Arama

Prof. Uğur Derman
Mayıs 11, 2018
Osmanlının Cumhuriyete yâdigârı olan son hattat: Hâmid Aytaç
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Hat san'atı'nın büyük isimleri - 36

Kırk yedi haftadır aziz okuyucularımıza Osmanlı-Türk hat san'atını ve isim sâhibi hattatları tanıtmağa çalıştık. Bu son haftamızda Osmanlının son devrinde yetişip de, eserlerinin çoğunu Cumhuriyet devrinde veren Hâmid Aytaç'la karşı karşıyayız.

Diyâr-ı Bekr (eski adıyla Âmid, bugünkü adıyla Diyarbakır) şehrinde 1891'de doğan Hâmid Bey, bu sebeble imzâlarını bâzan Hâmidü'l-Âmidî şeklinde yazar. Asıl ismi de o civarda pek yaygın bir yatır ismi olan "Şeyh Mûsa Azmi" dir (kısaltılmışı: Şeyhmûs) ve bilhassa gençlik eserlerinde o da Azmi veya Mûsa Azmi adını kullanmışdır (Resim 1).


Resim 1: Hâmid Aytaç'ın Mûsa Azmi ismiyle imzaladığı eski bir celî sülüs istifi.

Küçüklüğünden îtibâren hat san'atına ilgi duyan ve âile şeceresinde de hattat bulunan Mûsa Azmi, Âmid'deki ilk-orta tahsili sırasında yazı ve resim dersleri aldı; 1906'da İstanbul'a gelerek önce hukuk, sonra Sanâyi-i Nefîse mekteblerine devam etdi. Ancak babası Zülfikār Ağa'nın ölümü üzerine, geçimini temîn için bir mektebde yazı ve resim hocalığı, bâzı matbaalarda da hattatlık yapdı. Hacı Nazif Bey'den (1846-1913) sâdece bir kere sülüs-nesih meşkı aldıysa da, hocasının vefatıyla bu ders kesilmiş oldu.

Hattat olarak Bayezid'deki Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Matbaası'na alınan Azmi Bey, burada önce Bursalı Râşid (1849-1926), sonra da Neyzen Emin (1883-1945) efendilerle birlikde çalışdı. Almanya'da bir yıl haritacılık ihtisāsı yapdı. Dönüşde Hâmid müstear adıyla piyasaya yazılar yazmağa başladı. Buna müsaade edilmeyince resmî vazîfesini terketdi ve 1920'den îtibâren Bâbıâli'de Yazı Yurdu'nu açıp eserlerinde bundan sonra Hâmid imzâsını kullandı. Kendisi bu hususda "Azmi ismiyle, azmedip hattı öğrendim; neticesine hamdederek, Hâmid adını aldım" derdi. İşte bu sırada Kâmil Efendi, Hakkı Bey ve Hulûsi Efendi gibi mâruf hattatlarla görüşdükçe, onlardan meşk tarzında değil, müzâkere yoluyla zevkını gelişdirdi; hat san'atında imtihan meydanı olan İstanbul'da kābiliyetiyle kendisini o devrin üstâdlarına kabul ettirmeyi başardı. Celî sülüsü ileri götürmesinde Necmeddin Okyay'ın kendisine, çalışması için verdiği Sâmi Efendi'nin (1838-1912) Yeni Câmi sebil ve çeşmesine yazdığı kitâbe alt kalıbının büyük payı olduğunu da her zaman tekrarlardı (Bu kitâbenin resmi için bkz. Hat San'atının Büyük İsimleri-23). 1928'deki harf inkılâbından sonra -diğer hattatların aksine- Bâbıâli'den uzaklaşmadı ve çinkograflıkla uğraşarak geçimini temin etdi; nâdir de olsa hüsn-i hatla ilgili siparişleri de karşılayarak san'atından kopmamış oldu.

1930-40'lı yıllarda Hâmid Bey'in hat san'atına kazandırdıkları da sınırlıdır. Meğer ki, koleksiyoncular harf inkılâbından çekine çekine bir yazı siparişinde bulunacak veya kendisi bir sevdiği dostuna "mubâreke" kasdı ile hediye edecek… Yine o devirde Hâmid Bey'e san'atını unutturmamak için gayret-i dîniye ile levha yazdıran zevât da çıkmışdır. Fakat 1945'den sonrası için taşa mahkûk kalıcı eserleri arasında, önce Şişli Câmii'ndeki yazıları hatırlanacaktır. Hele kapı üstündeki müselles biçimli müsennâ celî sülüs istifi yazış hikâyesini kendisi şöyle anlatırdı (Resim 2): Câmiin mîmarı Vasfi Bey (Egeli, 1890-1962), cümle kapısına konulacak âyetin Tophane'de Kılıç Ali Paşa Câmii kapısındaki Demircikulu Yusuf Efendi'nin (1514-1611) yazısı gibi müselles biçiminde ve müsennâ olarak yazılmasını istedi. Onun tesirinde kalmamak için bilhassa gidip bakmadım ve yapacağım istifi önce kurşun kalemle tasarladım. Kamış kalemle yazmağa başladığımda, lâm-elifleri yerleşdiremedim. Yorgunluk duyunca ışığı söndürdüm. Oturduğum yerde ellerim kenetli, gözlerimi kapadım, dalmışım. Beyne'n-nevm ve'l-yakaza (uykuyla uyanıklık arasında) bütün istif gözümün önünden geçdi. Lâm-elifler ortada yerini bulmuşdu. Heyecanla uyanıp lâmbayı yakdım ve istifi tamamladım, kapının üstüne taşa hâkk olunarak konuldu. Daha sonra, aynı istifi levha olarak da birkaç farklı eb'âdda yazdım".


Resim 2: Hâmid Aytaç'ın Şişli Câmii kapısı üzerindeki müsennâ celî sülüs istifi.

Hâmid Aytaç, uzun ömrünü san'atıyla dopdolu geçirdi. Vefât etdiği 18 Mayıs 1982 târihinden takrîben bir yıl öncesine kadar kamış kalemi elinden bırakmadı. Hayatının son senelerinde verdiği eserler, yaşlılığı dolayısiyle onun mertebesini göstermekden uzakdır. Lâkin, san'at hayatının parlak devrindeki yazıları (bilhassa 1923-1965 arası) bütün İslâm âlemine yayılmışdır. Her yazı nev'inden behresi bulunmakla beraber, en çok celî sülüsde iştihâr etmişdir (Resim 3, 4, 5). Nesih hattıyla yazdığı iki mushafı da ayrı, ayrı basılmışdır.


Resim 3: Hâmid Aytaç'ın celî sülüs bir istifi.


Resim 4: Hâmid Aytaç'ın Eyüb Sultan Camii için hazırladığı celî sülüs kubbe yazısı.


Resim 5: Hâmid Aytaç'ın tokça sülüsle yazdığı enfes Arapça bir şiir.

San'at hayâtının 1965 yılına kadar olan devresinde sâdece yazmakla meşgûl olan Hâmid Bey'e, bu târihden sonra, hesâbında olmayan bir vazîfe kendiliğinden yüklenmişdir. Güzel San'atlar Akademisi'ndeki hocalığı esnâsında Halim Özyazıcı, mürâcaat edenlere hüsn-i hat meşkediyordu. Fakat onun 1964'deki elîm vefâtı bu sâhada büyük boşluk bırakdı. Tâlibler bu defâ Hâmid Bey'in Ankara caddesindeki Reşidefendi hanında bulunan yazıhânesine yöneldiler. Kendisi, hüsn-i hattı klasik tarzda taallüm etmekden ziyâde -sâdece büyük kābiliyetiyle öğrendiğinden- tâlîme alışmakda da zamân ve mekân darlığı çekdi. Fakat bunda da şahsî istîdâdını gösterdi ve vefâtından bir iki yıl öncesine kadar -ileri yaşına rağmen- bu ulvî hizmetini sürdürmeğe gayret etdi. Hasan Çelebi, Hüseyin Kutlu, Hüseyin Öksüz, Fuad Başar... gibi sülüs-nesih ile celî sülüse çağımızda emek veren ve yeni talebeler yetişdiren hattatlar zümresi, işte hep o yıllarda Hâmid Bey'den nasîb almışlardır. Bu cihetden de hayırla yâd edilmeğe sezâ olan Hâmid Bey, vefât ettiğinde, vasiyetine uyularak Karacaahmed'deki Şeyh Hamdullah'ın kabri yakınına defn olunmuşdur.

Başda İstanbul'daki Şişli Câmii olmak üzere, bâzı câmilerde kubbe (Eyüb Sultan, Fındıklı Molla Çelebi...) ve kuşak (Sultanhamamı'nda Hacı Köçek; bu eseri sonradan tâmir sırasında berbâd edilmişdir) yazıları veya câmi levhaları mevcûddur. Husûsi koleksiyonlarda da tezhîbli levhaları pek çokdur.

***

Hat san'atı, harf inkılâbından sonra uzun bir kopukluk devresi geçirdi. Yegâne kabahatleri Osmanlı devrinde yetişmek olan ve Cumhuriyet yıllarında hatırlanmayan büyük san'atkârlar bu mühim san'atın artık unutulacağı endişesi içinde dünyadan nevmîd olarak ayrıldılar. Bu zümre arasında en sona kalan Hâmid Bey, ömrünün nihâyetinde bildiklerini öğretecek yeni nesilden üç-beş kişi bulabildiği için her halde bahtiyar olarak dünyasını değiştirmiştir.

Bugün Türk hat san'atı, ba'sü ba'de'l-mevt'e (ölümden sonra dirilmeğe) kavuşmuş olarak yoluna devam etmektedir. Yeni nesilden geçimlerini bu sahadaki çalışmalarıyla kazanan genç veya orta yaşlı hattatlarımız -şükürler olsun ki- gün geçtikçe artmaktadır.

Neredeyse bir yıla yaklaşan zaman dilimi içerisinde hat san'atının 500 yılını okuyucularımıza anlatmağa çalıştık. İlerde fırsatımız olursa, başka mevzûlarda huzurunuza gelmeyi ümîd ederek hatm-i kelâm eyliyoruz.

Prof. Uğur Derman

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN