Arama

İsmail Güleç
Ağustos 6, 2019
Bu toplumun Suriyelileri hiç bitmeyecek

Malumunuz, son bir senede gittikçe artan dozda tartıştığımız konulardan biri Suriyeliler olarak isimlendirilen göçmen/sığınmacı/mülteci ve "geçici koruma" altındakiler meselesi. Sosyal medyada hiçbir sorumluluk almadan 'sallama'nın verdiği dayanılmaz rahatlık ile boğazın dokuz boğum olduğunu düşünmeden ve hatırlamadan aklımıza gelenleri zihnimizden alelacele döküverdik klavyelere. Bugün, bizim söylediklerimizin onda biri, demedik laf bırakmadığımız ve bırakmayacağımız, üstelik beğenmediğimiz ve faşist bulduğumuz Batı ülkelerinde söylediğinde söyleyeni söylediğine pişman ederler. Batı'da söylenilmesine cesaret bile edilemeyecek, söyleyenin hapse girmesine yol açacak "iğrenç" ve nefret dolu ırkçı cümlelerle her türlü hakareti yapma hakkını kendimizde görerek hiç utanmadan ve sıkılmadan onları aşağıladık, aşağılıyoruz.

Hal böyle iken eskiden çok iyiydik, şimdi bozulduk kıvamında paylaşımlarda bulunuluyor sosyal nam medyada. Onlardan biri de şu:

İnek Şaban mesela… Neydi acaba mezhebi? Alevi miydi Belgin Doruk, Sünni miydi Ayhan Işık? Kürt kökenli miydi, yoksa Çerkez miydi Sadri Alışık? Şakayla karışık sormuyorum bunları… Kaçımız biliyordu veya doğrusu hiç merak eden olur muydu, Sami Hazinses'in Ermeni olduğunu? Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, dört yapraklı yonca… İster türbanlı ol, ister çarşaflı, saçlarını örtmedikleri için sevmeyen var mıydı onları? Ömercik'e kahrolmayan Musevi, Ayşecik'e gözyaşı dökmeyen Rum var mıydı? Hulusi Kentmen gibi dedesi olmasını kim istemezdi ki… Peki, hiç kimse düşündü mü bugüne kadar, Hulusi Kentmen'in umreye gidip gitmediğini? Bizans'ı haşat eden Cüneyt Arkın yabancı düşmanı mıydı? Hem Karaoğlan, hem Tarkan, yani Kartal Tibet neciydi? Kaptan Ediz Hun, subay İzzet Günay, savcı Fikret Hakan, polis Ekrem Bora, şafak bekçisi pilot Göksel Arsoy, Jön Türkler'imiz… Osmanlı aleyhtarı mıydı? Mirasını komple Mehmetçik Vakfı'na bırakan Zeki Müren, darbeci miydi? Milli duygularımızı doruğa çıkaran efsane film "Bir Millet Uyanıyor"un görüntü yönetmeni Kriton İlyadis, hangi milletin uyanışını anlattı o filmde, Japon milletinin mi? Emel Sayın'la Tarık Akan'ın şarkılar söyleyerek el ele dolaşmasına sevinmeyen… Bıraktık mezhebi kökeni filan, Adile Naşit'i Münir Özkul'u sevmeyen insan, insan mıdır? Siyah beyaz ama, rengarenk değil miydik? Gençler, sorun büyüklerinize… Şu veya bu ayrımı var mıydı mahallede? Elbette farklı farklıydık ama, hepimiz değil miydik? Birlikte üzülür birlikte sevinir, birlikte güler birlikte ağlamaz mıydık? Lefter'e milli takım kaptanlığını mesela, Niko'ya ay yıldızlı formayı Lozan Antlaşması gereğince mi vermiştik?

Var mı o günleri özlemle iç çekerek anmayan?

Acaba gerçekten öyle miydi?

Sizi bilmem ama ben isimleri sıralanan insanların dinlerini, mezheplerini veya ırklarını canları öyle istediği için saklamadıklarını, bugün Suriyelilerin maruz kaldıkları aşağılanma ve dışlanmaya maruz kalmamak için kendilerini gizlediklerini düşünüyorum. Lefter Küçükandonyanis ile yapılan röportajı okursanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Ahmet Kaya örneği tek başına yeter yukarıdaki alıntıda dile getirilenlerin doğru olmadığına. O da diğerleri gibi sevilir ve şarkıları her kesim tarafından dinlenirdi. Ama diğerlerinden farklı bir şey yapdı. Bir şeyler diyecek oldu, soluğu Paris'te almak zorunda kaldı ve bir daha vatanına dönemedi. İsimleri sıralananların bir şeyler söylemeleri durumunda başlarına gelecek olanların Ahmet Kaya'dan farksız olacağını mı sanıyorsunuz?

Meşhurları böyle muameleye maruz kalırsa sıradan insanları nelere muhatap olmaz ki. Arif Sağlam'ın biyografik romanı Cam Çocuk'u okurken tesadüf ettiğim şu satırları hor görülme konusunda Suriyelilerin yalnız olmadıklarını, bu ülkede fakir ve farklı sınıflardan insanların karşılaştıkları muameleyi göstermek bakımından nakledeyim. Bu arada bu konuyu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren yüzlerce örnek bulunur roman ve hikayelerimizde. Okuyalım.

"Öğretmen nefret dolu bakışlarıyla gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Kadın olmasına rağmen zerafetten zerrece nasiplenmemiş izbandut gibi biriydi Neşe Öğretmen. Etli parmakları, kocaman göbeği, çamurdan kelimelerin fışkırdığı ağzıyla hayatımın beş yılını zehir edecek bir eski zaman canavarıydı. Önümüzdeki yıllarda bilaistisna her gün dayağını yiyeceğim insan azmanıyla böylece tanışmıştım.

- Tüm geri zekalılar her sene bana mı düşmek zorunda? Konuşsana be çocuk!

- Se serbest meslek.

- Haa?

- Serbest meslek, babam…

- Hıı belli zaten.

Neşe Hanım yüzünden hiç eksik olmayan küçümsemesiyle mukabele etmişti bana. O küçümseme beş yıl boyunca beni takip edecekti.

Öğretmen hiçbirimizi sevmezdi. En çok da isiminin hikayesini öğrendiği Gökmen'den nefret ederdi. Babasının Galatasaray gölcüsü Gökmen Özdanak'a hayran olduğu için oğluna böyle bir ismi layık görmüştü. Öğretmen "Bu nasıl bir ufuk. Cahiller sürüsü" demişti."

Dün kenar mahalle çocukları idi aşağılananlar, bugün Suriyeliler. Yarın bir başkası. Bu aşağılama, bu nefret dili belli ki hiç bitmeyecek.

Bence sorun Suriyelilerde, göçmenlerde, sığınmacılarda, mültecilerde, koruma altındakilerde değil, onları farklı dinlerden olanlardan bile daha şedid ve ağır bir dille hor görenleri yetiştiren –biraz ağır kaçacak ama- faşist iklimde. Farkında değiliz ama, sağcımız solcumuz, dindarımız ateistimiz hepimiz bu iklimde nefes alıyoruz ve farklı dozlarda da olsa zehirleniyoruz.

Bence bunun üzerinde derin derin düşünmenin ve tartışmanın zamanı çoktan geldi ve geçiyor.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN