gibi
Kevserinden içeli"Aruzla hece vezni arasında bocalıyorum. Fakat temel daima hece:
Benim de yerim bu el oldu yahu
Gençlik bahçesinde sel oldu yahu!
Çünkü tâ derinden bağrımı yaran,
"O başımın tacı el oldu yahu!
Saçları boynumda dalgalandı da,
Beni boğmak için tel oldu yahu!
Ateşte yaktıktan sonra nefesi
Kulumu savurdu, yel oldu yahu!
Ben bu halden ibret almadan göçtüm.
Ondan ibret alan, el oldu yahu!"17-18 yaşlarının gayet acemi ve iptidaî şiir çabalayışı…"
"Zamanenin Edebiyat-ı Cedide kartonlarından sonra Fecr-i Âti kuklalarından elenmiş üstatları, bu çocuğa ve onun getirdiği yeni sese hayran... Hece vezninin Ziya Gökalp devşirmeleri, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi, Faruk Nafiz gibi şairler de, aralarında Nâzım Hikmet, müşterek şiir broşürleri çıkarıyor, bir ikisi işi güldürmecilik esnaflığına dökmeyi fikir ve şiir çilesinin üstünde tutuyor ve ana dile açık Türkçenin bu ilk ve posa şairleri, Yeni Mecmua sütunlarına lâyık görülmüyor.
Henüz hecenin kemmiyet âleti üstünde, keyfiyet cevheri getirilmemiştir. Delikanlı muhayyilemde o kadar büyüttüğüm bu üstatlar, birkaç temas içinde gözümde nasıl karagözleştiklerini, sığlaştıklarını anlatamam. Hepsinde bir cüce hırsı ve birbirini küçültme çabası, ceketlerinin altından çıkmış bir iç çamaşırı gibi meydanda...
Yukarıda, «Yahu» redifli şiiri gördünüz ya! "Mezar Kitabesi" adını taşıyan bu şiir için, bir gün Ahmet Haşim'in "Yeni Mecmua" idarehanesinde Fevzi Lûtfi'nin yanında bana söylediği sözü unutamam:
"Çocuk! Bu sesi nerede buldun sen?"
Sonra, verdiği rütbeyi kıskanmış olacak ki, ilâve etti: "Kendini bir şey sanma! Yakup Kadri'nin seni tuttuğuna da bakma! Tesiri altındasın da ondan... Sanatkâr, tesiri altında kalanı sever."
"En aşağı 35 - 40 yaşındaki üstad payeli insanın, 18'lik çocuk heveskâra söylediği bu söz, o zaman bana çok dokundu. En iptidaî zaaflarını, cücelik duygularını yenemeyen bu insanlara karşı: "Hale bak sen; kimlere inanıyoruz?" diye düşünmekten ve o çağda bile beni gerimdekilerden ayıran sınır çizgisini görmekten nefsimi alıkoyamadım.
Yeni Mecmua'nın pişmiş üstatları, bu koca kafalı ve yeni sesli çocuğa hayretle bakıyorlardı. Bana gelince, nefs zebunluğu bakımından onlardan beterdim. Belirtmiş olduğum gibi neşredilmiş ilk şiirimden başlayarak, dünyada artık beni tanımayan tek kişi kalmadığını, kahvelerde, sokaklarda, salonlarda hep beni konuştuklarını sanıyordum... Herkes cüce, bense dev."