Yaralı leylekleri tedavi eden ecdadımız vardı. Ya şimdi?...
Daha Sakarya'da meydana gelen ve her bir vicdanı yaralayan hadisenin acısı yüreğimizde duruyorken, bugün Bursa'dan gelen bir başka vahşet haberi bir kez daha kanattı kalbimizi… Aklımız duruyor, havsalamız almakta zorlanıyor, zihnimiz anlamakta nâçâr kalıyor. Bir kişi –insan demeye dilim varmıyor zira- nasıl olur da bir kedinin yürümesine, koşmasına kısacası yaşamasına yardımcı olan âzâlarını keserek, ona acıların en ağırını hissettirerek öldürebilir!.. Hangi sapık hissiyat, hangi vicdandan yana nasipsiz psikoloji sahibi kişi, savunmasız bir canlıya bu şekilde bir ölümü reva görebilir?..
Dün, Sakarya'da masum bir köpeğin patilerini ve kuyruğunu keserek ölümüne sebep olan kişi/kişiler, can taşıyan varlığa karşı bu vahşeti nazarlara verirken bugün, bir zamanlar ecdadımızın, yaralı leylekleri/kuşları tedavi etmek maksadıyla kurdukları "Gurebâhâne-i Laklakân" isimli hayvan bakım evleriyle, bu yerlerin yaşaması ve görevine devam etmesi için tesis ettikleri vakıflarıyla meşhur olan Bursa'da, daha henüz bir aylık bir yavru kedinin tabiri caiz ise "elleri-ayakları" kesilerek canına kıyıldığı haberiyle irkiliyoruz.
Sakarya'da yaşanan olay üzerine Yenişafak'ta Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç ve Diriliş Postası'nda Prof. Dr. Yücel Oğurlu hocalarımız önemli tespit ve teşhislerde bulundular. Her iki değerli akademisyenin fikirlerine katılmamak mümkün değil. Söyledikleri, yazdıkları aynı zamanda hislerimize tercüman olan hususlar. Bununla birlikte bendeniz bu yazıda daha ziyade "çocukluk yıllarında alınan eğitimin" ya da "eğitimsizliğin" sonraki yıllara yansıyan derin tesirlerine dikkat çekmek istiyorum. Belki, alınan polisiye tedbirlerin, sonuçlar üzerinde yetersiz kaldığını iyiden iyiye hissettiğimiz şu günlerde eğitimin, özellikle çocukluk yıllarında aile ocağında alınan terbiyenin önemine bir nebze dikkat çekmiş oluruz.
Değerli okuyucum.
Bundan beş-altı yıl önce bir gazete haberinde yedi-sekiz yaşlarında bir oğlan çocuğunun, bir kediyi sekizinci kattan merdiven boşluğuna atarak ölümüne sebep olduğu yazılıydı. Bir eğitimci olarak bu yaşlarda bir çocuğun böylesine bir nefret hissine sahip olmasını yadırgamış ve üzerine eğilme ihtiyacı hissetmiştim. Sonradan edindiğimiz bilgiler, söz konusu çocuğun ailesinde şiddet gördüğü yönündeydi. Dolayısıyla çocuk, bastırılmış nefret hislerini kediye yöneltmiş ve masum bir canın ölmesine sebep olmuştu. Eminim ki, yeryüzünde ilk cinayeti işleyen Kabil gibi, o oğlan çocuğu da kedinin ölümüne sebep olduğu için bir vicdan azabı yaşamıştır. Fakat vicdan çoğu kez, "içimizdeki ben/ego"; bir diğer ifadeyle nefsimizin bizi haklı gösterecek telkinleriyle susturulmaya çalışılır ve bunda da çoğu kez başarılı olunur. Asıl problem, bir kez yaşanan kötü tecrübeden pişmanlık duymayan nefsin, sonradan yaşanacaklara meşruiyet zemini hazırlama problemidir. İşte asıl mesele buradadır. Asıl mesele, bir hatayı/günahı/cürmü işlemeden önce bizi ondan uzaklaştıracak unsurlara sahip olmak; bir donanıma malik bulunmaktır. İşte bu donanımın en önemli kısmını aile ocağında alınan eğitim; anne babanın verdiği terbiye oluşturmaktadır!..
İlim ve fikir adamı Mehmet Kaplan, Büyük Türkiye Rüyası adlı eserinde askerlik günlerinde talim yaparlarken verilen aralarda yedek subay adayı askerlerin çevredeki bahçelere sürüler halinde hücum edip dallardaki meyveleri güle kapışa yediklerinden söz eder ve tecrübelerini şu mealdeki sözleriyle tamamlar: "Anladım ki, tahsilsiz de olsa Müslüman ailenin çocukluk yıllarında evladına verdiği "haram mala el uzatmama" düsturunun yerini sonradan verilen hiçbir eğitim tutmuyor."
Şunu söyleyebiliriz ki ailede verilen değerler eğitiminde, haram mala el uzatmamak kadar, büyüklere saygı, küçüklere sevgi de önemlidir. Bunlar gibi canlılara şefkat, yaratılanlara merhamet de önemlidir. Yaşı ellinin üzerinde olan bizler, karıncalara, güvercinlere, örümceklere sırf Peygamberimiz ve diğer peygamberlerin onlarla olan hatıralarından dolayı sevgi besler, varlıklarına saygı duyarız. Zira her birimiz, çocukluk yıllarından itibaren bu yönde telkinler almışızdır. Bu telkinler ise hayatımızın her evresinde davranışlarımıza yön vermiştir. Günümüzün çocukları ve gençleriyse maalesef ailesinden bu yönde yeterli telkin almıyor/alamıyorlar. Onları telkin bombardımanına tabi tutan kitle iletişim araçları ise çizgi filminden tutunuz bilgisayar oyunlarına ve bilim-kurgu filmlerine kadar hep "öldürme"yi kazıyor saf ve temiz zihinlerine… Kimin?.. İstikbalimiz, geleceğimiz ve ümidimiz olan bizim çocuklarımızın, yetişen neslimizin!..
Ülkelerin, devletlerin, hükumetlerin, çocuklara yönelik hazırlanan bilgisayar oyunlarına bir denetim ve bir disiplin getirmeyişlerini ibretle seyrediyoruz. Yedi yaşındaki çocuk hep "öldürerek" puan alabildiği oyunlar oynarsa, hiçbir gerçekliği olmayan tamamen hayal mahsulü canavarları "öldürme/yok etme" konusunda üstün başarı elde etmiş bu çocuk, gerçek hayatta bu maharetini bir canlı üzerinde hem de masum ve savunmasız bir yavru hayvan üzerinde denemekte hiçbir sakınca görmeyecektir. İşte tam burada, bir başka noktaya temas etmek istiyorum. Bir siyasetçinin, Sakarya'da yaşanan işkence olayı akabinde, "hayvanlara eziyet ve işkence edenlerin en ağır şekilde cezaya çarptırılması" konusunda hukuki düzenleme yapılmasına çaba ve gayret göstereceklerini ifade etmesini önemsemeli ve desteklemeliyiz. Çünkü böyle bir algı, vicdanını kaybetmiş kişiler üzerinde caydırıcı bir rol oynayabilir.
Konuya devam edecek olursak, şunu önemle vurgulamak isteriz. Çocuk duydukları ve gördüklerinden etkilendiği kadar, uyguladıklarından da etkilenir ve "öğrenir." Tüm canlılara karşı merhameti ve şefkati duymalı, görmeli ve uygulamalıdır, çocuk… Ancak bu şekilde onun tarafından bu duygular "öğrenilmiş" hale gelebilir. Merhametsizliğe ve şefkatsizliğe yol açacak ve tersi davranışlara yöneltecek her bir algı, çocuk ruhu için önemli bir tehlike ve tehdit unsurudur. Tüm bu olumsuzluklardan çocuğu ve genci korumaya çalışmak da yine öncelikle anne babanın vazifesidir.
Değerli okuyucum.
Anne babalara, Yüce Dinimiz İslam'ın bizlere telkin ettiği şefkat ve merhamet duygularının önemini ve bunun bütün canlılara yönelik olmasını emreden ayet ve hadisleri öncelikle anne babaların bilmesi, bellemesi ve yaşamasının ailedeki eğitim için bir temel şart olduğunu söylemeliyiz. Bu bağlamda, gerek ayet ve hadisler gerekse bizzat Sevgili Peygamberimizin konuya dair hatıralarını bilmek de bizler için son derece önemlidir diyebiliriz. İşte bu sebeple bundan sonraki yazımızda Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimizin tavsiye ve uyarılarından ve Asr-ı Saadetteki uygulamalarından bahsedeceğiz.
Gelecek yazıda buluşmak üzere…
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.