Arama

Zekeriya Erdim
Mayıs 15, 2023
Küçük cihattan büyük cihada

Küçüklük ve büyüklük bazen kemiyetle, bazen keyfiyetle ilgilidir. On kilo pamuk, yüz kilo demirden daha fazla yer işgal eder amma bir gram altın, bin gram demirden daha değerlidir.

Her bir şey, ihtiyaca yahut gereklilik durumuna göre öncelik ve önem kazanır. Deve bir pula iken almayan adamın, lazım olduğunda bin pula bile aldığı anlatılır.

Rivayete göre; Resulullah (sav) Tebük seferi sonrasında, "Küçük cihattan büyük cihada döndük" demiş. Büyük cihadın ne olduğunu sorduklarında ise; "Kulun, kendi hevâsıyla (nefsinin istekleriyle) mücadele etmesidir" cevabını vermiş.

Siyaset, "yönetme ilmi ve sanatı" olup; alt bileşenleri arasında politika da, bürokrasi de, sivil toplum da vardır. Evimizi ve ailemizi, işimizi ve işletmemizi, vakfımızı ve derneğimizi, devletimizi ve milletimizi yönetmeyi, sevk ve idare etmeyi içine alır.

Biz, her birinin iyi yönetilmelerini isteriz. Belirli zamanlarda "seçim" yapar; yöneticilerimizi değiştirir ya da yeniden görevlendiririz.

Ancak, bazen seçimler yönetici tercihi yapmanın ötesine geçip; din, devlet, vatan, millet, kültür, medeniyet, istiklal, istikbal meselesi haline gelir. Öyle zamanlarda; politikanın, bürokrasinin ve sivil toplumun sorumlulukları eşitlenir.

Kişisel, kurumsal ve toplumsal olarak; kazanılmış değerlerin kaybedilmesinden endişe ederiz. Sadece yöneticilerimizi değil; geleceğimizin ne olacağını, nasıl olacağını da seçeriz.

Millet iradesinin istikameti belli olduktan sonra; akıllar ve fikirler, gözler ve gönüller, dualar ve fiiller bir noktada birleşmelidir. Yetki ve sorumluluk, güç ve imkân sahibi herkes; "kötülüğü azaltma, iyiliği çoğaltma" seferberliği içine girmelidir.

Mücadelenin biri yahut bir bölümü sona erdiğinde; ötekinin başlangıç adımlarını atmalıyız. Terimiz soğumadan yola çıkmalı; değerler dünyamızın sınır boylarında nöbet tutmalıyız.

Birinci adım; nefislerimizin şeytani heveslerinden arınıp, ihtiraslarımızı kontrol altına almaktır. Umumi maslahatları hususi maslahatların önüne geçirerek ve ideallerimizin gerektirdiği "güzel ahlak" gömleğini üstümüze giyinerek; Hak rızası kazanmak için, halka hizmetkâr olma ahdinde karar kılmaktır.

İşte o zaman, küçük cihattan sonra büyük cihada da girmiş oluruz. Derdine derman arayan mazlumlara ve mağdurlara; daha fazla ümit ve güven vermiş oluruz.

Ancak; daha iyi bir ülke yahut dünya düzeni kurmak, sadece siyaset ehlinin sorumluluğu değildir. "Müminler birbirlerini yıkayan eller gibidir" yahut "bir duvarın tuğlaları, taşları gibidir" mealindeki kutlu sözler; dillerden gönüller indirilip, hayata geçirilmelidir.

Eksiğimizi tamamlamak, yanlışımızı düzeltmek, ilmimizi artırmak, imanımızı kuvvetlendirmek, amelimizi salih yapmak, ahlakımızı güzelleştirmek; en öncelikli ve önemli şiarımız olmalı. Tebliğ ve temsil ettiğimiz değerleri benimseyip has daireye girenler; akıl, ruh, beden hastalıklarından kurtulup şifa bulmalı.

Bunun için; itaat edip arkasında durduğumuz kimselere karşı, ikaz ve itiraz görevimizi de yapmalıyız. Tespitlerimizle, tekliflerimizle, amaca adanmış mesailerimizle; yönetim süreçlerine değer katmalıyız.

Doğru adamlar ve adımlar; hak ettikleri desteği görmeliler. Aynı gök kubbenin altında nefes alanlar; varlıklarını devam ettirdikleri çevre ve ortamlara nefes vermeliler.

Samimi siyasetin sembol isimlerinden biri olan Hz. Ali (ra); "Memurlarınızı seçerken, zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve onların zulümlerine seyirci kalmamış kimselerden olmalarına dikkat ediniz" demiş. Mevlana ise; devletin yanında milletin durumunu, "Kim demiş gül yaşar dikenin himayesinde / Dikenin itibarı, ancak gül sayesinde" dizeleri ile özetlemiş.

Ünlü filozof Platon'un bir tespiti var. "İnsanlar; bilgeliği sevenler siyasi gücü ellerine alıncaya yahut siyasi gücü ellerinde tutanlar bilgeliği sevinceye kadar, temel problemlerinin çözüme kavuştuğuna şahit olamayacaklar".

Usta hikâyecimiz Mustafa Kutlu; olanı ve olması gerekeni, bir soru cümlesinde birleştiriyor. Nazik ve kibar bir İstanbul beyefendisi diliyle; "Siyaset çirkefti; insanların birbirini yediği ve hatta alıp sattığı bir yerdi. Amma; buna da bir haysiyet kazandırılamaz mıydı?" diyor.

İngiliz sömürgesine karşı, Hindistan'ın bağımsızlık mücadelesine öncülük eden Gandhi; devlet ve millet yönetimindeki zafiyet noktalarının farkına varmış. "Bizi yok edecek şeyler; ilkesiz siyaset, vicdanı sollayan eğlence, çalışmadan kazanıp zenginleşme, bilgili ama karaktersiz olma, ahlaktan yoksun iş dünyası, insan sevgisini ihmal eden bilim, fedakârlıktan uzak din anlayışı" diye sıralamış.

Konuyla ilgili ayetlerin, hadislerin verdiği mesajdan, muhtevadan anlaşıldığına göre; "biz nasılsak, idarecilerimiz de öyle olur". Çünkü, onlar da bizim içimizden çıkıp yöneticilik makamına gelir.

Biz ahlakımızı değiştirmedikçe, Allah ahvalimizi değiştirmez. Her şey bir hak ediştir; ekmediğimiz buğday ambarımıza, pişirmediğimiz ekmek soframıza gelmez.

Abdürrahim Karakoç'a, "şiire nasıl başladığını" sormuşlar; "Bismillah diyerek" demiş. "Siyasetten niçin ayrıldınız?" diye sormuşlar; "Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için çıktım" cevabını vermiş.

Siyasetin politika, bürokrasi ve sivil toplum kadrolarında, kurumlarında sorumluluk üstlenenlerin; temel ölçüsü bu olmalı. "Halka hizmet" ederken, "Hakkın rızası" daima göz önünde bulundurulmalı.

Küçük cihadın da büyük cihadın da şifresi budur. "Hak katında değeri" olanların, "halk indinde itibarı" olur.

"Allah(cc), kendi sevdiğini kullarına da sevdirir". Yolunda gidenlere; yüksek dağlardan ve engin denizlerden bile yol verir.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN