Arama

Zekeriya Erdim
Ağustos 30, 2021
Hicret ve himaye
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Tarihin en eski devirlerinden bu yana; yeryüzünde "hicret" de, "himaye" de var. İnsanlar, fertler ya da topluluklar halinde, gönüllü veya zorunlu olarak; köyden şehre, şehirden şehre, ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, kıtadan kıtaya "göç" edip "göçmen, mülteci, muhacir, sığınmacı" oluyorlar.

Mal ve can güvenliğinin tehlikeye girmesi, zulmün ve işkencenin dayanılmaz hale gelmesi, sosyal ya da siyasal gerekçelerle sürgün kararı verilmesi, doğal afetler yüzünden kurulu düzenin bozulması, ikamet edilen yerde geçinme imkânının kalmaması, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yeterli olmaması gibi sebeplerle; taşlar yerinden oynayıp, durabileceği yere kadar yuvarlanıyor. Bazı yer değiştirmeler ise; dinini tebliğ ve temsil etmek, ticaretini geliştirmek, devlet ve millet maslahatlarının gerektirdiği bir görevi yerine getirmek gibi sebeplere dayanıyor.

Birileri de onlara yurtlarının ve yuvalarının kapılarını açıp, sorumluluk alıyor. Barınma ve korunma ihtiyaçlarını gidererek, "himayeci" oluyor.

Kuşların, balıkların ve bazı hayvan türlerinin bile; ihtiyaca göre, kitleler halinde göç ettiklerini biliyoruz. Belirli zamanlarda; üremek, beslenmek, barınmak, mevsim ve iklim şartlarına uyum sağlamak için dünyanın çeşitli yerlerine gittiklerini görüyoruz.

Dördüncü yüzyılda, Orta Asya'da yaşayan kavimler; uzun süren ve yakıcı derecede şiddetli olan kuraklık yüzünden doğuya, batıya, güneye, kuzeye doğru göç etmişler. Tarihçiler de buna, "kavimler göçü" demişlerdir.

Altıncı yüzyılda başlayan ve asıl ağırlığı batı yönünde olan "Türk göçleri", on yedinci yüzyıla kadar devam etmiş, bir kısmı Anadolu'ya gelmiş; bir kısmı Balkanlardan geçerek Avrupa ortalarına ulaşmış; bir kısmı da İran'a, Irak'a, Azerbaycan'a, Hindistan'a gitmiş.

Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet döneminde; biz de dışarıdan göç almışız. Asırlar boyu himayemiz altında tutmuş iken zamanla terk etmek zorunda kaldığımız ve bugün "gönül coğrafyamız" diye tarif ettiğimiz, tanımladığımız ülkelerden ve bölgelerden gelen milyonlarca muhacire; ocağımızı, kucağımızı açıp ensar olmuşuz.

Devletimizin, milletimizin şefkatine ve merhametine sığınanlar arasında; kan ve din kardeşimiz olmayanlar da var. Zulme uğrayan mazlumlar, yurtsuz ve yuvasız kalan mağdurlar; en çok bizim kapımızı çaldılar, çalıyorlar.

Çünkü öyle bir kültürün ve medeniyetin mensuplarıyız ki; mazluma, mağdura kimliğini sormuyoruz. Himayemiz altına girenleri ezmiyor, sömürmüyor, istismar etmiyor; insanlığımızın ve İslamlığımızın gereği olarak yaptığımız iyilik için bedel almıyoruz.

Allah(cc), Nahl suresi ayet 41'de; zulme uğradıktan sonra hicret edenleri dünyada güzel bir şekilde barındıracağını, eğer inanırlarsa ahiret mükâfatlarının daha büyük olacağını söylüyor. Resûlullah(sav) ise; mealen, "Kâfirin küfrü ve zalimin zulmü devam ettikçe hicret sona ermeyecektir" diyor.

Müslümanlara ağır işkencelerin yapıldığı günlerde; Hz. Ebû Bekir (ra), Habeşistan'a hicret etme zaruretiyle karşı karşıya kalmıştı. Ancak, Kârre kabilesinin reisi İbnu'd-Dağinne sürece müdahale etmiş; "Senin gibi bir adam yurdundan ve yuvasından ne çıkmalı, ne de çıkarılmalı" diyerek himayesine almıştı.

Peygamber Efendimizin Taif'e yerleşmek amacıyla Mekke'den ayrılması; Kureyş yasalarına göre, "vatandaşlıktan çıkmak" gibi görülüyordu. Taif'te hayal kırıklığına uğrayıp, geri dönmek zorunda kaldığında; yeniden Mekke'ye kabul edilebilmesi için, güçlü birinin himayesine girmesi gerekiyordu.

Elçi gönderdiği ilk iki kişi, bunu kabul etmedi. Üçüncü kişi olan Mut'im bin Adiyy; "Himayeme almayı kabul ediyorum, söyleyin gelsin" dedi.

Kılıçlarını kuşanmış oğullarıyla birlikte, O'nu koruma altına aldı. Müşrik olmasına rağmen, hiçbir karşılık beklemeden hamisi oldu.

Aynı kişi, daha önce de Müslümanlara uygulanan üç yıllık sosyal ve ekonomik ambargonun kaldırılmasına öncülük etmişti. Örfe uymuş, mazluma ve mağdura sahip çıkma yoluna gitmişti.

Dünyanın kâfiri ve küfrü, zalimi ve zulmü; hiçbir zaman bitmedi. Yaratan'dan ötürü yaratılanı seven, imanının ve vicdanının gereğini yapıp sorumluluk altına giren kimseler; bütünüyle terk-i diyar edip gitmedi.

Özellikle Türkiye; en güvenli sığınma kapısı. Milletin ve ümmetin evlatları için; şefkat ve merhamet çatısı.

Gücümüz ve imkânımız nispetinde; bu erdemli duruşu devam ettirmek zorundayız. Sadece kan ve din kardeşlerimizin değil; dünyanın ve insanlık âleminin vicdanı olma yolundayız.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN