Arama

Zekeriya Erdim
Ağustos 2, 2017
“Sağlık Olsun” Ama Nasıl?

Bilindiği gibi, insan; akıl, ruh ve beden boyutları bulunan ve birbirlerinin tamamlayıcı unsurları olarak konumlandırılmış hücrelerden, dokulardan, organlardan meydana gelen muazzam bir mekanizmadır. Bu unsurlardan herhangi birinin zarar görmesi yahut rolünü oynayamaz hale gelmesi durumunda; hayatiyetini devam ettirmesini sağlayan sistem, kısmen ya da tamamen arızalanır.

İnsan organizması için, arıza; genel anlamda "hastalık" demektir. Sonunda ya da beraberinde; az veya çok, geçici yahut kalıcı tehditler, tehlikeler getirir.

Öte yandan, hemen her hastalık; uzak ya da yakın bir tehlike olarak, "ölüm"ü çağrıştırır. Bu noktadan bakıldığında; her şeyin başı sağlıktır ve sağlığını kaybeden her şeyini kaybetmiş sayılır.

Onun için, herhangi bir konuda, başınıza istenmedik şeyler geldiğinde; şükür ya da teselli amacıyla, "Sağlık olsun" deriz. Hastalara "sağlık ve afiyet", yakınlarından biri ölen kimselere ise, dua niyetine "baş sağlığı" dileriz.

Ayrıca, doktorlar ve hastaneler için; "Allah muhtaç da etmesin, eksik de etmesin" cümlesi kullanılır. Çünkü asıl tercihimiz sağlık ve afiyet olmakla birlikte; insanın başına bir hastalık gelip canı tehlikeye girdiğinde, doktorun da hastanenin de ehil ve güvenilir olanı aranır.

İşte bu yüzden, Kanuni Sultan Süleyman, asırlar önce; "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" demiş. İnsan için akıl, ruh, beden sağlığının ne kadar büyük bir devlet, ne derece paha biçilmez bir nimet olduğunu; çok veciz bir beyitle özetleyivermiş.

Sevinelim mi, Dövünelim mi?

Son yıllarda, sağlık hizmetlerinde; devrim düzeyinde büyük değişmeler, gelişmeler oldu. Ciddi bütçeler ayrılarak, büyük yatırımlar yapılarak, hatta özel sektörden hizmet satın alınarak; kemiyet ve keyfiyet açısından, dünya ortalamasının üstünde bir seviyeye geldi.

Hizmetin hızı ve kalitesi arttıkça; daha çok insan, daha kısa aralıklarla hastanelere gitme eğilimi içine girdiler. Hastalar ve hastalıklar arttı, ilaç ve tedavi metotları çoğaldı; sektörün kaymağını yiyenler, semirdikçe semirdiler.

Şimdi, daha kolay ve daha hızlı hizmet alıyoruz diye sevinelim mi; daha çok hasta oluyor, daha fazla ilaç tüketiyor, daha yüksek harcamalar yapıyoruz diye dövünelim mi? Esas olan yahut sevinilmesi, övünülmesi gereken şey; koruyucu hekimlik, yani hasta olmamak, tedaviye ihtiyaç duymamak değil mi?

Buralarda Tavuk Var mı?

İki buçuk yıl kadar önce, aile efradıyla birlikte, bir termal tesise gitmiştik. Her zaman olduğu gibi, birkaç günlük tebdil-i mekân süresi içinde; gündüzleri, çevre gezileri yapmayı tercih etmiştik.

Tavukçulukta marka olmuş, her tarafı tavuk fabrikalarıyla dolmuş bir şehirde; cami önünde sohbet eden bir grubun yanında durduk. Selamdan sonra kelama geçip; "Efendiler, buralarda tavuk bulunur mu?" diye sorduk.

İçlerinden biri, ne demek istediğimizi anlamış olmanın eminliği ile gülümsedi. Arkasından; "Şehirde olmaz da, aramayı göze alırsanız köylerde tek tük bulunur" dedi.

Ertesi gün; göl kenarında sucuk ekmek ve odun kömüründe demlenmiş çay satan birisiyle görüştük. Biraz havadan sudan, biraz da işinden gücünden konuştuk.

Kendisi, tavuk fabrikasından emekli olmuş. Boş durmaktan bedava çalışmak iyidir anlayışıyla, böyle bir meşgale bulmuş.

Aslında, köyünün alt tarafında kurduğu tesiste; emekli olduğu tavuk fabrikası için fason üretim yapıyormuş. Ancak, evinde yemek için doğal ortamda ve geleneksel usullerle yetiştirdiği tavukları tercih ediyor; dostlarına ve yakınlarına da onlardan satıyormuş.

Sebebini sorduğumuzda, acıklı bir şekilde gülümsedi. "Ötekiler tavuk değil ki, hormonla şişirilmiş mahluklar" dedi.

Doğrusunu söylemek gerekirse; yediklerimizin, içtiklerimizin, kullandıklarımızın pek çoğunda, hatta belki de tamamında, benzer bir durum var. Ekinlerin genetiğini bozup ifsad edenler; gıda, ilaç, temizlik, kozmetik sanayi aracılığıyla nesillerin de genetiğini bozup ifsad ediyorlar.

Kanseri Yenmenin Yolu

On beş yıl kadar önce, haftada bir yaptığımız radyo programında; karaciğer kanserini yenmiş bir hanımefendi ile canlı telefon bağlantısı kurmuştuk. Hikayesini dinlemiş; benzer durumda olan hastalara tavsiyelerini sormuştuk.

Doktorlar, ellerindeki tıbbi verilere bakarak; "Tedavi olursan birkaç ay, olmazsan bir ay yaşarsın" demişler. Bundan öte, yapacak hiçbir şeyin olmadığını söylemişler.

Hanımefendi, son günlerini sevdiği bir yerde geçirmek istemiş. Manisa'nın Sipil Dağ'ında, doğal ortamın hakim olduğu bir köye yerleşmiş.

Yediği, içtiği, kullandığı her şey; doğal ürünlerden oluşuyormuş. Hayata veda etmeyi beklerken; beklenmedik bir şekilde şifa bulmuş.

Bildiğimiz kadarıyla, son yirmi yıldır aynı köyde yaşıyor. Kendisi gibi kanser illetine yakalanan yerli ve yabancı hastalara; yol göstermeye, ışık tutmaya çalışıyor.

Bu ve benzeri örneklerden anlaşılan o ki; bizim için yaratılan temiz çevre ve ortamları, biz bozuyor ve kirletiyoruz. Bir elimizle kan kusturuyor; öteki elimizle çanak tutuyoruz.

Sağlık Eğitimi

Bir buçuk yıl kadar önce; dönemin Sağlık Bakanı ile, özel bir toplantıda bir araya geldik. Sağlık hizmetlerinin hal ve gidişi hakkında bilgi aldık; doktor ve hemşire açığının olduğunu öğrendik.

Beyana göre; kısa zamanda ve kolayca halledilebilecek bir meseleye benzemiyordu. "Üniversitelerde, sağlık birimlerinin öğrenci kontenjanını artırmak çözüm değil; onları yetiştirmeye yetecek kadar uzman hekim ve hastane ortamı da gerekli" diyordu.

Eskiden beri gündemimizde olan bir düşünceyi, bu vesileyle dile getirdik. "Sağlıkta birinci öncelik, koruyucu hekimliktir. Örgün ve yaygın eğitim kadroları, kurumları aracılığıyla bir sağlık eğitimi seferberliği yapıp toplumu bilgilendirsek, bilinçlendirsek; hastalar ve hastalıklar azalacağı için, sağlık personeline olan ihtiyaç da azalır" dedik.

Bakan Bey; tespiti benimsedi, teşhisi doğruladı. Ancak, sağlık sektöründe hakim olan arızalı anlayışın ve işleyişin tedavi edilmesine yönelik herhangi bir şey yapılmadığı yahut yapılamadığı için; sözümüz yerde kaldı.

Biz halen, sağlık eğitimi seferberliğinin, bir temel ihtiyaç olarak orta yerde durduğunu görüyoruz. Ancak, bunun için; alışageldiğimiz hayat tarzını büyük ölçüde değiştirmemiz gerektiğini de biliyoruz.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN