Ekrem Demirli
12.12.2024
Ekrem Demirli
Şam, Bağdat ve Horasan: Üç Tarz-ı Tasavvuf
Tüm Yazıları

Şam, Bağdat ve Horasan: Üç Tarz-ı Tasavvuf

Şam fütüvvetin, Bağdat marifetin ve Horasan melâmetin merkezidir. Bu üç bölge arasında Bağdat hiç kuşkusuz birçok yönden öne çıkmıştır. Nitekim onun bu yönlerinden biri tasavvuf nazariyesinin (marifet) ve bütün din bilimlerinin merkezi kabul edilmesidir. Bu ayrıcalık, Abbâsî hilafetinin başkenti olmasıyla paralel bir şekilde, İslâm'ın o döneme kadar kurduğu en önemli, en güçlü şehir olmasıyla ilgilidir. Bağdat siyaset ve hukuk kadar hemen bütün bilimlerin merkeziydi; en büyük kütüphaneler, bilim meclisleri Bağdat'ta ortaya çıkmıştı. Din bilimlerinin en önemli isimleri burada yetişmiş, en önemli okullar Bağdat'ta yapılmıştı. Hiç kuşkusuz Müslüman bilim ve düşünce hayatının gelişmesinin sonuçlarından biri de Doğu Hristiyanlığı başta olmak üzere birçok kadim dinî geleneğin yeniden canlanması, İslâm'ın barışı altında kadim kültürlerin bir tür rönesans yaşamış olmasıydı. Kelam ekolleri en önemli ürünlerini Bağdat'ta vermiştir. Metafizik ve felsefî bilimler mühim isimlerini burada yetiştirmiştir. Bağdat, İslam dünyasında eşi benzeri görülmemiş bir ehemmiyete sahip olmuş, bilim ve düşüncenin başkenti olarak kabul edilmiş, İslâm dünyasında ikinci derecede merkezler -Kahire, Maveraünnehir, İskenderiye, Endülüs ve Konya gibi- teşekkül etmiş olsa bile bilimin ve düşüncenin ana yurdu daima Bağdat olmuştu. Abbâsîlerin ardından Selçuklular, Osmanlılar gelmiş; lakin özelikle din bilimleri ve Orta Çağ'ın felsefî bilimleri alanında hiçbir şehir Bağdat kadar etkili olmamıştır. (Bu meyanda bir istisna olarak medeniyetin, siyasetin, hukukun ve yüksek sanatın merkezi olmasıyla İstanbul zikredilmelidir. İstanbul bu bakımdan bütün İslâm toplumunun tarihteki en önemli başarısı kabul edilebilir.)

Bağdat, tasavvufun özellikle de nazarî tasavvufun ve marifetin de merkezi kabul edilmiştir. Bunun nedeni tasavvufun tedris edilebilir bir bilim disiplini haline gelmesinin Bağdat merkezli tasavvuf anlayışının öncülüğünde teşekkül etmiş olmasıdır. Bu meyanda akla gelebilecek en önemli isim, hiç kuşkusuz, Cüneyd-i Bağdâdî ile onu yetiştiren mühim geleneği oluşturan Haris b. Esed el-Muhâsibi, Serî es-Sakati, Marûf el-Kerhî gibi isimlerdir. Aynı zamanda bir 'fakih-kelamcı' kabul edilen Cüneyd sûfîlerin efendisi, başka bir anlatımla ilmin kurucu düşünürü kabul edilmiş, tasavvuf yolunun bilim haline gelme sürecinde müessir olan birçok isim onun ekolünden çıkmıştır. Hücvîri de "Benim üstatlarımın çoğu Cüneydî idi" derken buna işaret etmişti.

Öte yandan tasavvuf içinde tasavvufun kalıplarını aşmak üzere geleneksel bir form kazanan dekonsratif (yapı sökümcü) bir yol, genellikle de meşreb olarak görülen anlayışlar, ortaya çıkmıştır. Melâmet, yani toplum nezdindeki itibarı aşmak üzere kınama ve övgünün yol açabileceği itibardan kendini koruma anlayışı tasavvufun ikinci evresinin ruhunu teşkil eder. Bu ikinci evre, daha önce ortalama dinî kalıplar içerisinde ortaya çıkan 'eleştirel tasavvufu' eleştirmek üzere ortaya çıkan 'tasavvufun terki' anlayışıdır. Yoksulluk ve zühd hayatı şeklinde ortaya çıkan ilk tasavvufî hareketlerin ayırıcı bir özelliğini teşkil eden yalnızlık, şehir hayatının dışına çıkma anlayışı zaman içinde büyük bir itibar sorununu ortaya çıkartmıştı. Melâmet ise bu itibar ve saygıya – yani tasavvufun iktidar ve itibarı doğurmasına- karşılık dinî hayatı, 'gizlenme' ve bütün formel görünümlerin reddinde bulmuştu. Mutlak bir ihlasa ulaşabilmek için itibarın terki üzerine kurulu bu anlayış 'tasavvuf içinde tasavvuf' olarak isimlendirilebilir. Böyle bir anlayışın merkezi Horasan idi.

Tasavvufun üçüncü tarzı ise fütüvvet yani gençlik ahlakı ve yiğitlik erdemleri diye kabul edebileceğimiz bir tasavvuf anlayışıdır. Bu anlayış Müslüman ahlak geleneği içerisinde fütüvvet diye isimlendirilir ve ilkesel olarak Hz. Ali'nin diğerkâmlığı ve cesareti üzerine kuruludur. Hz. Peygamber bir hadis-i şerîfinde "Yiğit Ali'dir" (ve kılıç Zülfikar'dır) buyurmuştur. Hadis-i şerîfte beyan edilen durum Hz. Ali'nin bazı ayırıcı özellikleriyle ilgilidir. Her şeyden önce Ali, öteki sahâbenin büyük kısmından farklı olarak İslâm içinde yetişmiş, bu nedenle onun 'câhiliye' evresi olmamış, bütün ömrünü tevhit üzere yaşamış birkaç sahâbeden birisidir. Hz. Ali daha delikanlılık yıllarından itibaren İslâm'ın kahramanlarından birisiydi. Onun yiğitliğinin örneklerinden biri Hz. Peygamber'in hicreti esnasında ortaya çıkmış, Peygamber uğruna canını feda etmekten çekinmemiştir. Başkaları için fedakârlık, öteki insanlar için yaşama ülküsünü içeren tasavvuf ahlakının kurucu unsurlarından birisini teşkil ederken daha sonra Müslüman toplumun içtimaî ahlakının oluşmasında belirleyici bir rol oynamıştır. Bu meyanda İslâm ahlakının en önemli özellikleri, herhangi bir ayrım gözetmeksizin bütün insanlara hizmet etmeyi ilke edinen kurumlar, vakıflar, hastaneler, ticarî kurumlar vs. bu ilkede anlamını bulmuştur. Fütüvvet zaman içinde birçok yeni durum kazanmış olsa bile, esas itibarıyla bu yapısı yani diğergâmlık ahlakı, îsar, sehâ, kerem gibi özellikler onun bünyesinde varlığını sürdürmüş, Müslüman toplumun ötekiyle ilişkisinin genel ilkelerini ve çerçevesini belirlemiştir. Sûfîler ahlakî kurumların oluşması, Müslüman toplumun çeşitli alanlardaki teşkilatlanma pratikleri, insanlığa hizmet kurumları, vakıflar gibi İslâm'ın kurumsallaşmış veçhesine kaynaklık teşkil eden fütüvvet merkezinin Şam olduğunu söyler. Birçok insan için halihazırdaki Şam ile fütüvvete merkez olan Şam arasında bağ kurmak güç, hatta inandırıcılıktan uzak bir varsayım olabilir. Fakat şehre derin tarih ve kültürüyle baktığımızda vakıa budur.

İslâm'ın büyük şehirlerinden Şam'ın hiç kuşkusuz birçok kıymeti daha vardır, fakat metafizik düşünce geleneği bakımından önemli özelliği ise Konya Okulu'nun Hicaz'a ve bütün İslam mirasına bağlanmasında Şam'ın önemli bir kavşak noktası teşkil etmesidir. Şam ile Konya arasında kurulan bu bağ, kısa zamanda Anadolu'da tarihin en önemli düşünce mekteplerinden birini veya birkaçını çıkartmış, günümüz dünyasına kadar etkileri devam eden bereketli bir havzanın oluşmasına zemin teşkil etmiştir. Şartlar belli bir istikamette düzelmeye başlar başlamaz yapılması gereken ilk iş, bu bağın tekrar hayata geçirilmesinin yollarını bulmak, bunun için Konya ile Şam arasında güçlü bir bağ tesis etmek, en azından 'kardeş şehir' ilişkisi kurmak olmalıdır. Ennihayetinde bu okulun iki büyük isminden birisi -ve birincisi- Şeyh-i Ekber, metafizik düşüncenin kurucu ismi İbnü'l-Arabî Şam'da, ikinci ismi olan Şeyh-i Kebîr Sadreddin Konevî ise Konya'da medfundur.

Umudumuz ve temennimiz, bir zümrüt-i anka gibi küllerinden doğacak olan Şam'ın bütün bu kadim niteliklerini modern dünyada tekrar kazanması ve tüm insanlığa hizmet edebilecek değerler, kurumlar, insanlar yetiştiren bir şehir olmasıdır.

Şam-ı Şerîf'in fethi mübarek, dirilişi müyesser olsun!

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ekrem Demirli

Ekrem Demirli Diğer Yazıları