Arama

Prof. Uğur Derman
Aralık 21, 2017
Büyük ta'lîknüvîs: Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Hat san'atı'nın büyük isimleri - 16

Yesârî Mehmed Es'ad Efendi'nin oğlu olarak İstanbul'da dünyâya gelen Mustafa İzzet Efendi'nin kesin doğum târihi belli değilse de, ta'lîk hattında babasından 1202/1788 yılında icâzet aldığı ve 1792'de yine babasıyla beraber Hac farîzası için Hicâz'a gitdiği göz önünde tutulursa, 1770'li yılların başında doğduğu tahmîn olunabilir. İlimle uğraşmadığı hâlde, Osmanlı Devleti'nin gerileme devirlerindeki teâmüle uyularak, kendisine ilmî pâyeler (mollalık, müderrislik, kādılık, kādıaskerlik...) verildikden sonra, fiilen kādıasker oldu. 1842'de Takvimhâne Nâzırlığı'na tâyîn ve ertesi yıl azl edildi. Bu vazîfesi sırasında Matbaa-i Âmire'nin idâresini de yürütdü. Bizde, ta'lîk hattı ile kitab basımına Yesârîzâde'nin yazdığı harflerden dökülen kalıblarla ve onun nezâretiyle 1842'de başlanmışdır.

1846'da fiilen Rumeli Kādıaskerliği'ne tâyîn olunan Mustafa İzzet Efendi, 23 Haziran 1849'da vefât ederek, Fâtih'de Gelenbevi caddesi üzerindeki hazîrede gömülü bulunan babasının yanına defnedildi. Caddenin genişletilmesi sırasında bu kabristanın yola gitmesi üzerine, tahmînen 1925 yılında mezar kitâbeleri Süleymâniye'deki Evkāf-ı İslâmiye Müzesi'ne (bugünkü: TİEM) kaldırılmış, bir müddet sonra Fâtih Câmii hazîresine getirilip dikilmişdir. Ancak, her iki üstâdın kemik bakıyyeleri naklolunmadığı için, kabirleri bu gün caddenin altında kalmışdır. Yesârîzâde'nin mezar kitâbesi, talebesinden Ali Haydar Bey'e (1802-1870) âiddir.

Önceleri, babasının tavrında celî ta'lîk yazan bu büyük san'atkâr, "harfleri babasınınkinden aktarıyor" dedikodusu üzerine, yavaş yavaş şîvesini değişdirmiş; kendi üslûbu 1235/1820'den îtibâren teşekkül etmişdir. Bilhassa 1250/1834'den sonra hattatlığının zirvesine varan ve Türk ta'lîk hattını bilhassa celîde erişilmezlik seviyesine çıkaran Yesârîzâde, durup dinlenmeden yazmışdır; vefâtından sonra, terekesinden 65.000 (altmış beş bin) satır celî kalıbı çıkdığı rivâyet olunur. Hicâz, Mısır, Rumeli gibi o devirde Osmanlı Devleti'ne dâhil olan yerlerde, hâlâ kitâbeleri bulunmakdadır. Zamanla yok olanlar hesâba katılmasa bile, bu gün İstanbul âbideleri üzerinde -imzâsıyla- en fazla (100'ü aşkın) kitâbe bırakan hattatımız Yesârîzâde'dir. Kendisi menâzır (perspektif) ilmine de vâkıf olduğundan, yükseklere asılacak celî ta'lîk yazıların harf cesâmetini ayârlamayı pek iyi bilirdi. Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmud ve Sultan Abdülmecîd devirlerinde îmâr edilen veya tâmir gören âbidelerin pek çoğunun kitâbesi onun sihirli kaleminden çıkmışdır. Kendisinin rastlanan en geç tarihli (1264/1848) eseri Sünbülefendi Câmii kitâbesi olduğuna bakılırsa, 60 yıl kadar süren muhteşem bir san'at hayatı vardır.

Yeri gelmişken şunu belirtmeliyiz: Kitâbeler mermer üzerine hâkk olunduktan sonra, zemîni koyu bir renge boyanır, yazı kısmı ise varak altınla kaplanır. Zamânımızda böyle kitâbeler tâmir edilirken zemin mermer hâliyle bırakıldığı için, varak altınla kaplanmış yazılar açık renkli zeminde görünmemekte, bu da okuma zorluğu doğurmaktadır. Yesârîzâde'nin iki farklı kitâbesini sunarak okurlarımıza da bunu açıklamış olacağız (Resim 1-2).


Resim 1: Yesârîzâde'nin Bahçekapısı / Hidâyet Câmii için yazdığı kitâbe.


Resim 2: Yesârîzâde'nin Beylerbeyi Tüneli'ndeki çeşme kitâbesi.

Kalem hâkimiyetine misal olarak da şu husus zikre değer: Nun gibi ta'lîk hattında mîyâr sayılan bir harfi birbiri üstüne bindirerek kâğıda önce sağdan sola, sonra aksi yönde birçok kere sür'atle yazar, yanında bulunan hat meraklıları bunları dikkatle ölçtüklerinde her harfin birbirine mutâbık gelişine hayran kalırlarmış. Yesârîzâde'nin, düz satıra göre yazılması haylı müşkül olan dâirevî (deveboynu) satırlı (meselâ Alay Köşkü,1235/1820; Nusratiye Sebîli,1242/1846) kitâbeleri de devrinin barok/ampir mimârîsiyle hoş bir uyum sağlamıştır.

Yesârîzâde hayret edilecek derecede çabuk yazmaktaydı. Bu hususda nişan taşlarındaki kitâbeleri misâl olarak gösterilebilir: Hattat Filibeli Hacı Ârif Efendi'nin (1836-1909) nakline göre, Sultan II. Mahmud Okmeydanı'nda ok, Ihlamur gibi o zamânın meskûn olmayan semtlerinde de tüfek atışları yaptığında, devrin şâirleri tarafından hemen o gün yazılarak sonunda da târih düşürülmüş olan en az 20-30 beyitlik manzûmeler Yesârîzâde'ye gönderilir; kendisi de bunların celî ta'lîkle yazdığı kalıblarını ertesi günü mermere işleyecek taşçıya teslim eder; iki hafta sonraki cuma günü Pâdişâh nişan taşını dikilmiş olarak yerinde görürmüş. Acele yazılmış olmasına rağmen mükemmeliyetinden bir şey kaybetmeyen bu tarz kitâbe kalıblarında, Yesârîzâde'nin siyah kâğıda zırnık mürekkebiyle yazdığı satırların tashîhini is mürekkebiyle kapatarak değil de, kalıbın iğnelenmesi sırasında iğneyi harfin içinden veyâ dışından batırma yoluyla yaptığı, hayretle müşâhede edilmişdir. Yazı kalıblarından bâzıları Topkapı Sarayı Müzesi Kütübhânesi'ndedir. Aslında harekesiz olarak yazılan ta'lîk hattının celîsinde Arabca şiirler için, gerekdiği zamân, zarîf hareke işâretleri ihdâs ettiği de kalıblarında görülmektedir.

Yesârîzâde celî ta'lîkle yazdığı -adedi belirlenemeyen- kitâbe ve levhanın yanısıra, talebe yetiştirmeğe de zaman ayırdı; evinin, babasınınki gibi, haftanın birkaç günü sayısız talebeyle ve hat malzemesi satanlarla dolduğu bilinmektedir. Bilhâssa Saray mensûbları arasında birçok kimseye hat meşk ettiği, zamanımıza gelen icâzetnâmelerden anlaşılmaktadır. Ancak, eser bırakan ve yeni nesillere öğreten esas talebeleri arasında Melekpaşazâde Ali Haydar ve Hazîne kâhyası Hasan Şevkı (1832-1903) beylerle Kādıasker Mustafa İzzet (1801-1876), Kıbrısîzâde İsmail Hakkı (1785-1862), Abdülfettah (1815?-1896), Bursalı Ali Rızâ (1816-1906) efendiler sayılmağa değer. Üç oğlu arasında en meşhur olanı, Hamidiye Marşı'nın bestekârı ve Muzıka-i Hümâyun kumandanı Ferik Necib Ahmed Paşa'dır (1812-1883).

Yesârîzâde mâil kıt'a yazmağa pek meyletmedi. Bu tarzda yazdığı, gençlik yıllarına âid "Belega'l-ulâ" ve "Lî hamsetün" kıt'alarına rastlanır (Resim 3). Ancak talebe için hazırlanmış olan düz satırlı meşk kıt'aları çoktur (Resim 4). Babası gibi hurde ta'lîk ile hilye yazmağa da rağbet etti. Birbirinden farklı en az üç eb'âdda hilye yazmıştır. Hilye için hazırladığı hurde ta'lîk kalıbı mevcûddur. İs mürekkebiyle yazdığı birçok hilye dışında, devrinin mârûf müzehhibleri Hezargradî Ahmed Atâ (Dîvan Edebiyatı Müzesi,486 ) ve talebesi Hüsni (TİEM, 2718) efendiler de bu iğneli kalıbı kullanarak ilk defa 1237/1821 yılında mükemmel zer-endûd hilyeler hazırlamışlardı. Hattâ zer-endûd ta'lîk hilye hazırlamaktaki başarısından ötürü Ahmed Atâ Efendi'ye Hattî mahlasının verildiği, 1237 târihli bir başka hilyesinden (TSMK, HS, 21/219) anlaşılmaktadır (Resim 5). Yesârîzâde'nin doğrudan is mürekkebiyle yazdığı, yâhud zırnıklı kalıbından müzehhiblerce zer-endûd olarak hazırlanmış birçok celî ta'lîk levhasına da müze ve husûsi koleksiyonlarda rastlanmaktadır (Resim 6).


Resim 3: Yesârîzâde'nin mâil ta'lîk kıt'ası.


Resim 4: Yesârîzâde'nin talebesine yazdığı düz satırlı mürekkebât meşk kıt'ası.


Resim 5: Müzehhip Ahmet Hattî tarafından zer-endûd olarak işlenen Yesârîzâde hilyesi.


Resim 6: Yesârîzâde'nin celî ta'lîk bir levhası.

Mûsıkî ve kemankeşlikle de uğraşan Mustafa İzzet Efendi, aşırı mübâlağaya düşkünlüğüyle mizah târihimize de geçmişdir; bâzı fıkraları hâlâ anlatılır. Bunlardan biriyle bahsimizi noktalayalım: İzzet Efendi'nin av hikâyelerinde pek ileriye gitdiğini duyan hanımı: "Efendi, böyle meclislerde evin hizmetkârı yakınınızda bulunsun da, mübâlağaya kapıldığınız vakit öksürsün, siz de toparlanın" demiş. Bebek'de bulunan yalısında yine bir av sohbeti yapılırken Yesârîzâde: "Önüme bir tilki çıkdı ki, kuyruğu buradan karşıya kadardı" diyerek Kandilli'deki bir yalıyı göstermiş. Uşağın öksürüğü üzerine kendi yalısının sâhilini işâret ederek: "Karşı diyorsam, şuraya kadardı" şeklinde düzeltmiş. Sohbetin yapıldığı odayla sâhil arasındaki bahçe mesafesinin fazlalığını gören hizmetkâr bir daha öksürünce, Mustafa İzzet Efendi dayanamamış ve ona dönerek bağırmış: "Yâhu, bu tilkinin hiç mi kuyruğu yokdu?"

İşin garîbi, husûsi hayâtında bu kadar sevdiği mübâlağaya, san'at hayâtında hiç mi hiç yer vermemiş bir hüner sâhibidir Yesârîzâde... O kadar ki, bütün yazıları elinden ölçü ve âheng kāidelerine uygun olarak çıkmışdır.

Prof. Uğur Derman

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN