Arama

İsmail Güleç
Mayıs 1, 2023
Din mealden değil, Hz. Peygamber’den öğrenilir

Birkaç gün önce bir arkadaşım aradı. Dini öğrenmek istediğini söyleyip benden kendisine bir meal tavsiye etmemi istedi.

Arkadaşımın bu sorusu, uzunca bir süre zihnimde taşıdıktan sonra cevabını kendimce bulduğum bir soruyu hatırlattı. Din, Kur'an okuyarak öğrenilir mi? Kur'an'ı veya herhangi bir kutsal kitabı okuyan herkes onu anlayabilir mi?

Son yıllarda neredeyse herkes Kur'an'ın mealini okur oldu. Hadis kitapları başta olmak üzere Müslüman alimlerin asırlar boyunca biriktirdikleri muazzam bir külliyat görmezden gelindi, hatta yok ve değersiz sayılmaya başlandı. Sadece meal okuyarak dini öğrendiğini zannedenler maalesef dini öğretmeye de başladılar.

Pencere vergisi

İlk başta samimi ve haklı bir talep gibi gelen bu meal okuyarak dini öğrenmenin birçok sıkıntıyı da beraberinde getirdiğini görüyoruz. Bunu iktisatçıların sık kullandığı ve vermeyi sevdikleri bir örnek üzerinden anlatmaya çalışayım.

1796'da İngiltere'de daha sonra da Fransa'da bir vergi konulur. Kral III. William kimin ne kadar vergi vereceğini ölçecek bir kural belirler. Kral, evlerdeki pencere sayısı ile kişilerin zenginlikleri arasında bir ilişki olduğunu düşünerek pencere sayısını zenginlik ölçüsü kabul eder ve pencere sayısına göre vergi koyar. Ona göre pencere sayısı ne kadar fazla ve büyük ise o evde oturan kişi de o kadar zengindir. Bir yıl sonra vergiler üç katına çıkarılınca neredeyse tüm pencereler bir gecede duvarla kapatılır.

Bir buçuk asır devam eden bu vergi evlerin pencerelerinin küçülmesine ve azaltılmasına neden olur. Penceresiz evlerin topluma verdiği zararın alınan vergilerle hesap karşılanamayacak kadar çok olduğu anlaşılır. Toplum, kralın ve hazinecisinin hesap edemediği ve öngöremediği bir bedel öder. 1851'de bu vergi kaldırılır ve evler pencerelere kavuşur. Ancak 150 yıl boyunca alınan bu verginin bedeli yüzbinlerce insanın hayatı olur.

Çok pencereli zengin evlerinde sadece zenginler yaşamıyordu. Ev halkından daha çok hizmetçiler vardı. Bahçıvanı, arabacısı, temizlikçisi, aşçısı, hizmetçisi derken evin büyüklüğüne göre onlarca fakir de yaşıyordu. Zengin ev sahipleri daha az vergi ödemek için önce çalışanların kaldıkları odaların pencerelerini kapatırlar.

Kendi evinde yaşayan sıradan insanlar da vergi ödememek için evlerindeki pencereleri hem küçültürler hem de sayısını azaltırlar. Daha az vergi vermek için yapılan bu işlemlerin sonucu halk karanlık ve havasız evlerde yaşamaya başlar. Bu basık, kasvetli, loş ve rutubetli evler özellikle çocukları hasta eder ve ölümler artmaya başlar. Ölmeyenler de sağlıklarını kaybedip güçsüzleşir. Güneşin kendini gösterirken cimri davrandığı coğrafyada pencerelerin küçülmesi ve hastalanması halkı ışığa ve havaya hasret bırakmıştı.

Meal okumanın da bir bedeli oldu

Ben pencere vergisinin hesap edilemeyen sonuçları ve verdiği zararın benzerinin Meal okumanın yaygınlaşmasında olacağını düşünürüm. Hatta görmeye bile başladık. Meal okuyarak dini öğrenmeye çalıştığını zannedenlerin dini öğrenemedikleri gibi belki de daha da kötü olanı olan akıllarıyla ve bilgileriyle yaptıkları yorumlarla dini ve inancı tahrife kadar giden söylemler, tartışmalar, fikirler ileri sürülmesi. Dinin pratiklerinde görülen zayıflık ve değişiklik ile toplumun kültürü içinde erimiş dine karşı çıkarak kültürü de zayıflatmak bir diğer verilen zarar.

Kutsal kitapların kendine has bir dili ve üslubu vardır. Bu dili anlamak ve bir adım sonrası yorumlamak ciddi bir tahsil gerekir. Sıradan bir ilahiyatçının bile yapamayacağı kadar özel bir gayret ister. Dolayısıyla meal okunarak anlaşılacağı fikri bana hiçbir zaman makul gelmedi. Ben sıradan bir Müslümanın Kur'an-ı Kerim'i aslından ibadet amacıyla okuması gerektiğini düşünenlerdenim.

O zaman akla şöyle bir soru gelebilir. Bir din kutsal kitabından öğrenilmeyecekse hangi kitaptan öğrenilecek? Bu sorunun cevabını atalarımız asırlar önce yazdıkları eserlerle bize göstermiş.

Din dediğimiz şey iki esas üzerine inşa edilir. İlki gayba iman, ikincisi de muhabbet ve samimiyet. Atalarımız sıradan insanlara dini öğretmenin yolunu onlar için yazılan edebi tarafı da olan metinler yazarak halletmişler.

Halka dini öğretmek ve sevdirmek için birçok kitap yazılmış. Mızraklı İlmihal, Delâil-i Hayrât, Şürûtu's-Salât, Mevlid, Muhammediye, Ahmediye, Envâru'l-Aşıkîn, Müzekki'n-Nüfûs gibi eserlerle bir Müslümanın ihtiyacı olan bilgiyi sevdirerek öğretmeyi başarmış. Bu kitaplarda doğrudan verdikleri bilgileri Kıssa-i Yusuf, Halilnâme, İbrahim Edhem, Hz. Ali cenknâmeleri, Battalgazi, Danişmendgazi, Ebu Müslim, Saltuknâme gibi hikayelerin içinde dolaylı yoldan vererek iyice özümsemelerini ve benimsemelerini temin etmişler. Bu tür kitaplar temel kitaplarda verilenleri desteklemiş. Henüz çocuk iken anlatılan masal, halk hikayeleri, türküler, maniler hatta bilmecelerle bu bilginin alt yapısını oluşturmuşlar.

Yukarıda isimleri geçen kitapların hepsi Kur'an ve hadisler ışığında kaleme alındığı için aynı zamanda Kuran ve hadis de okunmuş olunuyor. Bu kitapların büyük kısmı aranıldığında bulunacak kadar bize yakın. Hocalarımıza düşen görev yukarıda isimleri geçen eserlerin benzerlerini bugünün insanına hitap edecek üslup ve dil ile kaleme almak ve insanların rahatlıkla ulaşacakları araçlarla sunmaktır.

Unutmayın, sevmeyen öğrenemez. Tanımayan da sevemez. Peygamberimizi tanımadıkça sevemeyiz. Sevmedikçe de imanımız tamam olmayacak. O yüzden yazının girişinde bana danışan arkadaşa söylediğimi burada da tekrar edeyim. Dini öğrenmek için işe bir siyer kitabı ile başlamak lazım. Hz. Peygamber'in hayatı bize ihtiyacımız olan istikameti gösterecektir.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN