Arama

Prof. Uğur Derman
Ocak 19, 2018
XIX. yüzyılın bir celî hattı san'atkârı: Mehmed Şefîk Bey
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Hat san'atı'nın büyük isimleri - 20

Beşiktaş'ın Kılıçali semtinde dünyaya gelen Mehmed Şefik'in babası, Bâbıâlî Tahvil Kalemi hulefâsından Süleyman Mahir Bey'dir. Doğum tarihi kayıdlı değilse de, altmış yaşındayken vefat ettiği yakınlarınca belirtildiğinden, bu tarih 1820 olarak kabul edilmektedir.

İlk tahsilini bitirdikten sonra, Dîvân-ı Hümâyûn'un Tahvil Kalemi'ne girdi; burada mahlas almak usûlden olduğu için vaktiyle aynı yerde çalışmış olan büyükbabasının Sebzî mahlası kendisine de verildi. Ancak Tahvil Kalemi'ndeki yeknasak iş düzeninden sıkılan Şefik Bey, buradan ayrılarak hüsn-i hat öğrenmeyi tercih etti. Lâz Ömer Vasfi Efendi'nin (ö.1825) yetiştirdiklerinden, Galata Sarayı hat hocası Ali Vasfi Efendi'den (ö.1837) sülüs-nesih yazılarını meşk ederek icâzet aldı. İcâzetnâmesinin âkıbeti bilinmemekle berâber, teyzesinin zevci olan Mustafa İzzet Efendi'nin kendisine verdiği icâzet tasdîkınden, bunu 1251/1835 yılında aldığı anlaşılmaktadır.

Şefik Bey, herhalde Ali Vasfi Efendi'nin ölümünden sonra, bu defa da Mustafa İzzet Efendi'nin (1801-1876) öğrencisi oldu ve otuz yıl boyunca evin bir ferdi gibi yeni üstâdının konağında ıkāmet etti. Hocasının Eyub Sultan Câmii hatîbliğine getirildiği 1255/1839 yılının ikinci yarısında, ondan tekrar icâzetnâme almağa hak kazandı. Mustafa İzzet Efendi, evlâdı kadar sevip bağlandığı bu müstesnâ talebesinin hüsn-i hat sâhasında yetişmesi için elinden geleni esirgemedi ve kendisi 1845'de Sultan Abdülmecid'in ikinci imamlığına tâyîn olunduğunda, uhdesinde bulunan Hademe-i Hümâyûn ve Muzıka-i Hümâyûn hat muallimliklerini Mehmed Şefik Bey'e devretti. Bu vazîfesini otuzdört yıl sürdüren Şefik Bey, arada ilâveten Silahşorân-ı Hassa-i Şâhâne'de de hat muallimliğinde bulundu. Sultan Abdülmecid'in şahsî takdirleri dolayısıyle kendisine 11 Eylül 1849'da "rütbe-i hacegânî" tevcîh olundu. Lâkin, Nişân-ı Hümâyun Kalemi mensûbu olmadığı hâlde, Osmanlı tahtına çıktığı vakit tuğrasını çekecek kadar Sultan V. Murad'a bağlılık duymasından ötürü, 1879'da 750 kuruş maaşla emekliye ayrıldı. Kendisine revâ görülen bu muâmeleden hayli kırılan Şefik Bey'in, yerine tâyin edilen seçkin öğrencilerinden Muzika-ı Hümâyûn İmâmı Hasan Rıza Efendi'ye (1849-1920) de nâhak yere gücendiği bilinir. 1880 yılında vefat ettiğinde, Yahyaefendi Dergâhı hazîresîne defnedilen Şefik Bey'in hem mânâ, hem vezin îtibâriyle bozuk ve kötü bir ta'lîk hattıyle yazılmış olan manzum kitâbesi de şimdi yerinde değildir.

Mehmed Şefik Bey Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin yetiştirdiği birçok güzîde talebenin en önde gelenidir, denilebilir. Bilhassa celî sülüs hattını Kādıasker Mektebi'ne bağlı olanlar içinde en üst mertebeye eriştirmiştir. Mustafa Râkım'dan sonra hâkim olan celî anlayışına tâbi hattatlar arasında bu yazıyı, âdetâ mektup yazar gibi sür'atle, ekseriyâ tashîhe bile gerek duymadan kaleminden çıkarmakta da, Şefik Bey devrinin yegânesi sayılır (Resim 1). İstiflerindeki mükemmeliyetin yanısıra, harflerin teşrîfatına riâyetiyle de tanınan hattatımız, hat sanatında kāidelerin elverdiği değişik uygulamalara açıktır. Her hattatın bir çeşidle sınırlı olan ve "Ketebehû..." fiili ile başlayan celî sülüse mahsus imza istifi Şefik Bey'de en az beş farklı görünümdedir.


Resim 1: Şefik Bey'in mektup yazar gibi kaleminden dökülen celî sülüs bir levhası.

Şefik Bey'in, kalıb hazırlamadan doğrudan yazdığı bâzı celî sülüs yazılarını beğenip de, elinde bir örneğinin kalmasını istediğinde, bunun altına düz bir kâğıd koyup hattın kıyılarını iğneledikten sonra, mürekkeple yazdığı nüshayı sipariş edene verdiğini, çıkardığı iğneli alt kalıbını da kendisine sakladığını, Hacı Nûri Korman (1868-1951) böyle bir levhası dolayısıyle hatırlayarak Necmeddin Okyay'a anlatmıştır. Celî sülüsü nasıl sür'atle yazdığını gösteren şu hâdise de zikre değer: Sultan Abdülaziz, Avrupa seyahati dönüşü, İstanbul'un Bâyezid semtinde inşâ olunan Harbiye Nezâreti'nin (bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binâsı) derhal açılmasını isteyince, büyük giriş kapısının noksan kalan kitâbesinin yazılması için hemen çağrılan Şefik Bey'le 60 altına anlaşma yapılmış. Üstâd, yazıyı önce küçük eb'âdda yazmış, kareleme usûlüyle yerine göre büyütülmesine çırakları da yardım etmiş ve mermere geçirilmek üzere kalıp olarak iğnelenmesi dâhil, işi altı saatte bitirmişler. Anlaşmayı yapan erkân-ı harb (kurmay) yüzbaşısı, kendisinin ancak altı lira aylık aldığını düşünüp, altı saat çalışan bir hattata 60 altın ödenemeyeceğini söyleyerek zorluk çıkartmış. Durumu kendisine duyuran çıraklarına Şefik Bey: "Yüzbaşı Bey'e söyleyiniz. Bu yazı altı saatte değil, altmış senede yazılmıştır. Kendilerine altı gün değil, altı hafta, altı ay da değil; tamam altı sene mühlet veriyorum. Bu müddet içinde, bu yazının bir harfini yazabilirse, istediğim paranın altı mislini kendilerine hediye olarak veririm" diyerek haber yollamış. Sonunda, kadirbilir inşaat hey'eti araya girince, hattata hünerinin hakkı ödenmiş.

Sultan Abdülmecid, o zamanlar bir Osmanlı adası olan Sakız'da ihyâ eylediği câmi için kendi yazdığı levhaların yerlerine asılması ve gerektiğinde yenilerinin ilâvesi maksadıyla Şefik Bey'i vazîfelendirdiğinde huzûruna kabûl ederek tenbihlerde bulundu. Hazırlanan vapurla Şefik Bey Sakız adasına gidip Pâdişâh'ın emrini yerine getirdi. Bu seyahatin tarihi tesbit edilememekle berâber, Sultan Abdülmecid'in 1854'de gerçekleştirdiği ilk Sakız adası ziyâretinden sonra olması mümkündür.

1855'deki büyük Bursa zelzelesinin Ulucâmi'ye de fazla zarar vermesi üzerine, Sultan Abdülmecid, Şefik Bey'i ser-sikkezen Abdülfettah Efendi (1815-1896) ve Mücellid Mehmed Efendi ile beraber Bursa'ya gönderdi. Buradaki çalışmaları üçbuçuk yıl süren her iki hattat, câminin duvar ve sütunlarındaki eski celî sülüs ve kûfî hatlarını kendi üslûblarına göre yeniledikten başka, buraya mahsus olarak yazdıkları çok büyük eb'adlı bâzı levhaları da muşamba üstüne yapıştırma altınla hazırladılar. Bu levhalar ve duvar yazıları câminin hat müzesi vasfını hâlâ korumaktadır.

Şefik Bey sülüs (ve celî sülüs)-nesih-rıkā' yazıları dışında ta'lîk hattını Melekpaşazâde Ali Haydar Bey'den (1802-1870) meşketmişse de bununla pek eser vermemiştir. Ancak Ulucâmi'deki çalışmalarını ifâde eden "Bu hutûtun, emr olup tezhîb ü tashîhi heman* Eyledi icrâ Mehemmed'le Şefîk-ı nâtüvân" beytini câminin sağ duvarına celî ta'lîkle yazmıştır. Ayrıca, belki Tahvil Kalemi'ndeyken öğrendiği dîvânî, celî dîvânî, siyâkat yazılarıyla ve tuğra çekmekle ilgisini kesmemiş; Dîvân-ı Hümâyûn dışında, celî dîvânîyi kendine has bir üslûbla ilk defa celî boyda yazarak levhalar tertiplemiştir. Bunlardan birisi Ulu Câmi'deki "Tahassantü..." duâsıdır (Resim 2).


Resim 2: Şefik Bey'in Bursa Ulu Câmii'ndeki celî dîvânî levhası.

Şefik Bey, nesih ile iki mushafdan başka, en'âm-ı şerîf, delâilü'ş-şerîfe ve Kasîde-i Bürde gibi eserler yazmıştır; muhkem bir nesih hattı olmakla berâber, kalemini daha ziyâde sülüs ve celîsine hasretmiştir. Sayısız sülüs-nesih kıt'a, murakkaa, hilye, levha ve kitâbe bırakmış (Resim 3), resmî hocalığı dışında da birçok talebeye hüsn-i hat öğretmiştir. Bir keresinde Muzıka-i Hümâyûn'dan 16 gence topluca icâzet verdiği bilinir. Bunlardan birisi olan Hasan Rıza Efendi'den başka, Çırçırlı Ali (ö.1902), Tahsin Hilmi (1847-1912), Bursalı Râşid (1849-1926), Süleyman Vasfi, Yûsuf Sabri ve Fâik efendilerle Çerkes İbrâhim Alâeddin Bey (1844-1888), onun farklı zamanlarda yetiştirdiği ilk hatırlanacak seçkin hattatlardır.


Resim 3: Şefik Bey'in sülüsle yazdığı çiçek biçiminde bir kalem fantezisi.

Şefik Bey'in en meşhur celî sülüsleri, Harbiye Nezâreti kapısındaki 1282/1865 tarihli "Dâire-i Umûr-ı Askeriye" yazısı, ön ve arka yüzlerinin iki tarafındaki âyetlerdir (Fetih, 1,3; Saff, 13'den; Bakara, 223'den). Bugün İstanbul Üniversitesi'nin Bayezid'deki merkez binasına girip çıkanlar her gün bu yazıları gözleriyle ziyâret etmiş olurlar (Resim 4).


Resim 4: Şefik Bey'in İstanbul Üniversitesi Merkez Binası girişindeki celî sülüs kitâbesi.

Sultan Abdülmecid türbesinin her bir kenarı için ayrı olarak yazdığı sekiz parça âyet ve hâdis levhaları (tarihsiz, son zamanlarda yapılan bir tâmirde bu yazıların güzelliği tüketilmiştir); Kudüs'deki Kubbetü's-Sahra'yı dıştan 160 m. uzunluğunda çeviren, çiniye işlenmiş (1275/1859) tarihli Yâsin sûresi kuşağı kitâbeleri zamanımıza gelen yeri sâbit eserleridir.

Şefik Bey'in iki kızından küçüğü Huriye Hanım da sülüs ve ta'lîk yazmış olup askerî mektepler yazı muallimlerinden Ali Rıza Efendi'nin zevcesidir. Hayatı boyunca Beşiktaş'da oturan Şefik Bey, kızının deniz havasından rahatsızlanması üzerine son yıllarında Hırka-i Şerîf/Yenibahçe taraflarına taşınmıştır. Kendisinin Bursa'daki ikāmeti esnâsında İstanbul'dan âilesini de berâberinde getirdiği, bu beldede vefat eden zevcesi Fatma Pervîne Hanım için onun tarafından celî sülüs hattıyla yazılan ve hâlen Bursa Müzesi'nin bahçesinde bulunan 1278/1861 târihli kabir kitâbesinden anlaşılmaktadır.

Mehmed Şefik Bey'i çok takdîr eden hocası Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin birgün yeni bir eserini gördüğünde, ona karşı hislerini: "Şefik! Allah beni sensiz Cennet'e koymasın!" sözleriyle belirttiği rivâyet olunur.

Prof. Uğur Derman

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN