Karınca deyip geçmeyin
Kur'an'da bir sureye adını veren hayvanlardan biri de karıncadır. Hz. Süleyman'ın Sebe melikesi ile olan kıssasının geçtiği surenin adı karınca anlamındaki Neml olup Hz. Süleyman ile Belkıs kıssası anlatılır.
Süleyman Peygamber'in ordusuyla birlikte karınca vadisine geldiğinde bir karıncanın diğerlerini Süleyman'ın ordusu tarafından ezilmemeleri için yuvalarına girmelerini ister. Karıncanın bu sözlerini duyan Hz. Süleyman verdiği nimetler için Allah'a şükreder (Neml 17-19).
İsrâiliyat kaynaklarında geçen Ûc veya Âc b. Ûk veya Anâk adında efsanevi bir dev vardır. Bu devi İsrailoğullarını öldürmek için dağ kadar büyük bir taşı elleriyle kaldırmışken karıncalar ortasını deler ve taş boynuna geçer. Bu haldeyken de Hz. Musa onu öldürür. Karıncalar burada Hz. Musa'nın yardımcısıdır.
Kur'an-ı Kerim'de bir surede geçen karınca birkaç hadiste geçer.
Peygamberlerden birini bir karınca ısırmış da emir vererek karınca yuvasını yaktırmış. Bunun üzerine Allah ona: "Seni bir karınca ısırdı diye ümmetlerden tesbihde bulunan bir ümmeti helâk mı ettin?" diye vahy buyurmuş.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuş: Biri bir ağacın altında indi de kendisini bir karınca ısırdı. O da eşyasını emrederek ağacın altından çıkarttı. Ve emir vererek karınca yuvası ateşte yakıldı. Bunun üzerine Allah ona: Bir tek karınca yaksaydın ya! diye vahy buyurdu.
Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunan bir hadîste: (sallallahü aleyhi ve sellem) dört hayvanın öldürülmesini yasak etti. Bunlar: Karınca, arı, hüdhüd ve göçgen kuşudur.
Hadislerin hepsinde karıncaya zarar verilmemesi öğütlenir. Dolayısıyla bizim kültürümüzde Hz. Nuh'un gemisine ilk olarak karıcaları aldığına inanılır ve karıncaya ve arıya dokunulmaz, öldürülmez.
Rızkının peşinde koşar
Karınca dinde bu kadar önemli olunca onunla ilgili hikayeler de anlatılmaya başlanır. Hz. Ömer'le ilgili şöyle bir hikaye anlatılır.
Hz. Ömer, devlet işleri ile uğraşırken, kör kuruşun hesabını yaparken yorulur ve bir hurma ağacının altında uyur. Uyandığında, üzerinde iri bir karıncanın dolaştığını görür. Hz. Ömer karıncaya dikkatle baktığında, ağzında kendisinden büyük bir buğday tanesi taşıdığını ve bu taneyi ağacın gövdesindeki yuvasına götürmeye çalıştığını fark edince endişeye kapılır ve kendi kendine şöyle der:
‒ Ey Ömer! Allah'ın yarattığı bu karınca bile rızkını toplarken zorlanıyor. Acaba benim halifeliğim dönemimde, benim idarem altındaki insanlardan veya hayvanlardan herhangi biri, rızkına ulaşmakta adaletsizliğe veya zorluğa mı uğradı? Eğer bu küçük karınca dahi aç kalsaydı, kıyamet günü Allah benden bunun hesabını sorardı!"
Sabırlıdır
Attar, İlâhînâme'sinde karıncanın cüssesinden büyük bir işe kalkıştığını, dışarıdan görenlerin karıncanın yaptığı işi anlamsız bulduklarını ancak hakikatte karıncanın ağır ağır hareket ederek buğday tanesini yuvasına götürmeyi başardığını söyledikten sonra menzile ancak karınca gibi sebat sahibi olanların varacağı hakikatini hatırlatır.
Hakkı yenmez
Attar'dan bir hikâye daha nakledelim:
Şibli Hazretleri bir buğdaycıdan bir torba buğday aldı, köye götürdü. Buğdayı boşalttı. İçinden bir karınca çıktı. Şaşkın şaşkın o yana, bu yana gitmeğe başladı.
Şibli Hazretleri karıncanın yer değiştirmesinden dolayı rahatsız olduğunu görünce, "bu hayvancağızın yerinden ayrılmasına sebep ben oldum", diye sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca karıncayı aldı, yerine götürdü, bıraktı.
Benzer bir menkıbe Beyazid-i Bestamî için de anlatılır. Hemedan'dan aldığı hardal tohumuna birkaç karıncanın karışarak Bistâm'a geldiğini gören Bestâmî hazretleri, karıncaları Hemedan'a götürüp aldığı yere bıraktığı rivayet edilir. Bistam ile Hemedan'ın arasının yaklaşık 700 km olduğunu ve o günün şartlarında 20 günde gidildiğini hatırlatırsam sanırım menkıbe daha iyi anlaşılır.
Mesnevî'de karınca hakikatten habersiz bir kimsenin sembolüdür. Dördüncü defterde geçen hikayeyi naklediyorum.
Bir karınca, kâğıt üzerinde hareket eden bir kalem gördü ve yazıya hayran oldu. Yazıyı kalem yazdı zannetti.. Ona göre bütün iş kalemdedir; yazıyı yazan odur. Ancak eğer karınca biraz daha dikkat edebilseydi, kalemin arkasında eli görecekti. Elin arkasında aklı, aklın arkasında iradeyi ve nihayetinde bütün bunları var eden hakikî Fâil'i fark edecekti. Fakat karınca kendi idraki sınırlı mertebesinde kaldığı için, sebebi yalnızca gördüğü yerde arar.
Kanaat sahibidir
Kanaat sahipleri de karıncaya benzetilir. Bir fütüvvetnâmeden:
Yiğit, rızkı Hak'tan bilendir. Karınca yer altındadır, rızkı yer üstünden gelir. Kanaat eden, fütüvvet bulur.
Bursevî, Rûhu'l-Beyân'ında bu hakikati bir hikâye ile anlatır:
Bir arı, bir karıncanın bin bir güçlükle taneyi yuvasına götürdüğünü görünce, ona şöyle seslendi:
"-Ey karınca, bu kendine yüklediğin nasıl bir meşakkat, seçtiğin nasıl bir yüktür? Gel de benim yediğim içtiğim yeri bir gör. En güzel ve en hoş yiyecekler benden artmadıkça padişahlara ulaşmaz. İstediğim yere konar, istediğimi seçer ve istediğimden yerim."
Bu sözleri söylerken uçtu ve kasap dükkânında bir etin üzerine kondu. Kasap elindeki bıçağı o mağrur arının üzerine öyle bir vurdu ki onu iki parçaya böldü ve yere attı. Karınca gelip onu ayağından çekti ve şöyle dedi:
"Nice bir anlık şehvet vardır ki, sahibini uzun zaman üzüntüde bırakır."
Mütevazıdır
Karınca aynı zamanda tevazunun sembolüdür. Sühreverdî, Avârif'inde şöyle der:
Yiğit, nefsini herkesin ayağı altında bir karınca gibi bilmedikçe, fütüvvet kapısı ona açılmaz.
Haydarî dervişleri bu yüzden nefislerini karınca gibi yapmak isterler. Aç kalarak karınca gibi azıcık şeyle yetinen ve kanaat etmeyi öğrenirler.
İncitilmez
Hz. Ali için anlatılan şu hikaye karıncayı bırakın öldürmeyi değil, incitmeye bile rızası olmadığını gösterir.
Hazret-i Ali (r.a.) bir gün yolda aceleyle giderken farkına varmadan bir karıncayı incitti. İncinen karınca, elini ayağını oynatarak yerde çırpınmaktaydı. Hazret-i Ali, karıncanın içine düştüğü durumu görünce pek üzüldü. O Allâhʼın arslanı, bir karıncanın incinmiş hâlinden dolayı perişan oldu. Karıncanın kendine gelip yürümesi için bir hayli emek sarf etti, birçok çâreye başvurdu. Fakat nâfile...
O gece Hazret-i Ali, rüyasında Rasûlullah Efendimiz'i gördü. Efendimiz ona şöyle buyurdular:
‒Ey Ali! Yolda acele etme! İki gündür bir karınca yüzünden gökler mâteme boğuldu. Buna da sen sebep oldun. Yoldaki karıncayı incittin. Öyle bir karıncayı incittin ki, o Allâh'ın nârin ve hassas bir mahlûkuydu. Vazifesi, Allâh'ı zikretmekti.
Hazret-i Ali'nin vücudu titremeye başladı. Allâh'ın arslanı, bir karınca yüzünden ne hâllere düşmüştü. Efendimiz:
‒ Merak etme! Allah indinde şefaatçin, yine o karınca olacak. O karınca Cenâb-ı Hakk'a ilticâ edecek ve: «Yâ Rabbi! Hazret-i Ali bu işi kasten yapmadı. Bana bir zarar verdiyse de o, Sen'in velî bir kulundur. Sen onu bağışla!» diyecek.
buyurdular.
Hz. Ali'nin ahlakının anlatıldığı fütüvvetnâmelerde de kimseye zarar verilmemesi anlatılırken karıncanın incitilmemesi söylenir. Burgâzî'den naklediyorum.
"Yiğit odur ki yolunda yürürken karıncayı incitmeye, rızkına mâni olmaya. Zira Hak, rızkı karıncaya da taksim etmiştir."
Gelenek bu konuda o kadar hassastır ki karıncayı bile incitme diyenlerin karıncayı inciteceklerinden endişelenir:
Karıncayı bile incitmem deme
Karınca incinir bileden bile
Gülistan'dan da bir hikâye nakledelim:
Bir sultan, ayak bastığı yerde karınca yuvası olduğunu görmeden üzerine basar. Vezir der ki:
"Sultanım, karınca kimdir ki ona merhamet edesiniz?"
Sultan cevap verir:
"Karınca kim oluyor deme; zulmün küçüğü olmaz. Bir kıvılcım nice orman yakar."
Bu kadar hassas olan millet yakacağı odunu önce silkeler, üzerinde karınca falan varsa odundan ayırır.
Karaların ve denizlerin hâkimi Kanuni Sultan Süleyman, aynı zamanda "Muhibbi" mahlasını kullanan büyük bir şairdi. Önemsediği, fakat karıncaların bürüdüğü bir ağacı kesmek için bir rivayete göre Şeyhülislam Ebussuud Efendi'ye bir rivayete göre Zembilli Ali Efendi'ye bir tezkire yazar ve konuyu sorar:
Dırahtı ger sarmış olsa karınca
Zarar var mı karıncayı kırınca
Şeyhülislam aynı yolda cevap verir:
Yarın Hakk'ın divanına varınca
Süleyman'dan hakkın alır karınca
Karınca görenler için ibrettir
Muhibbi mahlasıyla şiirler yazan Kanunî gerçek sultanlığın, Süleyman olmanın yolunun Süleyman peygamber gibi karıncalarının öğütlerini dinlemekten geçtiğini söyler:
Hây u hûdan fâriğ ol âlemde sultanlık budur
Pendini gûş eylegil mûrun Süleymanlık budur
Şeyh Galip şu mısra ile adetâ gerçek mutasavvıfları tarif eder gibidir:
Mûruz ammâ iltifat eden Süleymân'dır bize (Şeyh Galip)
Sözü kimin söylediğini bilmediğimiz bir mısra ile tamamlayalım.
Anılır kâh Süleymân ile bir mûr-i zaîf (Lâ-edrî)
Ulu sultanlar yani Allah dostları ile birlikte anılan karıncalar yani mütevazi dervişler arasına dahil olmak niyazı ile…
İsmail Güleç
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.