Gerçekle hayal arasında sürükleyen kitaplar
Alışılagelen kuralları yıkan postmodern edebiyat, yazın alanına yeni bir soluk getirdi. "Modernizm sonrası ve ötesi" anlamına gelen postmodernizm, moderniteyi sorgulayarak, çoğulcu bakış açısıyla yerel bilgiye, yerelliğe, özgünlük ve özgürlüklere ayrıcalık tanıdı. İroniyi merkeze alarak hakikat anlayışının parçalandığı, tekil düşüncelerin yerini çoğulluğa bıraktığı yeni bir gerçeklik anlayışıdır bu. Dil oyunlarıyla okuyucuyu zihnin labirentleri arasında gezdiren bu eserler, sizi gerçekle hayal arasında sürükler. Sizler için postmodern edebiyatın mutlaka okunması gereken kitaplarını derledik.
Giriş Tarihi: 22.11.2018
14:48
Güncelleme Tarihi: 06.12.2018
17:34
İtalyan yazar Umberto Eco "Gülün Adı" adlı bu romanıyla bir anda dünyanın dört bir yanında ünlendi. Eco, aslında çok yönlü bir bilim adamı. İtalya'da, Bologna Üniversitesinde öğretim üyesi, tarihçi; filozof, estetikçi, Orta Çağ uzmanı ve James Joyce üzerine derin araştırmalar yapmış biri. Umberto Eco'nun bu ilk romanı, 1980'de İtalya'da ilk yayımlanışından bu yana sayısız basım yaptı ve dünyanın pek çok diline çevrildi. Bu romanın başarısında, kuşkusuz, yazarın Orta Çağ konusunda derin ve dolaysız bilgisinin büyük payı var.
Orta Çağ'da geçen, Hristiyanlık düşüncesini tartışan tarihsel bir roman, bir anlamda da ustaca kurulmuş polisiye ve sürükleyici bir öykü. Kitabın kahramanları olan William, yardımcısı Adso yedi gün içerisinde işlenen sır cinayetleri çözmeye çalışacak. Bu kitap aslında olağanüstü bir dille oluşturulmuş nadir kitaplardan biri.
YÜZYILLIK YALNIZLIK- GABIEL GARCIA MARQUEZ
Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık eserindeki olaylar Kolombiya'da hayali bir kasabada Macando ve Buendia ailesinin hikâyesiydi ve bu kitap anında modern bir klasik haline geldi. Bu eser Cervantes ve Shakespeare'in eserleriyle kıyaslanır oldu. Gabriel Garcia Marquez kitabı yazışını şmlye anlatır:
"Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım, ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı. Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü olağan şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız."
PUSLU KITALAR ATLASI-İHSAN OKTAY ANAR
"…cesaretten başka hiçbir kalkana, serbazlıktan başka hiçbir silaha ihtiyaç duyamayan bir cengâverdi."
"Yeniçeriler kapıyı zorlarken" düşler üstüne düşüncelere dalan Uzun İhsan Efendi, kapı kırıldığında klasik ama hep yeni kalabilen sonuca ulaşmak üzeredir: "Dünya bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır." Geçmiş üzerine, dünya hali üzerine, düşler ve "puslu kıtalar" üzerine bir roman. Türk edebiyatında denenmemiş birçok metodu deneyen yazarın bu kitabı pek çok dile çevirip yayınlandı. Kara mizahın ustalıkla işleyen yazar her satırında insanlara ders veriyor.
MOLLOY/ MALONE ÖLÜYOR/ ADLANDIRILAMAYAN ÜÇLEMESİ – SAMUEL BECKETT
Modern romanın Joyce, Proust, Musil ve Kafka'yla açılan yolunu Beckett bir adım daha uzağa roman üçlemesiyle taşıdı. Molloy, okura Godot'nun neden gelemediğini sezdiren bir başyapıt. Malone Ölüyor aslı ikinci kitabında ise odasında ölmeyi bekleyen yaşlı bir adam ve zihnin gözeneklerinde gezineduran kaygan bir monolog. Beckett'ten roman ile dramanın arakesitinde duran, ya da duramayan, baş döndürücü bir deney. Beckett, zembereğinden boşanan dilin, bir daha asla kapanmayacak, asla susmayacak bir ağzın ve olanları durgun bakışlarla seyre duran bir çift gözün seslenmelerine, sessizleşmelerine indirgedi, karakter denilen asırlık illeti.
Öznel dünyaya nesnel bir bakış açısıyla yazılan bu üçlemede karakterlerin yaşayışlarının ve işlenen durumların birbirleriyle bağlantılı olduğu görülür. Ancak tüm olayların tek bir insanın kurmacası olduğu açığa çıkıyor. Joyce tarzı anlatım kullanan yazarın eseri ağır bir dili var.
Oğuz Atay 172 yılında yazdığı bu eseri yazıldığı dönemde büyük tartışma konusu oldu. Eser, bilinç-akışı tekniğiyle döneme damgasını vurarak Türk edebiyatında yeni bir çağı başlattı. Pek çok eleştirmen, Tutunamayanlar'ı Türk dilinde yazılmış en iyi eser olarak değerlendirir.
Kısmen de olsa otobiyografik olarak adlandırılabilecek bu roman, on derece üst düzey diliyle çevirisi en zor romanlar arasında yer alır. Bu yüzden sadece birkaç dile çevrilebildi. Tutunamayanlar konusu itibariyle intihar eden arkadaşının geçmişini araştıran Turgut Özben'in, söz konusu arkadaşı Selim Işık'ın modern hayata neden "Tutunamadığı"nı öğrenme çabasını anlatmaktadır. Romanda Turgut'un karşılaştığı her kişi Selim Işık'ı tanıyan kişilerdir ve her biri Turgut'a Selim'in farklı yönlerini aktarır.