Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Temmuz 25, 2019
“Yardımlarınızı başa kakarak ve inciterek boşa çıkarmayın”
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Geçen hafta köşemizde Suriye'den göç ederek ülkemize sığınan mülteci/muhacirlerin yuvalarını-yurtlarını terk etmelerinin, kurulu düzenlerini bırakıp gelmelerinin sebeplerinden ve onları buna mecbur bırakan sâiklerden bahsetmeye çalışmıştık.

İlgili yazının başlığı ise, sayıları dört milyona yaklaşan ve kimisi bombalarla "yerle bir olmuş", kimi de kurşunlarla delik deşik hale gelmiş "harabe" niteliğindeki evlere sahip bir kitlenin ülkelerine geri dönmesi gerektiğini düşünen ve dillendirenlere karşı anlamlı bir soruydu: "Suriyeliler hangi evlerine dönsün?"

Aynı yazıyı sosyal medyada paylaştığımızda, gelen yorumlardan anlaşılan şuydu ki, büyük oranda yazdıklarımıza olumlu bakanlar yanında, "geldikleri evlerine dönsünler!" gibi ifadelerle bizimle aynı fikri taşımayanlar da vardı… Anlaşılan, birtakım sebeplerle, aynı mahalleyi, aynı cadde ve sokakları paylaşan bazı vatandaşlarımızın, Suriyelilerle alakalı birtakım problemler yaşadığıydı. Bunların üzerinde durmayı düşünürken geçen hafta içinde İstanbul Valiliği tarafından gerçekleştirilen kontroller ve sonrasında yaşanan gelişmeler, İçişleri Bakanının duruma müdahalesi ve tansiyonu düşüren açıklamaları, konuyu bir kez daha ele almamızı zaruri kılmıştır.

PROBLEMLER HANGİ SEBEPLERDEN KAYNAKLANIYOR?

Gerek kişisel gözlemlerimiz gerekse sosyal medyada paylaşılan ve dillendirilen hususlar çerçevesinde diyebiliriz ki, yurt dışından ülkemize mülteci sıfatıyla gelenlerde kültür, sosyal hayat, adab-ı muaşeret gibi konularda farklı tutum ve anlayışlar gözlenmektedir. Bilindiği üzere, her bölgenin coğrafi şartları, tarihi, kültürü örf ve âdetleri, orada yaşayan insanların kişilik ve karakterlerini de tutum ve davranışlarını de etkiler ve şekillendirir… Bu gerçeği kabullenmek ve yanlışları terk edip doğrulara ulaşma hususunda muhatabımıza biraz zaman tanımak ve sabırlı olmak erdemini göstermek yerine, "yüksek sesle konuşup bizi rahatsız ediyorlar/Temizlik şartlarına-hijyen kurallarına uymuyorlar/Kafelerde nargile tüttürüyorlar/hırsızlık ve gasp olayları bunların işi" vs. söylemlerle topyekün bir karalama kampanyasına destek veriyoruz. Emniyet yetkilileri Suriyelerin suça karışma oranlarının %1.32 gibi çok düşük bir düzeyde olduğunu açıklamakta iken medyanın ve önyargılı davranan birtakım kesimlerin bu söylemleri, toplumda bir infial oluşmasına sebep oluyor maalesef… Yine zaman zaman kendi aralarında ve başka gruplarla yaşanan anlaşmazlık ve kavgalar her defasında medya tarafından abartılarak ve köpürtülerek veriliyor ve çoğu zaman dezenformasyon ve manipülasyon amacına hizmet ediyor.

YAPILMASI GEREKENLER NELER?

Öncelikle şunu ifade edelim ki, söyleyeceklerimiz, her ne surette olursa olsun, "Suriyelileri ülkede görmek istemeyen" ve bir an önce "burayı terk etmeleri/evlerine dönmeleri gerektiğini" düşünenler için kaleme alınmış değildir. Zira onların sahip oldukları değişmez/donuk fikir ve anlayışları, bir değil onlarca yazıyla bile değiştirmek mümkün değildir. Bizim sözümüz, asırlardır bu topraklarda mazluma/mağdura kucak açan ecdadımızdan tevarüs ettiğimiz anlayışa, "vicdan sahibi" olan insanlaradır…

Bizim sözümüz, "mazluma yardım etmenin, ona el uzatmanın" aynı zamanda Allah'ın bir emri olduğuna inanan kimseleredir…

Bizim sözümüz, başka bir şey için değil, sadece yüreğinde taşıdığı iman ile karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek ve sadece "Allah'ın rızası" için insanlara iyilik yapan ihsan ve ikram sahibi kişileredir. Zannedilmesin ki, dünya kötülerle dolu. Hayır!.. Her türlü kötülüğün artıp toplumları istila ettiği şu asırda bile iyiler var ve iyiliklerine devam ediyorlar! Çünkü Son Nebi'nin ifadesiyle "Yeryüzünde Allah Allah diyen olduğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır." En önemli mesele, Allah'ın adını ananlardan, Allah için ve sadece O'nun rızasını/hoşnudluğunu kazanmak için çaba sarf eden ve yine, yaptığı her işte "bana Rabbim ne der?" sorusunu soran sorumluluk sahibi insan ve mümin olabilmekte…

Bu temel noktaları belirledikten ve ifade ettikten sonra hem fert olarak hem toplum ve hem de devlet olarak yapılması gereken, yerine getirilmesi icab eden birtakım sorumluluklar ve görevler vardır.

Şurası bir gerçektir ki, Türkiye hiçbir dünya devletinin göstermediği gani gönüllülüğü göstermiştir. Dünyanın neresinde bir felaket yaşansa dinine, ırkına, rengine bakmadan mağdurlara yardım elini uzatan, annelerin ve çocukların gözyaşını silen bizleriz. Evsiz-barksız, sahipsiz-kimsesiz kalan, göçe mecbur olan 3.800.000 mülteciyi muhacir kabul edip bir "Ensar" anlayışıyla kucak açan ülke yine Türkiye'dir. Cumhurbaşkanımızın önderliğinde Devlet ve hükumet olarak bu iradeyi gösteren Türkiye'nin cömert ve yardımsever vatandaşları da, hayır hizmetlerine adanmış gönüllülerin kurduğu sivil toplum kuruluşları da bu konuda destek olmuş ve adeta bir "İyilik Destanı" yazılmıştır. Bugün öylesine bir noktadayız ki, ya bu destan yazılmaya devam edecek ya da tüm iyilikleri hebâ edecek ve yerinde yellerin eseceği bir durum oluşturacak kritik bir noktada… Suriye'de barış sağlanmadan, köylerde ve şehirlerde güvenli bir hayata geçilmeden, evler oturulabilir/yaşanılabilir hale gelmeden, "Suriyeliler evlerine dönsün" demek yapılan iyiliği boşa çıkarmaktır…

Yapmadıkları şeyler, karışmadıkları olaylar, bulaşmadıkları suçlar sebebiyle sürekli bir zan altında tutulmak, mahalle baskısıdır, onları psikolojik olarak incitmektir…

Yapılan iyilikleri sık sık gündeme getirerek tekrarlamak aynı zamanda başa kakmaktır.

Uyarı ise Allah Teala'dan gelmektedir: "Ey iman edenler. İyiliklerinizi başa kakmak ve incitici sözlerle/davranışlarla boşa çıkarmayınız." (Bakara, 264)

Devlet olarak üzerimize düşen görev ise Ensar durumundaki halk ile Muhacir konumundaki mültecilerin hak ve hukukunu kayıt ve koruma altına alacak birtakım düzenlemeler yapmaktır. 17 Temmuz 2017 tarihinde yine bu köşede ifade ettiğimiz üzere, bir kez daha söyleyelim: Bu kadar büyük bir kitlenin ülkemizde göçmen olarak bulunduğu şu ortamda konu etraflıca ele alınarak oluşturulmuş bir göçmen politikasına; ve kurulacak Göç/Göçmen Bakanlığı'na ihtiyacımız artmış durumdadır.

Kanaatimizce bu konuda da son sözümüz şu niyaz olmalıdır: Allah devlete ve millete zevâl vermesin!

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN