Paradigma sorunu

1. EVRENSEL SIRADÜZENİ

1. Özellikle Alman tarih filosofu Georg Wilhelm Friedrich Hegel'in tarih felsefesi ile İngiliz doğa filosofu Charles Darwin'in evrim varsayımı arzıendâm eyledikten sonra, beşerî ile fizikî öncelikle uzun vadeli süreçlerin hepsini kılı kırk yararcasına zaman kalıplarına kendi kültür ve coğrafya bakış açılarına göre yerleştirerek sınıflamak Geç Yeniçağ Batı Avrupalı araştırmacı-düşünürler için dayanılmaz bir tutku hâlini almıştır.

Bu cümleden olmak üzere, evvelemîrde evren, ışınlardan gazlara, atomaltı tâneciklerden atomlara, onlardan moleküller ile irimoleküllere (Fr macromolecule), cisimcikler ile cisimlere, oralardan uydulara, gezegenlere, yıldızlara, yıldızadalara (Fr galaxie); yeryüzündeyse, tümüyle kendi kendine üreyemeyen virüslerden, bakterilerden, çekirdeksiz hücrelerden (Y&GeçL procaryotae) çekirdekli hücrelere (Y&GeçL eucaryotae), bunlardan köphücreli bitkiler ile hayvanlara, onlardan beşersi maymunlara11 ve nihâyet beşere dek uzanan bir ilerileyen hattı vargörmüşlerdir. Tabîî, hat, beşerle bitmiyor. Esâsında önemli kesimi ondan sonrası: 'Âletci beşer' (L homo habilis) ile 'dikduran beşer'den (L homo erectus) insana (GeçL homo sapiens sapiens) geliyoruz. Onun da en alt katında zencî, en üst katta da beyâz adam oturuyor. Ama beyâz adamım da tekmili aynı seviyede değil. En üst seviye kuzeyli beyâz adama, onun da âlâsı İngilize tahsîs olmuş gözüküyor.

Bundan uzun süre önce, 1980li yılların başında olmalı, BBC'nin doğayla ilgili bir filmini seyretmek üzre, Türk - İngiliz Derneğine gitmiştim. Salonun bir köşesinde kafayı iyice bulmuş bir İngiliz beğ oturuyordu. Yer kıtlığından olacak, ben de, yanına çöktüm. Bana ne iş gördüğümü sordu. Ben de, felsefeci, felsefe hocası olduğumu söyledim. İstanbul'daki doğal gaz boru hattı inşâasında görevli mühendis olan muhatabım cevabıma pek şaşırdı. Camgöbeği gözlerini bir fasıl üstüme dikerek bana bakakaldı. Serhoşluğun tevlîd ettiği samimî cürretle, "nasıl olur; Türkten filosof[i] da çıkarmıydı?!" deyiverdi. O insan hakları, bit pire hakları, hoşgörü, boş görü cilâlarını bir bir kazıyınız, alttan sırıtarak ortaya çıkacak esâs renk budur işte.

Kuçing, Malezyanın Borneo adasındaki Saravak eyâletinin başşehri. 1960'ların başlarına değin İngiliz sömürgesiydi. On dokuzuncu yüzyıl Viktorya üslubunu taşıyan hotelin kapısından girmeğe davranmıştım ki, epeyi ilerilemiş yaşından beklenmeyecek atîklikle, koca yekpâre cam kapıyı bana açan, yüzde doksanın üstünde olduğunu tahmin ettiğim rutubete rağmen, frakıyla, sirkte gösteriye çıkmış penguveni andırır sarımtrak kahverengi tenli kavruk kuru zavallı yerli ihtiyâr, sıkı terbiye görmüş köpek misâli, önümde iki kat eğilerek, Raj devri[ii] Hint İngilizcesiyle "order, sâhip sir!" (aşağı yukarı, "buyurunuz, haşmetli efendim!") diyince, yüreğimde anlatılmaz bir burukluk duydum. Merak bu ya; içeri girip kayıt işlemlerini tamamladıktan sonra, sotaya yatıp adamı izledim. Bahsettiğim tabasbusu, herkese değil, sâdece İngilize yahut genelde Kuzeyli beyâz adama benzettiklerine gösteriyordu. Nasıl terbiye görmüşse, müstemleke idâresinden otuz küsur yıl sonra, Kuzeyli beyâz adam onun için hâlâ ilah mesâbesinde bir varlığı ifâde ediyordu.

Yeniden konumuza dönersek, diyesimiz odur ki: Kendini dünyada buldu bulalı insanlık, basit yaşayıştan karmaşık olana aşağıdan yukarıya doğru bir seyir izlemiş. Kuzey batı Avrupalı araştırmacı-düşünürlere bakarsak, insanlar, konar-göçer-toplayıcı-avcı yaşama tarzıyla işe koyulmuş, daha sonraları belli toprak parçalarına yerleşip tarımdan geçimlerini sağlar olmuşlar. Nihâyet şehir kurarak geniş çapta zanaat ile ticâret etkinliklerine girişmişler —iktisâdî faaliyetler— ve hukuk düzenlerini vucuda getirmişler. Her neyse, sıralama işte böyle sürüp gidiyor. Bu tablonun, gerçekliği ne derece yansıttığını bilemeyiz; zirâ filme benzer biçimde tarihi gerisin geriye oynatmak elimizde değil. Bahse konu görüşün de yerine daha makûl bir seçeneği ikâme edemediğimizden, akla ve eldeki verilere uygun düşen kesimleriyle, sunulan tabloyu kabul etmekten başka çâremiz yok.

Şurasını kaydetmek lâzım gelir ki: Gelişmeyi ifâde eden zaman sırasına dayalı dünya görüşleri, tarihin önde gelen bütün medeniyetlerinde rast gelinen bir olaydır. Meselâ, İslâm felsefe-biliminin dev simâlarından Ebu Osman el Cahiz (776 - 869), Müslümanlaşmamış Zenci Afrika ile Türkistan ahâlisini hayvan ile beşer arasındaki bir basamağa yerleştirmiştir. Oysa kendi de aslen Zenciydi. Burada önemli olan ırk olmayıp medeniyettir. Hangi kavim yahut ırk menşeden gelirseniz geliniz, bir defa İslâm medeniyetindenseniz, artık insansınız. Bağlı olduğunuz dini itikâdın da önemi yoktur. Benzeri 'ülkü' esâslı anlayış Eskiçağ Ege (Yunan) medeniyetinde de söz konusuydu. Buna karşılık, Kuzey batı Avrupa gibi, kavim mülâhazısını merkeze almış bir başka büyük medeniyet, İlkçağ Çininkisiydi. Yalnız, şurasını da teslim etmek gerek: Çinlilerde 'keskin ırk ayırımı siyâseti' (apartheid) güdülmemiştir. Çin anayurduna nufuz etmiş yabancı unsurlar, evlilik yoluyla eritilerek Çinlileştirilmişlerdir.

İslâm'da medeniyetin temel düstûrlarını benimsemiş, ihtidâ da etmişseniz, edeb ile âdâba uygun olduğu sürece, giyim ile kuşamınız, hukuk ile yaşama tarzınız, mensubu bulunduğunuz toplumun örf ile âdetlerine göre sürüp gider. Bundan dolayı, temel dini naslar dışında, Özbek, Nijer ile Filipinli Müslümanlar arasında gözden kaçmayacak raddede belirgin kültür farklılıkları bulunur. Bu durum, ortaya çıkışı on sekizinci yüzyılın son çeyreğine değin geri giden, günümüzde de bütün yeryüzünü sarmaşık gibi sarıp sarmalamış gözüken Küreselleştirilen Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetiyle tam bir karşıtlık oluşturmaktadır. Karşı iddialara rağmen, bahsi geçen medeniyette temel farklılıklara yer ve izin yoktur. Bu tekbiçimleştirme işini sözünü ettiğimiz medeniyet, son otuz yıldır zora başvurarak gerçekleştirmez oldu. Kafa karıştırıcılığı da buradan doğuyor.

2. Kavmin fizik özelliklerine tutku raddesinde bağlılık ve bunların alabildiğine yüceltilmeleri aktenli, sarışın yahut kızıl saçlı, renkli gözlü Kuzey Avrupalı Kelt ile Germen boylarının takıntısı olagelmiştir. Germenlerle karışarak Germenleştikleri ölçülerde kimi Islav boyları, Lehler, Çekler ile Beyâz Ruslar sözgelişi, tarihin geç çağlarında bahsi geçen tavrı sergilemeğe koyulmuşlardır.

Mensûb olunan kavmin varsayılı maddi ile manevi özelliklerine bağlı kalıp bunları ne bahâsına olursa olsun muhâfaza etmek kaygısı ile çabası oldum olası Kuzey Avrupalının, öncelikle de, düşünen ile yöneten zevâtının zihnini meşğûl etmesi olayı, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyet dairesinde yeni bir veche kazanmıştır. Kavimlerüstü bir dünya görüşünü savunup başat kılma çabasında gözüken Latin-Roma-Katolik kilisesi adı anılan medeniyet çerçevesinde yerini ve gücünü yitirince, putperest devrin birçok başka 'çiğ güdüleri' gibi, boyun, budunun en geniş durumunu ifâde eden ve İhtilâlikebirle birlikte artık millet şeklinde anılacak kavme bağlılık ön plana çıkacaktır. Buysa, özellikle de Darvinciliğin zemin teşkil edeceği, ırk mülâhazasının belirişini sağlayacaktı. Nihâyet Yeniçağ sonları ile çağdaşlığın başlangıç dönemlerinde sahneye çıkan sermâyeciliğin olmazsa olmaz şartlarından sömürgecilik ile imperyalismin en önemli pâyândâlarından biri de kavimcilik-ırkcılıktır. Bunun da üç ana örneği var. Tekmil insanlığa tebliğ olunmuş âşîkâr Tektanrılı vahiy dininin ilk ve en eski müntesibi olma tekelini bulundurmak iddiasında olup bunu kendi kavmiyle özdeşleştiren Israil ilahiyât esâslı kavimciliği; millî toplumculuğun işbaşına gelmesinden sonra Almanın dirimsel temelli kavmî ırkcılığı ve nihâyet sömürgecilik ile imperyalismi hâkim kılmak maksadıyla iktisâdî-siyâsî mütâlealara dayayanılarak geliştirilen İngiliz kavimciliği.

Yeniçağın klasik devrinden itibâren Avrupada kopan ırkcı-kavimci fırtınaların önemli sebeplerinden biri Israilin 'ilahiyâta dayalı kavim saplantısı' yahut 'merkezciliğ'i[iii] ile Millî Toplumcuların saf kan saplantısı ki, buna kavmî ırkcılık da diyebiliriz, dışlayıcıdır. Özge bir anlatışla, kavmin dirimsel arılığını bozar kaygısıyla ona dışarıdan beşerî unsurların katılması istenmez. Benzer istemezlik, İngiliz kavimciliğinde de vardır. Ama bu, gizli tutulur, gizlenir. İngiliz kültürü, kendi dışındaki toplumlara hoşgörülü ve katılımcı görünür. Öyle ki katılma ile bütünleşmeyi teşvik eder. Bu, onun liberal ve democratique vechesi, görünüşüdür.

Sermâyeciliğin zorunlu tuttuğu sömürgeleştirme süreci, Avrupa kıtasının dışında denizaşırı diyârlarda yürütülmüş olup ele geçirilmiş ülkelerde yaşayan toplulukların yahut toplumların ortadan kaldırılıp kaldırılmayacağına daha işin başlangıç safhalarında karar verilmiştir. Hâkim olunmuş halkların ezici çoğunluğu yaşatılmıştır. Zirâ iktisâdî etkinliklerin hedefi olarak kabul olunmuşlardır. Bunlar ilkin, hammaddeleri çıkaran, derleyip toplayan, anavatana nakleden bedâva işgücünü teşkil etmişler; kölelik durumundan ucuz işgücüne dönüştürüldükten sonraysa anavatandan satılan mamûl malların müşterisi kılınmışlardır. Bahsi geçen topluluklara, halk öbeklerine mensup kimseler, İngilizle dirimsel anlamda karışmamakla birlikte, ona ait kültür değerleriyle donatılarak onun doğrultusunda yaşamağa sevk olunmuşlardır. Geçmişin kadîm devirlerinde insanın, kimi hayvan türlerine uygulamış olduğu yöntemi, sömürgeci de yerli halklara karşı tatbîk sahasına sokmuştur. Yerli halklar, ilkin ehlîleştirilmiş, bilâhare evcilleştirilmişlerdir. Ehlîleştirmede (Fr apprivoisement), sığırda, davarda, tavukta, at ile eşekte gördüğümüz gibi, uygun kabul edilen hayvan, ihtiyâç duyulan işe koşulur; demek ki o, kullanım değeri kazanır. Evcilleştirmedeyse (Fr&İng domestication), kullanım değeri kazanmış hayvana ayrıca beşerî özellikler de yüklenir. Böylelikle en aşırı örneklerine kimi süs kedileri ile köpeklerinde rastladığımız üzre, kendi doğal şartlarından sapmış 'beşersi' yaratıklar ortaya çıkarlar. İşte yerli halklar da, sömürgeleştirilirlerken, benzer yol izlenmiştir. Buradan İngiliz olmayıp yine de İngilizimsi toplumlar ortaya çıkarılmıştır. Böylece kendini dünya çapında yaygınlaştıran İngiliz kültürü sonunda medeniyet boyutlarına erişmiştir.

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.)

Ş. Teoman Duralı


[i] Arapca ile Almancadaki 'Philosoph - Fachphilosoph' bir yana, Türkcedeki 'filosof - felsefeci' ayırımına denk düşebilecek karşılık başka dillerde varmı? Bilmiyoruz. En azından İngilizcede yok. Bu bakımdan, tasrîh olunmadığı takdîrde, İngilizce 'philosopher'in Türkcedeki karşılığı 'filosof da olabilir, 'felsefeci' de.

[ii] Hintcede hâkimiyet anlamındaki 'Raj', 1790ların sonları ile 1947 arası Hindistanda İngiliz hâkimiyet devrinin, yanî 'İngiliz Hindistanı'nın (İng British India) adıdır —bkz: Alan Palmer: "Dictionary of the British Empire and Commonwealth", 288.s.

[iii] Fr ethnocentrisme theologique.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Prof. Dr. Teoman Duralı

Prof. Dr. Teoman Duralı Diğer Yazıları