Doğumunun 200. yılında: Charles Baudelaire (1821-1867)
Yalnız adam Baudelaire'in hayatı çelişkilerle doludur. Bazen maneviyata saldırıp en aşağılık ahlâksızlığı savunurken bazen bir iç sıkıntısı ile Allah'a sığınırdı. O savurgan harcamalarından dolayı vesayet altına alınmış frengili bir çılgındı.
Fransız deneme yazarı, çevirmen, sanat eleştirmeni ve şairdir. 19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden olmasının yanı sıra, Edgar Allan Poe'nun eserlerini çeviren öncü sanatçıdır. En ünlü eseri olan lirik tarzdaki Kötülük Çiçekleri'nde; 19. yüzyılın ortalarında Paris'te yaşanan hızlı sanayileşmenin, güzelliğin doğasını nasıl etkilediğini yansıtan şiirlerine yer vermiştir. Baudelaire'nin son derece özgün nesir şiir tarzı; Verlaine, Rimbaud ve Mallarmé gibi kendinden sonraki dönem sanatçılarını da oldukça etkilemiştir.
1821'de Paris'te doğdu. Ressam bir papaz olan babası, daha 6 yaşındayken öldü. Baudelaire, hayran olduğu annesine daha bir sarıldı. Annesini taparcasına seviyordu. Ona o kadar bağlı ve o kadar sevgi doluydu ki, onun evlenmesini hiç istemiyordu. Daha sonraları: "Hep sende yaşıyordum, yalnız benimdin. Hem taparcasına sevdiğim bir put hem bir arkadaştın sen" diye yazacaktır annesine.
Fakat annesi Kasım 1828'te (babasının ölümünden bir yıl geçmeden) daha sonra general olacak olan Aupick adlı bir subayla evlenir. Yeni evli çift, Baudelaire'i ortamdan uzaklaştırmak için bir yatılı okula verirler. Onun ünlü "kırılışı" bu tarihte başlar. Buison kırılışı şöyle tasvir eder: "Baudelaire'in çok nazlı, çok ince, çabuk kırılabilecek yumuşak bir ruhu vardı; hayatın ilk vuruşuyla kırıldı o."
Onun varoluşunda dayanamayacağı bu olay yer alıyordu: Annesinin ikinci evliliği. Bu konuda söyleyecekleri tükenmek bilmez derecede içli ve fazlaydı. Korkunç mantığı gelip şu özetlemeyle neticelenirdi: "İnsanın benim gibi bir oğlu olursa ikinci kere evlenmez." Ama annesi evlenmişti işte.
Bu beklenmedik ayrılık ve ondan doğan keder, ansızın bir şahsî hayatın içine attı onu. Daha önce, annesiyle birlikte olan yaşantıları dinî hayat ile dopdoluydu. İşte bu güzel hayat, alçalan bir deniz gibi, onu yalnız ve kupkuru bırakarak çekilip gitmişti. Böylece Baudelaire varlığını doğrulayan sebepleri kaybetti. Duyduğu utançla, bir hiç olduğunu, varlığının kendisine bir hiç için verildiğini düşünmeye başladı. Çok sevdiği annesi tarafından kovulmuş olma saplantısına, derin bir kırgınlık duygusu karıştı. Şöyle diyecektir bu dönemleri düşünerek:
"Ta çocukluğumdan beri yalnızlık duygusu içindeyim. Arkadaşlar arasında bile sonsuza kadar sürecek bir yalnızlık duygusu."
Artık, bu acı içinde o isyankâr bir tanrıtanımaz (ateist) ve karamsar şairdir o.
"Yara bende, bıçak bendedir,
Kurban da ben, cellat da benim." der.
Onun için hedef ölümdür:
"Ölümdür artık ne yazık ki, avutan ve yaşatan
Odur hayatın amacı, odur tek umut olan."
Annesinin ağzından kendi doğumunu şöyle değerlendirir:
"Karşı konmaz güçlerin buyruğu üzere, Ozan
Geldiğinde bu tatsız, can sıkıcı dünyaya
Yumruğunu dehşetle, lanetlerle kaldıran
Annesi kafa tutar rahmeti bol Tanrıya:
Nasıl düştü rahmime bu garip varlık benim,
Lanet olsun bir anlık arzu gecelerine!
Nasıl beslerim onu, nasıl emzireceğim?
Engerek doğuraydım bu gudubet yerine!"
Yalnızlığı dehşet verici olarak görüyor, hayatı anlamsız olarak değerlendiriyordu. Bütünüyle sebepsiz ve gayesiz yaratıldığını düşünür. Ona göre aptallıklar, yanlışlar, günahlar ve cimriliklerle insanların hayatlarını kararttığı fikrindedir. Derin iç yaramazlık duyguları benliğine hâkimdir. Bu yüzden olacak intihar saplantısını kafasından hiç atamaz. Kendini gereksiz görür. 1845'deki ünlü mektubunda şöyle yazacaktır:
"Kendimi öldürüyorum, çünkü başkaları için lüzumsuz, kendim için de tehlikeliyim."
İntiharı dener ama başaramaz. 24 yaşında, halâ ailesinden yardım gören işsiz bir gençtir o. Bu ara Baudelaire, içindeki ıstırabı bastırabilmek için sefahate ve bohem hayata dalar. Sonradan metresi olan Jeanne Duval ile tanıştı. Babasının mirasını alır ancak bu parayı hesapsızca harcadığından dolayı çılgınca para harcaması çevresindekileri ürkütünce, 1845'ten itibaren vesayet altına alınır. Çünkü müsrif bir yaşam sürerek pahalı giysiler, kitaplar, tablolar, pahalı yemek ve içkiler, bu arada kuşkusuz afyon ve esrara harcayarak günlerini geçiriyordu. Vasi altına alınınca hayatının sonuna kadar baba mirasını çok tutumlu kullanmak zorunda kalır. Vasiyetnamesinde ise her şeyini metresine bıraktığını yazacaktır.
1857'de şöyle yazıyordu: "İdrak ettiğim şey; çok büyük ümit kırıklığı, dayanılmaz bir yalnızlık duygusu... Tam bir istek yokluğu, nasıl olursa olsun bir eğlence bulma imkânsızlığıdır. Kitabımın garip başarısı, uyandırdığı kinler az bir süre ilgilendirdi beni, sonra yeniden düştüm."
Hafif meşrep kadınlar, sefahat âlemi, hiçbiri Baudelaire'in iç sıkıntısını hafifletemez. Yine Allah'a seslenir: "Allah'ım neden karışıklık içine attın beni! Kesinlikle gönül huzuru gerek bana, bundan başka bir şey istediğim yok."
Sonra içinde bulunduğu ruh halini tarif eder:
"Her insanda, her saat aynı anda iki istek vardır: Biri Allah'a doğru, öteki Şeytan'a doğru.
Allah'a veya maneviyata sığınış, bir basamak basamak yükselme isteğidir; Şeytan'ınki veya hayvaniliğinki ise bir iniş mutluluğudur."
Böylece insan kendisini birbirinin zıddı iki gücün uygulanışından doğan bir gerilim içinde bulur. Baudelaire burada zahmetsiz olanını tercih eder. Annesine ve üvey babasına duyduğu hıncı, inancında da yaşatır. Ama içi rahat değildir. 1864'te şöyle yazar:
"İnsan türünden tiksinmenin bütün sebeplerini sabırla yazacağım. Mutlak olarak yalnız kaldığım zamansa, bir din arayacağım... Ve ölüm anında da, evrensel budalalığın karşısında duyduğum tiksintiyi iyice gösterebilmek için, bu sonuncu dini kabulleneceğim.''
Çünkü o;
"Daha çocukken, ta yüreğimde duydum iki zıt duyguyu,
Hayattan nefret ile yaşama coşkusunu" hisleriyle doludur. Bu iki zıtlık arasında gidip geldiği gibi tanrıtanımazlık ile inanma arzusu arasında da gidip gelir. Özellikle hasta anlarında Tanrı'ya inandığını söyler.
Aşağılık duygusu ömür boyu peşini bırakmaz. Yaptığı günahların suçunu yaradılışına atarak rahatlamaya çalışır: "Hastayım, hasta. Anam babam yüzünden, iğrenç bir yaradılışım var. Onlar yüzünden didik didik ediyorum kendimi. 27 yaşında bir anneyle 79'luk bir babanın çocuğu olmanın sonu budur işte. Uyumsuz, hastalıklı, güçsüz bir birleşme."
"Sanki bin yaşındayım, o kadar hatıram var" der.
Baudelaire'in son yılları para sıkıntısı ve hastalık içinde geçer. 1864 Nisanında konferanslar vermek için gittiği Belçika'dan hayal kırıklığı ile döner. 1866'da felç olur. Konuşma melekesini kaybeder ve bir daha iyileşmez. Bir yıl sonra, 1867'de henüz 46 yaşındayken Paris'te, yaşamının son bir yılını geçirdiği bakımevinde ölür. Araştırmacılar ölüm sebebi olarak sefahat âleminde kaptığı frengi mikrobunun beyni tahrip etmesini gösterirler. Hastalığı, en etkileyici ilk şiirlerinde sözünü ettiği Şaşı Sarah lakaplı Yahudi bir fahişeden kaptığı sanılmaktadır.
Ülkemizde de Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas ve Cahit Sıtkı Tarancı başta olmak üzere birçok edebiyatçımız Baudlaire'den etkilenmişlerdir.(8) Baudelaire okuyarak yetkinleşen yazarlarımız, okuyucularına şairaneliğinden bir parça olsa bile sunarak, Türk edebiyatındaki müzikaliteyi başlatırlar. Tanpınar'ın deyişiyle, "Şiirde musiki aşkı onunla, rekabet arzu ve ihtirası Baudelaire ile başlar."
Ahmet Muhip Dıranas'ın Baudelaire etkilenmesi ise şiirlerinde azap, pişmanlık gibi duyguları işlerken olmuştur. Cahit Sıtkı Tarancı da ise en çok sevdiği şair olan Baudelaire için: "Baudelaire elinde tuttuğu canlı meşale ile bana tutacağım, tutmam gereken yolu gösterdi. Baudelaire, bana suyun dibine inmeyi öğretti: İçimle dışım arasındaki farkı Les Fleurs du Mal'ı okuduktan sonra anladım. Baudelaire bana kendi kendimi buldurttu ve ben hayatımı, Baudelaire'i okuduktan önce, Baudelaire'i okuduktan sonra diye iki bölüme ayırmaktayım." der.
Herkesin muhakkak ki bir yerde denk geldiği Cahit Sıtkı'nın dizeleri olan, "Haydi Abbas vakit tamam/ Akşam diyordun işte oldu akşam" şiirinden önce Baudelaire şu dizeleri yazmıştır: "Uslu dur ey Hüznüm, daha sakin ol / Akşam diyordun, işte oluyor akşam."
Yazımızı şairimizin ünlü iki şiiriyle bitirelim:
İÇE KAPANIŞ
Derdim: Yeter, sakin ol, dinlen biraz artık;
Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam,
Siyah örtülere sardı şehri karanlık;
Kimine huzur iner gökten, kimine gam.
Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin,
Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte;
Toplasın acı meyvesini nedametin
Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle.
Bak göğün balkonlarından, geçmiş seneler
Eski zaman esvaplarıyla eğilmişler;
Hüzün yükseliyor, güler yüzle, sulardan.
Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi
Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran
Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi."
(Çeviri: Sabahattin EYÜBOĞLU)
**
İNSAN ve DENİZ
Hür adam, denizi seveceksin daima!
Deniz aynandır senin; ruhunu seyredersin.
Onun sonu gelmeyen coşkun dalgalarında
Kalbinde bir uçurumdur, onun gibi derin…
***
Benzerinin koynuna dalmak en büyük zevkin;
Gözlerin, kollarınla sarılırsın ona sen.
Ve kalbin bir an dertlerini unutmak için
Kuvvet alır o vahşi ve yırtıcı seslerden.
***
İkiniz de karanlık görünmek istersiniz;
İnsan; ölçen olmadı daha derinliğini!
Bilen yok koynundaki servetleri ey deniz!
Saklayın sırrınızı günahlarınız gibi.
***
Ama asırlar asrı işte böyle durmadan
Aranızda bitmeyen, insafsız bir savaş var.
Öyle hoşlanırsınız ölümden ve vurmadan;
Ey ayrılmaz kardeşler, ey sonsuz kavgacılar!
Prof. Dr. Sefa Saygılı
KAYNAKLAR
1- Baudelaire. Jean-Paul Sartre. Payel Y.
2- Meydan Larousse Ansiklopedisi. Sabah Y.
3- Baudelaire Efsanesi. Necmi Naz. X Y.
4- Jurnal. Cemil Meriç. İletişim Y.
5- Karanlıklar Prensi Baudelaire. Erdoğan Alkan. Evrensel Kültür K.
6- Charles Baudelaire. Vikipedia özgür ansiklopedi
7- Baudelaire ve Kötülük Çiçekleri. SALÂH BİRSEL Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi. Kasım 1967, S: 194, S. 183-184
8- Türk Edebiyatında Baudelaire Etkisi SELENE CABALAR NİSAN 14, 2021 718 EDEBİYAT
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.