Arama

Prof. Dr. Murat Şimşek
Eylül 26, 2019
Leyla ile Mecnun metaforunda fıkhın makûs talihi

Rivayete göre Ebu Hanife ders vermeye başladıktan sonra bir rüya görür ve ders vermeyi bırakır. Tekrar derse dönmesi için ısrar ederler, "Gelemem", der; "Niçin?" derler, "Söyleyemem", der. Birkaç gün sonra hizmetçisini çağırır ve zamanın rüya tabiri ile meşhur âlimine gidip gördüğü rüyayı anlatmasını; ancak bu rüyayı hizmetçinin kendisi görmüş gibi anlatıp tabirini istemesini tembih eder. Rüya şöyledir: Ebu Hanife, Hz. Peygamber'in kabrine gider, mezarını kazar ve içinden elini çıkarır. Ardından elindeki makasla elbisesinin yenini kesmeye başlar ve o esnada korkuyla uyanır. Bu rüyayı üst üste yedi defa gördüğü söylenir.

Hizmetçisi bu rüyayı tabirciye anlatınca o, yerinden fırlar ve "Sen kimsin ki böyle bir rüya görüyorsun!" der. Bunun üzerine korkan hizmetçi "Ben görmedim, Efendim gördü" der. "Efendin kim?" deyince, o da, "Ebu Hanife" der. Tabirci ise "İşte şimdi oldu" der ve rüyayı şu şekilde yorumlar: Bu rüyayı gören kişi Hz. Peygamber'in sünnetini parça parça kesecek, onlardan elbiseler dikecek ve insanlar bu elbiseyi giyecekler. Bu olay gerçek mi bilinmez; ancak bilinen o ki rüyalar ve efsaneler milletlerin hafızasıdır. Efsanesi olmayan millet hafızasını kaybetmiş insan gibidir. Efsaneler toplumların üstün değerlerini korur ve gelecek kuşaklara aktarır.

Sünnet bizim Leyla'mız ise onun elbisesini Ebu Hanife dikmiştir. Elbise metaforu hukuku en iyi temsil eden anlatımlardandır. Fıkıh, İslam'ın elbisesi, medeniyetin tezahürüdür. İnsandaki elbise gibi en az sanat kadar fıkıh da medeniyetin zahirini temsil eder.

Leyla'ya ilk mütekâmil elbiseyi Ebu Hanife dikti. Fıkhın tüm derdi, Leyla'ya en güzel elbiseyi dikmekti. Hem de en ince nakşına, işlemelerine ve oyasına kadar süslemekti. Fıkıh, farklı coğrafyalarda, farklı estetik algılar ve farklı anlayışlarla Leyla'ya elbiseler dikti. Leyla bu elbiselerin dördünü çok beğendi ve yüz yıllarca bu elbiseleri giydi. Bunlar, Hanefi elbisesi, Maliki elbisesi, Şafii elbisesi ve Hanbeli elbisesidir.

Tarihten bu güne Leyla'yı düz bir kumaşa sarmak isteyenler hep var oldu. Onlara göre Leyla ilk haliyle, motifsiz, işlemesiz ve düz kumaşla kalmalıydı. Medeniyete, sanata (süse, modele, estetiğe) gerek yoktu ve Leyla sade bir kumaşa sarılıp gezmeliydi. Leyla buna razı olur muydu bilinmez. Ancak Roma'nın, Kıta Avrupası'nın, Anglosakson geleneğin ve hatta Amerika'nın Katerina'ları son derece süslü, işlemeli ve şaşaalı elbiseleriyle boy gösterirken, Leyla'dan düz beze sarılıp gün yüzüne çıkmasını istemek nasıl bir şeydi. Hâlbuki fıkıh, kendi Leyla'sına özgün, inancımızı, değerlerinizi, coğrafyamızı, kendimizi yani bizi yansıtan bir elbise dikmişti. Bu elbiseyle diğerlerinin karşısına gururla çıkabilirdi.

Ancak Leyla'yı düz kumaşa sarmak isteyenlere benzer şekilde modernite ile birlikte Leyla'ya Katerina'nın (Batı) elbisesi giydirilmek istendi. Leyla bundan hoşnut mu bilinmez ama modern dönem, İslam hukuku adıyla Leyla'ya yeni Batılı elbiseyi giydirdi. Nitekim XX. yüzyılın ileri gelen İslam hukukçusu Mustafa Ahmed ez-Zerkâ bunu açıkça eserinin adında söylemişti: el-Fıkhü'l-İslâmî fî sevbihi'l-cedîd yani yeni elbisesi içerisinde Leyla (!). Bu elbise Leyla'ya dar mı geldi, bol mu geldi, o bundan hoşnut mu, değil mi bilinmez ama modern İslam hukuku elbisesini dikenler bundan oldukça hoşnut görünmekteler.

Leyla'nın evine ne oldu.

Fıkıh, Leyla'ya Süleymaniye Camii, Selimiye Camii, Kurtuba Camii, el-Ezher Camii gibi somut mekânlar yanında medeniyet göstergesi soyut şaheserler de yaptı. Bunlar Hanefilik sarayı, Malikilik kasrı, Şafiilik konutu ve Hanbelilik evi idi. Tarih boyunca bir grup, Leyla'nın ilk doğduğu kerpiç evde oturmasını istedi, saraylara, kasırlara, hat yazılı, süslemeli, çini işlemeli evlere taşınmasına karşı çıktı. Hâlbuki fıkıh, onu tarih boyunca saraylarda yaşattı. Modern İslam hukuku ise onu saraysız, hatta evsiz yurtsuz bırakırken, bir kısım İslam düşüncesi hala eski evine dönmesi gerektiğini savunmakta. Leyla artık geri dönemez; o, medeniyeti yaşadı, bedevi olamaz.

Fıkıh, Leyla'nın bestesidir, şarkısıdır.

Bu şarkıyı ilk Ebû Hanîfe besteledi. Henüz nota yokken en güzel şarkıyı Leyla'ya o besteledi. Diğer fukaha da bu besteyi söylediler, buna kendi enstrümanlarıyla, nameleriyle kendi renklerini verdiler. Hanefi şarkısı, Maliki şarkısı, Şâfii şarkısı ve Hanbeli şarkısı dünyada hala söylenmekte. Leyla'nın şarkısı doğu namelerini taşır. Ara sesleri, arıza notaları, ses perdeleri ve makamları ile biz'i yansıtır. Önce hicaz makamında bestelenen bu şarkı, Irak makamına, oradan acemaşirana, rast, uşşak ve muhayyerkürdiden nihavende kadar farkı seslerle söylendi. Modern İslam hukuku ise Leyla'nın şarkısını tek ritim ve tek sese indirgemek istemekte.

Bütün bu çile içinde ve Mecnun(lar) yolunu kaybetmişken Leyla'ya armağan edebileceğimiz şarkı ise ancak şu olabilir:

Üzgünüm Leyla!

[http://www.mahallemektebidergisi.com/?s=leyla]

Doç. Dr. Murat Şimşek

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN