Labirent kitaplar
Günümüzdeki görsel sanatlardan edebi metinlere kadar pek çok yerde karşımıza çıkan labirent imgesinin, girift durumlarda tuhaf bir rahatlatıcı etkisi mi var? Yoksa tam tersi sizi buhrana mı düşürüyor? Bu sorulara, "labirent kitap" diye nitelendirebileceğimiz eserlerle cevap veriyoruz. İşte okuru bir tür bulmacanın içine hapsedebilecek kitaplar...
Önceki Resimler için Tıklayınız
Bu kitabı okumaya normal bir kitap gibi birinci sayfadan başlayın. İlk bölümün sonunda, önünüze bir yol ayrımı çıkacak. Kararınızı verin ve ilgili bölüme gidin. Her bölümün sonunda seçimlerinizle kaderinizi kontrol etmeye devam edeceksiniz. Kitabı okurken bazen hiç beklemediğiniz bir yere ulaşacak, bazen de kendinizi daha önce olduğunuz yerde bulacaksınız.
Hayatın size neler hazırladığını asla bilemezsiniz. Ama bunu biliyorsunuz, iyilikler her zaman ödüllendirilmiyor ve bazen hatalı kararlar, şahane olayların başlangıcı olabiliyor. Her yolculuğun sonunda başa dönüp tekrar başlayın, unutmayın, herkes ikinci bir şansı hak eder. Yüzlerce farklı hayat sizi bekliyor. İyi şanslar.
Seksek oyunu, ayağın ucuyla itilen bir taşla oynanır. Oyun elemanları şunlar: kaldırım, irice bir çakıl taşı, ayakkabı ve tebeşirle çizilmiş güzel bir çizgi, renkli tebeşir tercih edilir. En üstünde çizginin gökyüzü hanesi bulunur ve en altta yeryüzü; taşı iteleye iteleye gökyüzü'ne ulaşmak çok zordur; ne denli nişan alsan, ne denli dikkatlice atsan ve itelesen de zordur, taş çizgi üstüne gelir veya çizgi dışına çıkar.
Julio Cortázar'ın başyapıtı Seksek, ilk yayımlandığı 1963 senesinden beri Latin Amerika edebiyatının en çok tartışılan, sonraki kuşak yazarlar üzerinde en çok iz bırakan eserlerindendir. Antiroman diye de nitelenen ve "anlatı" ile "anlatının yarattığı çağrışımlar" üzerine inşa edilen Seksek'in başındaki okuma planında, maceracı okurlara alternatif bir "sıçrayarak okuma" düzeni sunulur. Bu okuma biçimi, seksek oyununu andırır. Okuru kurmacanın etkin bir unsuruna dönüştüren bu sıçramalar, yalnızca romanın okuma biçiminin değil, yaratılan kişilerin, dolayısıyla insanlığın içinde yaşadığı dünyanın parçalanmışlığını simgeler.
Bir evin içinde bir yazarın adımlarını takip ettiğinizi düşünün. Evin sabit bir krokisi, formu yok. İçi, dışından büyük bir ev burası ve her oda, her köşe sanki tuğla yerine yapraklarla örülü; sürekli hareket halinde, geride bıraktığınız her oda kayboluyor. Amerikalı yazar Mark Z. Danielewski'nin 'Yapraklar Evi' bu: Hikâye içinde hikâye içinde hikâye içinde hikâye... Hangi karakter gerçek, hangisi 'hayali ürün' hakiki bir muamma. Tek bir gerçeği olmayan, kurmacası bol bir yapıya sahip. Gerçeği, okurun takdirine bırakıyor; her seferinde aklınızı daha da karıştıracak, kafanızda kurduğunuz kurguyu tekrar bozacak bir çomak sokmayı ihmal etmiyor.
"Bu kitaba başlamadan önce hayatla, harflerle, hatta
romanlarla ilgili bildiğiniz her şeyi unutmalısınız."
50 ve 60'ların Amerikan edebiyatına "apokaliptik" olarak nitelendirilebilecek, birbirinden ilginç karakterlerin çevresinde şekillenen olay örgüsünün kara mizahla örüldüğü romanlar damga vurmuştu. Kurt Vonnegut, John Barth ve Joseph Heller gibi, bu postmodernist akımın öncü yazarları, kitaplarının yayınlandığı sabah uyandıklarında kendilerini dünyaca üne kavuşmuş halde buldular.
Yerçekiminin Gökkuşağı, kelimenin tam anlamıyla "zor" bir kitaptır. Kimi zaman okuyucunun önüne bir bulmaca koyarken, kimi zaman masaya tüm kültürünü, matematik, tarih, mühendislik, kimya, fizik, müzik gibi konularda bilgisini sererek ona meydan okuyor.