Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ocak 10, 2023
Hz. Peygamber’in dilinden "mutluluk"…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Bundan önceki iki yazıda İslam'da saâdet ve şekâvet kavramlarını, kelime köklerindeki anlamlarından itibaren ele alarak mutluluk ve mutsuzluk anlamına gelen bu iki mefhuma İslam dininin bakışını ve Kur'an'da bunların nasıl ve ne şekilde geçtiğini; kime saîd (mutlu) ve kime de şakî (bedbaht) denildiğini incelemeye çalıştık.

Bugünkü yazıda ise konuya Peygamber Efendimizin (SAV) sünnet-i seniyyesi ve hadis-i şeriflerinde nasıl ve ne şekilde bakmayı, incelemeyi ve birtakım sonuçlara ulaşmayı düşünüyoruz.

Sevgili Peygamberimizin (SAV) inci misali değerli ve etkileyici, mübarek ve manidar sözlerinde yer tutan saâdet ve şekâvet kavramlarının Kur'an-ı Kerim'in insanlara tebliğ ettiği ilahi buyruklarla mutabık ve aynı zamanda onları açıklayıcı nitelikte oldukları görülmektedir. Bunlardan biri ünlü sahabi Sa'd b. Ebû Vakkâs'ın aktardığı bir hadis-i şerif'tir ve burada dikkat çekici bazı noktalar vardır. İlgili hadiste Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: "İnsanoğlu, Allah'ın kendisi için takdir ettiğine rıza gösterirse mutlu olur. Şayet, Allah'tan hayırlı olanı ummayı terk ederse ve Allah'ın kendisi için takdir ettiğine kızıp, isyan ederse bedbaht olur."

MUTLULUĞUN ANAHTARI: ALLAH'TAN GELENE RAZI OLMAK!

Bu hadis-i şerife göre mutluluğun anahtarı, Allah'ın takdirine; bu ilâhi takdir çerçevesinde gerçekleşen kaza ve kaderine rıza gösterebilme şuurudur. İslam dünyasında şöhret bulmuş bir söz vardır: "Men âmene bil-kader, emine minel-keder" Bu veciz ifade "Kadere iman eden kişi, bütün kederlerden emin ve güvende olur" anlamını taşımaktadır ki kadere iman gerçekte insanı aynı zamanda kederden uzaklaştıran, ferahlatan ve teselli eden bir unsurdur. Zira Müslüman, dünya hayatında zaman zaman karşılaştığı belaları, felaket ve musibetleri birer bedbahtlık sebebi olarak görmez. Aksine bunları, Allah'a ve O'nun takdirine rıza göstermesinin denendiği bir sınav olarak görür… Sözgelimi, evladını kaybetme acısıyla denenen Hz. Yakub malını-mülkünü ve sağlığını kaybetme sınavıyla denen Hz. Eyyub ve İsrailoğullarının hem kendisini hem de evladını şehid ettikleri Hz. Zekeriyya (ASM) birer peygamber idiler. Benzer durum, bebek yaştaki oğullarını, yetişkin ve aynı zamanda birer anne olan kızlarını, ahiret yurduna uğurlayan bir baba olarak Resûl-i Ekrem (SAV) Efendimiz için de söz konusuydu… Bütün bu kutlu elçiler, muhatap oldukları ağır sınavlarda sabırlarıyla sınanmışlardı ve "sabr-ı cemil"leriyle bu sınavı başarmışlardı... Onların muhatap oldukları bu durum, ancak "ibtilâ" olarak görülebilecek bir "sınanma ve denenme"dir. Tıpkı Kur'an-ı Kerim'de buyrulduğu üzere… "Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. (Ey Resûlüm!) Sabredenleri müjdele!" (Bakara, 155) ayetin son cümlesi oldukça manidardır: Sabredenleri müjdele… Yani bu sınavlarla muhatap olup da sabredenlere müjde ver!... Çünkü "onlar bir musibete uğradıklarında "Biz her şeyimizle Allah'a aidiz ve neticede yine O'na döneceğiz." derler. Bu şuurla hareket ettiklerinden dolayı Rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve doğru yola ulaşmış olanlar da işte bunlardır." (Bakara, 156-157)

Bu hadis-i şerifte mutluluk sebebi ve vesilesi olarak görülen, aynı zamanda kişinin saâdetine, yani dünya ve ahirette mutlu olacağının bir işaret olan kabul edilen "Allah'ın takdirine rıza gösterme" özelliği, kişiyi her hâl ü kârda, her zaman ve zeminde, her durum ve şartta "hayr"a; yani iyilik ve güzelliğe, olumlu ve başarılı neticeye nâil olan biri haline getirmektedir. Onun bu durumunu ortaya koyan bir başka hadis-i şerifte yine derin anlamlar taşıyan şu bilgiyi paylaşıyor bizimle Nebiyy-i Muhterem (SAV) Efendimiz… "Müminin hali, gerçekten hayranlık duyulacak bir durumdur… Çünkü her işi, onun için bir hayır getirir. Ancak bu durum sadece ona mahsustur, ona ait bir ayrıcalıktır. Şöyle ki, mümin kendisine sürûr veren bir nimete nâil olsa, (sevinç, bolluk bereket, iyilik-güzellik adına her şey) bunun kendisine Allah Teâlâ tarafından ihsan edildiğini bilerek şükreder. Bu şükrü, o nimeti kendisi için bir "hayr" haline dönüştürür. Şayet bu mümin bir musibete uğrasa, (ona maddi-manevi zarar veren, üzüntü ve keder veren her şey) bu durumda da yine onun Allah Teâlâ tarafından kendisine verilmiş bir imtihan olduğunu düşünerek sabreder. Bu sabrı da onun için yine "hayr"a vesile olur…"

Kur'an-ı Kerim'in verdiği bir bilgi vardır: "Şükreden kulların sayısı pek azdır" ve "Sabretmeyi başarabilmek, Allah'tan gelen büyük bir nasibin sahibi olmak demektir." (İlgili ayetler için bkz. Sebe' 13 ve Fussilet, 35) Ayetlerden anlaşılan şudur ki, şükür de sabır da müminin dünya hayatında hayra nail olmasına en büyük vesilelerdir. Ama bu iki özelliğe sahip olmak her kula nasip olmayan ayrıcalıklı bir durumdur. İkisi de aynı zamanda birer "salih amel"dir ve bu özellikler iman ile birleştiğinde kişiye, yaşadığı hayatı, ayette ifade edilen "hayâten tayyibeh" haline dönüştürmektedir… Nahl suresinin 97. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: "Kadın ya da erkek, mümin olarak salih amellerin sahibi olan her kişiye (bu dünyada) hoş bir hayat yaşatacağız. Ve onları yaptıklarına karşılık, daha güzeliyle (ahirette) mükafatlandıracağız."

Müfessirler, ayetteki "hayâten tayyibeh" ifadesini, kişinin bu dünyada yaşayacağı "hoş, mutlu ve huzurlu bir hayat" olarak açıklamışlardır. Şüphesiz, Allah'ın rızasının en büyük işareti, müminin gönlüne bahşedilen bu sürur ve huzur halidir… En büyük mutluluk da bu olsa gerek…

Sağlık ve esenlik dileğiyle…

Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN