Arama

Zekeriya Erdim
Mayıs 5, 2019
Hangi sese kulak verelim?

Artık "gürültü kirliliği"nin de ciddi düzeyde sorun haline geldiği bir dünyada yaşıyoruz. Aklımızı, ruhumuzu, bedenimizi olumsuz yönde etkileyebilecek seslerden imkanlar dahilinde korunmaya çalışıyoruz.

Çünkü biliyoruz ki her türlü ses, oluşturduğu titreşim silsilesi bakımından da taşıdığı mesaj ve muhteva demeti bakımından da olumlu ya da olumsuz bir "değer" taşıyor. Kulağımıza gelenler; beynimizden geçerek bütün hücrelere, dokulara, organlara ulaşıyor.

Bu alanda araştırma yapan uzmanlar, isimlerin insanların benlik-kimlik-kişilik oluşumunda etkili olduğunu söylüyorlar. Herhangi bir kişinin ismi zikredildiği yahut kendisine ismi ile hitap edildiği zaman, o ismin telaffuzu sırasında oluşan titreşimler ile manasının, muhtevasının yaptığı çağrışımlar dolayısıyla kayda değer bir etkilenmenin olduğunu belirtiyorlar.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde, sesin etki gücünün tarım ve hayvancılık alanında da kullanıldığını görüyoruz. Bitkilerin ve hayvanların verimini, ürününü artırmak için uygun müzik dinletilerinin tercih edildiğini biliyoruz.

Yıllar önce Japon bilim damı Masaru Emoto, su kristalleri üzerinde yaptığı deneyler sonucu, çarpıcı bir gerçeği ortaya koydu. Laboratuvar ortamında kullanılan sesler ve sözler, su kristallerinin rengini ve şeklini olumlu ya da olumsuz yönde değiştiriyor, dönüştürüyordu.

Seksenli yılların sonlarında, Prof. Dr. Ali Murat Daryal'ın "çan sesi" ile "ezan sesi"nin mukayesesini yaparak insan psikolojisi üzerindeki etkilerini anlatan bir tebliğini dinlemiştik. Çan sesinin suni ve yorucu; ezan sesinin doğal ve dinlendirici olduğunu anlamıştık.

Bilindiği gibi içinde yaşadığımız dünyanın da insan vücudunun da yüzde yetmişi sudan meydana geliyor. Bu noktadan hareketle suya etki eden herkes ve her şey insana da etki etmiş oluyor.

O halde kulaklarımız, vücut ülkemizin gümrük kapılarından birisidir. O kapıdan içeri girenlerin iyice kontrol edilmesi, sakıncalı görülenlerin engellenmesi, geri çevrilmesi gerekir.

Onun için, bizim kültür ve medeniyet geleneğimizde, çocuklara verilen isimler de kulaklarına fısıldanan sesler de hep önemli olmuştur. Doğduklarında sağ kulaklarına ezan, sol kulaklarına kamet; uykuya yatırıldıklarında anne dilinden ve yüreğinden sızan dua yüklü ninniler okunmuştur.

Geçtiğimiz günlerde, Yeni Şafak Gazetesi'nin Pazar ekinde bir haber/röportaj yayınlandı. Okudukça derdimiz depreşti; çoktandır uykuya yatan sorumluluk duygumuz, derinden iç geçirerek yeniden uyandı.

Kanuni Fatih Erdaş ile udi Ersin Ersavaş'ın kulağımızdan çok kalbimize dokunan acıklı seslenişleriydi. Sırtını denize dönen adam misali, kendi değerlerimize değer vermeyişimizin sitemkar beyanı gibiydi.

Yıllarca klasik müzik eğitimi almışlar. Popüler müziğin estirdiği rüzgara, fırtınaya rağmen zoru başarıp, kendi mevzilerinde kalmışlar.

Önceki Ramazan ikliminde, gönüllerine bir tohum düşmüş. Uzun ve çileli bir çalışmanın sonunda, şimdiki Ramazan ikliminde meyveye dönüşmüş.

Yeşilçam müziklerinin "klasik eser" gibi sunulduğu, döneminde musiki dünyamızın mimarları olan Itri'nin, Dede Efendi'nin hayatın içinden tasfiye edilip arşive yahut ardiyeye konulduğu bir dönemde; 16. ve 17. yüzyıl klasik eserlerini farklı ritimlerle güncelleyip gündeme getirerek, donkişotluk yapmışlar. Saray Sesleri ismiyle, dijital platformlardan da dinlenebilecek bir albüm çıkarmışlar.

Biz biliyoruz ki şarkılarımızın, türkülerimizin, marşlarımızın, ilahilerimizin oluşturduğu musiki dünyamızın içinde kadim kültür ve medeniyet dünyamızın değerleri de var. Yabancı kültür ve sanat kaynaklarından beslenen nesiller, bir süre sonra çaldıkları havanın ritmine göre oynamaya başlıyorlar.

Böylece sesimiz de nefesimiz de değişiyor. Öykünme ve özenme duygusu, giderek özdeşleşmeye dönüşüyor.

Uzman kişilerin beyanına göre, "müzik ruhun gıdası" imiş. Ne yazık ki bedenimizin gıdası olan besinler gibi, ruhumuzun gıdası olan tınılar da kirlenmiş, zehirlenmiş, "GDO"lu hale getirilmiş.

Şimdilerde, yeniden bir Ramazan ikliminin içindeyiz. Rahmet ve bereket yağmurunun altında aklen, ruhen, bedenen yıkanmanın, arınmanın peşindeyiz.

Kişisel, kurumsal ve toplumsal olarak yeni bir ibra, ihya, inşa süreci yaşayacağız. Dosyalarımızı, dolaplarımızı elden geçirdiğimiz gibi hayatımızın da bir murakabesini, muhasebesini yapıp değerli olan şeylerimizi geleceğe taşıyacak, değersiz olan şeylerimizi çöpe atacağız.

Bu vesileyle, geniş kapsamlı bir "kulak temizliği" de yapmalıyız. Aklımızı, ruhumuzu, bedenimizi olumlu yönde etkileyecek sesleri ve sözleri tutmalı, olumsuz yönde etkileyecek sesleri ve sözleri atmalıyız.

İşe ezanlardan, selalardan, tekbirlerden, salavatlardan başlayabiliriz. Musiki dünyamızı ayrık otlarından ayıklayıp, sesle ve sözle gelen şeytanları taşlayabiliriz.

Bunun için evlerde annelerin ve babaların, okullarda öğretmenlerin ve idarecilerin, toplumda aydınların ve yöneticilerin hassasiyet göstermeleri gerekir. Unutmayalım ki biz hangi fidenin ya da fidanın dibine gübre atar, su dökersek o fide ve fidan daha fazla ürün verir.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN