Arama

Zekeriya Erdim
Ocak 4, 2022
Eleştiri kültürü ve anlayışı

Allah'tan başka hiç kimse ve hiçbir şey; kendi kendine yeterli değildir. Varlığını, başkalarının yardımı ile devam ettirebilir; var oluş nedenini, başkalarının desteği ile yerine getirebilir.

Yardımın ve desteğin yollarından biri de; eleştirmek, ikaz etmek, uyarmaktır. Bu yapılmaz, yerine getirilmezse; insanın hali zayıf olur, hayatı eksik kalır.

Eskiler, veciz bir ifadeyle; "insan insanın aynasıdır" demişler. Birbirimize ayna tutup, eksiğimizi ve yanlışımızı göstermenin; hem bir hak, hem de bir sorumluluk olduğunu söylemişler.

İlahi vahyin tebliğcisi ve temsilcisi olan Hz.Muhammed(sav), bu durumu; "Müminler, birbirlerini yıkayıp temizleyen eller gibidir" diye özetlemiş. Anadolu insanı ve irfanı ise; "El eli yıkar, eller de dönüp yüzü yıkar" sözü ile tekerleme haline getirmiş.

Ancak; "göstermek" için tutulan aynanın da, "yıkamak" için akıtılan suyun da "temiz" olması gerekir. Çünkü; kirli aynanın net görüntü vermesi, kirli suyun yıkayıp temizlemesi mümkün değildir.

O halde; tenkitlerimiz ve uyarılarımız, özü itibariyle "iyi niyet" duygusuna ve düşüncesine dayanmalıdır. Amacı ve sonucu bakımından; "yıkıcı" değil, "yapıcı" olmalıdır.

Ayrıca; "karşılıklı güven" olmazsa, aynanın da suyun da faydası olmaz. Bülbül, kendisine kucak açmayan gülün dalına konmaz.

Günümüz dünyasında; "eleştiri kültürü ve anlayışı" konusunda ciddi düzeyde kirlenme, zehirlenme var. İnsanların büyük bir çoğunluğu; "ifrat" ile "tefrit" arasında gidip geliyorlar.

Dil ve üslup, metot ve usul, maksat ve muhteva açısından; mümkünün içinde makulü bulamıyoruz. Birbirini yıkayan eller, birbirini tamamlayan tuğlalar gibi olamıyoruz.

Oysa, yatay ya da dikey ilişkide bulunduğumuz herkesle ve karşılıklı olarak; bu hakkımızı kullanabilmeli, bu sorumluluğumuzu yerine getirebilmeliyiz. El ele, gönül gönüle; birlikte yükselmeli ve yücelmeliyiz.

Aile hayatımızda, iş hayatımızda, sosyal ve siyasal organizmalarımızda; bu mekanizma kesintisiz işlemeli. Hücreler, dokular, organlar gibi; aynı havayı soluyan herkes, birbirinin bölünmez parçası haline gelmeli.

Kimilerimiz, "körler ve sağırlar" olup; eksiği, yanlışı görmüyor, duymuyoruz. "Neme lazım" duyarsızlığı ve sorumsuzluğu içinde; hal ve gidişin, pasif izleyicileri oluyoruz.

Bunda, yıkamaya çalıştığımız elin eleştiriye açık olmamasının da payı oluyor. Bazı anneler, babalar, öğretmenler, idareciler, aydınlar, yöneticiler, patronlar, kanaat önderleri; "ben her şeyin en doğrusunu bilirim" havasına girip, "müstağni" hale geliyor.

Kimileri de desteksiz ve dengesiz bir şekilde, sağa sola çamur atıyorlar. Ellerini ve dillerini uzattıkları kimseleri; yalan yanlış ithamlarla, iddialarla yıpratıyorlar.

Evini ve ailesini yönetemeyen, işini ve işletmesini yürütemeyen, ülkesi ve toplumu için herhangi bir katma değer üretemeyen insanların; her olayın, durumun, alanın, konunun uzmanı kesildiklerini görüyoruz. Sosyal ve siyasal ortamlarda, medya ve iletişim mecralarında; ahkâm kesip, "felaket tellallığı" yaptıklarına şahit oluyoruz.

Meseleyi bir başka biçimde izah etmek için, iki örnek verelim. Olması gerekeni, yaşanmış öykülerle özetleyelim.

Harun Reşit, Halife olduktan sonra; yakın dostu Süfyan-ı Servi'ye mektup yazıp, biraz sitem eder. "Herkes gelip biat etti, alacağını aldı; benim gözlerim hep seni aradı" der.

Süfyan; aynı mektubun arkasına cevap yazıp, geri gönderir. Halife'nin eksiklerini ve yanlışlarını sayarak, dünyevi ve uhrevi sorumluluklarını hatırlatarak; "Beni, hatalarına ortak etmek için mi çağırıyorsun" diye eleştirir.

Harun Reşit o mektubu, kıymetli bir evrak olarak saklar. Ara sıra, açıp okur; "Senin gibi bir dost, asıl şimdi yanımda olmalıydı. O zaman hata yapmazdım, yaptırmazdın" diye ağlar.

Hindistan'da, "renklerin ustası" diye anılan ünlü ressam Rangu Guru'nun bir talebesi; eğitimini tamamladıktan sonra, ayrılmak için izin ister. Bu arada, son yaptığı resmi göstererek; değerlendirmesini rica eder.

Hocası; resmi şehrin kalabalık meydanlarından birine asmasını, yanına bir kırmızı kalem ile açıklama notu bırakarak "lütfen beğenmediğiniz yerleri işaretleyin" diye yazmasını söyler. Denileni yapar; birkaç gün sonra resmin kırmızı kalemle işaretlenmemiş hiçbir yerinin kalmadığını görüp, derin bir üzüntü içine girer.

Guru ona, yeni bir yol gösterir. Resmi yeniden yapıp, aynı yere asmasını; yanına yağlı boya ile fırça bırakıp, "lütfen beğenmediğiniz yerleri düzeltin" diye not yazmasını salık verir.

Talebesi, bunu da yapar; resmi, boyayı, fırçayı ve açıklama notunu aynı meydana götürür. Birkaç gün sonra, gelip tekrar baktığında; hiç kimsenin, hiçbir yerine dokunmadığını görür.

Ressam aynı ressam, resim aynı resim; sonuç, yüz seksen derece farklı. Bu durumda; her tarafına kırmızı kalemle çizik atanlar mı, hiç dokunmadan bırakanlar mı haklı?

Birbirimizi; iyi niyetle ve iyilik yapmak için eleştirelim. Başkalarının gözlerindeki çapaklardan önce, kendi yüzlerimizdeki karaları görelim.

Dilimiz eleştirmeye, gönlümüz eleştirilmeye açık olsun. El eli, eller de yüzü yıkayıp temizleyecek hale gelsin.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN