Hz. Süleyman'a Bütün Varlıkların Dilleri Öğretilmişti
Yüce Allah (cc), Hz. Dâvûd gibi oğlu Hz. Süleyman'ı da peygamberlik, hükümdarlık, hikmet ve ilimle donatmış, saltanatı ve nübüvveti onların şahsında toplamıştır. Hz. Süleyman hem peygamber hem kumandan hem de hükümdardı. Sadece insanlardan değil kendisine itaat ettirilmiş cinlerden ve bütün kuşlardan ordular oluşturmuştu. Bütün bu görevleri de Allah'ın kendisine verdiği yetkilerle yerine getiriyordu. Peygamberlerin bir kısmına devlet yönetimi görevi verilmiş, toplumu sevk ve idare etmeleri emredilmiştir. Bir kısmı ise sadece tebliğ yapmış ve bununla görevlendirilmiştir. Ancak bu bilgiler Kur'an-ı Kerim tarafından bize bildirildiği halde, gerek Tevrat, gerekse İncil'de bu konu ile ilgili hiç bilgi bulunmamaktadır. Sadece Talmut'ta bazı hikayelere yer verilmiş bunu aktaran Yahudi kaynakları sadece aynı bilgileri tekrarlamışlardır.
"Biz onu (bu meselenin çözümünü gerektiren hükmü) hemen Süleyman'a kavratmıştık. Bunun yanında her birine ayrı hikmet ve ayrı ilim verdik. Dâvûd'a da onunla birlikte Allah'ı yüceltsin/tesbih etsinler diye dağları ve kuşları emrine verdik. (Bütün bunları) kudretimizle yapan Biziz." (el-Enbiyâ 21/79).
İşte bu ayetten anlaşıldığına göre, ilahi güç ve irade herhangi bir şeyi murat ettiği zaman hiçbir güç ve kuvvet buna engel olamaz. Ayette verilen ilahî haber şu anlamdadır: "Verdiğimiz emirle dağlara ve kuşlara boyun eğdirip itaat etsinler diye peygamberlerimizin emrine verdik."
"Haberiniz olsun ki Biz Dâvûd'a ve Süleyman'a bir ilim verdik. İkisi de "Bizi mümin kullarının pek çoğuna üstün kılan Allah'a hamdolsun" dediler." (en-Neml 27/15).
Allah her bir peygamberine farklı ilimler ve kabiliyetler lütfetmiştir. Hz. Süleyman (as) bütün hayvanların dillerini anlıyor ve kendi aralarında konuştukları her şeyi biliyordu. Bunun yanında ona hiç kimseye nasip olmayan muazzam bir devletin hükümranlığı verilmiştir. Neml Suresinde devam eden ayetlerde bu hususlar açıklanmaktadır. Baba-oğul olan bu iki peygamber insanlığa farklı bilgileri miras olarak bırakmışlardır; (Sâd 38/35-38). Ancak Hz. Süleyman'ın olayları değerlendirme ve problemleri çözme kabiliyeti babasından daha üstündür. Bunun Kur'ân'da atıf yapılan bir örneği (el-Enbiyâ 21/78-79) şöyle anlatılmaktadır: Bir koyun sürüsünün başka birisinin tarlasına girip ekinleri tahrip etmesi olayını Hz. Davud'tan (as) bahsederken anlatmış ve Hz. Süleyman'ın hikmetli muhakeme kararının isabetliliğini anlatmıştık. Bu mahkemede verilen karar ve anlatılan olay Hz. Süleyman'ın hayatındaki güzel örneklerden, mütevazı tavırlarından birisi olup bize ibretlik bir hadiseyi ve Hz. Süleyman'ın bir mucizesini göstermektedir. Kur'ân-ı Kerim'den hayat hikâyesini oldukça ayrıntılı bir şekilde öğrendiğimiz Hz. Süleyman'ın (as), özellikle Tevrat ve Yahudi kaynaklarında farklı anlatılışı dikkat çekmektedir. Kur'ân-ı Kerim Hz. Süleyman'ın (as) bu saltanat ve güçlerini büyülerle elde ettiği yolundaki Tevrat (I Krallar ve II. Krallar)'dan kaynaklanan bilgileri ve doğru olmayan bu isnadı şiddetle reddeder.
Bu ihtişam güç ve kudret içerisinde mütevazı olmak, gurur ve kibirden uzaklaşıp her an Allah'ın hesap anında sorgu sırasında insana yöneltebileceği sorularından biriyle muhatap olacağı şuuruyla ona sığınmak, hamd ve senadan geri kalmamak ile mümkündür.
"Süleyman'ın emrine de şiddetle (kasırga gibi) esen rüzgârı verdik. Rüzgâr, O'nun emriyle bereketli kıldığımız toprağa doğru hızlıca akar giderdi; çünkü her şeyin asıl özelliğini bilen Biziz." (el-Enbiyâ, 21/81).
Allah'ın izni ve emri ile rüzgâr Süleyman'ı ve koyun sürülerini bir aylık mesafeye kısa bir anda ulaştırır, sonra tekrar hızlıca geri getirirdi. Bu mucize, Cenâb-ı Allah'ın kulu ve peygamberi olan Hz. Süleyman'a bir ikram ve bir lütuftu. Bir diğer ayet-i kerimede bu olay şöyle anlatılmaktadır:
"Süleyman'ın emrine de rüzgârı boyun eğdirip verdik. Sabah esişinde bir aylık yol alırdı. Akşam da bir aylık yol giderdi. Biz ona erimiş bakır pınarını sel gibi akıttık. Cinlerden bir kesim de Rabbinin emri ile Süleyman'ın emri altında çalışır iş görürlerdi. Onlardan kim verdiğimiz emirden sapacak olursa Biz ona alevli ateş azabından tattırırdık." (Sebe, 34/12).
Allah, Dâvûd'un (as) emrine demiri, oğlu Süleyman'ın (as) emrine de bakır madenini işlemeyi verdi. Bunların nasıl kullanılacağını, insanların bu iki madenden nasıl yararlanacaklarını onlara vahiyle öğretti. Allah demir ve bakırı insanlık hayatına bu şekilde peygamberleri aracılığıyla sokmuş ve hayatı kolaylaştırma imkânını kullarına önemli bir bilgi olarak bağışlamıştır. Bu iki maddenin insan hayatında oynadığı rol son derece önemli olup, peygamberler eliyle dünya hayatında büyük bir fonksiyon icra etmiştir. İşte bundan dolayı diyoruz ki bilginin asıl kaynağı vahiydir ve insanlığın sahip olduğu her bir bilgi peygamber öğretileridir. Medeniyetler peygamberlerin insanlığa öğrettiği bilgiler üzerine bina edilmiş ve bu bilgiler sayesinde yükselmiştir.
"Cinler Süleyman'a köşklerden (kale veya mescidlerden), heykellerden, büyük havuzları andıran çanaklardan ve yerlerinde sabit (dağ gibi) duran kazanlardan istediğini yaparlardı. "Ey Dâvûd hanedanı! Siz de (bu verdiklerimize karşı) şükrederek çalışın. Kullarımdan şükreden ise azdır," (Sebe, 34/13).
İşte bu ayetlerin verdiği bilgilerde gördüğümüz gibi Allah öncelikle peygamberleri aracılığıyla ilmi insanlara ulaştırmıştır. Hz. Süleyman'ın (as) emrine cinleri vermekle de dünyanın imarında cinlerin çalıştırılmaları sağlanmıştır. Allah Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman peygamberlere büyük nimetler vermiş ve toplum içinde ilahi bir sistem oluşturmaları için de onlara devlet yönetimi ile birlikte güçlü iktidarlar nasip etmiştir. Her kim olursa olsun ve hangi dönemde yaşarsa yaşasın, mutlaka Allah'ın verdiği nimetler içinde yaşayan insanların Allah'a sürekli olarak şükretmeleri gerekmektedir. İşte bu duruma göre Allah'ın verdiği her nimete şükredilmesi gerektiğini de bütün insanların bilmesi ve bunu unutmaması gerekir. Allah, kullarına verdiği nimetlere şükredenleri takdir eder ve ödüllerini verir. Şükreden kul her zaman Allah nazarında farklı bir değere sahip olur.
Hz. Süleyman'ın Mescid-i Aksâ'yı İnşası
Mescid-i Aksâ, İslâm düşüncesinde Kudüs'ün kadim dini merkezi olarak kabul edilen ve tarihi kökeni ile inşası genellikle Hz. Süleyman'a nisbet edilen mukaddes bir mabeddir. Kur'ân-ı Kerim'de mabedin adı açıkça zikredilmemekle birlikte, Süleyman'ın hâkimiyeti altında gerçekleştirilen mimari faaliyetlere dair ayetler, klasik tefsir geleneğinde Beytü'l-Makdis'in inşasıyla ilişkilendirilmiştir. Bu tefsir ve tarih kaynaklarında söz konusu mabedin İsra Suresinde adı geçen Mescid-i Aksa olduğu kanaati ifade edilir. Hadis kaynakları ise mabedin Süleyman tarafından inşa edildiğini doğrudan belirten ifadeler barındırır.
Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Süleyman'ın cinlere büyük yapılar inşa ettirdiğine dair bilgilerin olduğunu ifade ettik. Yukarıda kaydettiğimiz Sebe Sûresi'nde yer alan "Cinler Süleyman'a köşk (kale veya mescid)lerden, heykellerden, büyük havuzları andıran çanaklardan ve yerlerinde sabit (dağ gibi) duran kazanlardan istediğini yaparlardı. "Ey Davud hanedanı, siz de (bu verdiklerimize karşı) şükrederek çalışın. Kullarımdan şükreden ise azdır" (Sebe, 34/13) ayeti bu açıdan önem arz etmektedir. Müfessirler, "mehârîb" kelimesinin büyük mabed yapıları anlamına gelebileceğini ifade etmiş ve bu nedenle ayetin Beytü'l-Makdis'in inşasına işaret ettiğini belirtmişlerdir.[1]
Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Süleyman'ın babası Hz. Davud'un yerine geçtiği kaydedilir, (en-Neml, 27/16). Müfessirlerin çoğuna göre burada geçen miras yalnızca hükümranlığı değil aynı zamanda vahiy ve İslamî konuların tümü ile ilgili her hususu kapsamaktadır. Bu bağlamda Hz. Davud'un temellerini attığı ancak tamamlayamadığı mabedin Hz. Süleyman tarafından tamamlandığı yorumu öne çıkar.[2]
Hadis literatüründe ise, mabedin doğrudan Hz. Süleyman tarafından inşa edildiğine dair net ifadeler içermektedir. Sahih-i Buhârî'de aktarılan bir bilgiye göre Hz. Davud'un Beytü'l-Makdis'i inşa etmek istediği, ancak bu görevin oğlu Hz. Süleyman tarafından tamamlandığı bildirilir.[3] Bu bilgi İslâmî geleneğin mabedi Süleyman'a nisbet etmesinin temel dayanaklarından biridir.
Bir diğer önemli hadis, İbn Mâce ve Ahmed İbn Hanbel tarafından nakledilmiştir. Bu kaynaklardaki rivayete göre Hz. Süleyman (as) mabedi tamamladığında Rabbinden üç şey dilemiştir: 1-Adil hüküm verme kabiliyet ve hikmeti (her hususta vereceği hükmün Allah'ın hükmüne uygun olması), 2- Kimseye nasip olmayacak bir saltanat, 3- Bu mabedde namaz kılanların günahlarının affedilmesi.
Hz. Peygamber, (sav) Hz. Süleyman'ın bu dualarının kabul edildiğini buyurmaktadır. Bu rivayet hem mabedin Hz. Süleyman tarafından inşa edildiğine hem de Mescid-i Aksâ'nın dinî statüsünün çok erken dönemlerden itibaren İslâm geleneğinde yerleştiğine işaret eder. Rasulullah (sav), "bu mescidde namaz kılacakların namazları makbul olup bütün günahlarının affeddileceğini ve annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınacağını" buyurmuştur. [4]
İmam Taberî, Hz. Süleyman'ın mabedi cinlere yaptırdığına dair geleneksel rivayetleri geniş biçimde aktarır. Ona göre Hz. Davud mabedin temelini atmış ancak çok kan dökmüş bir hükümdar olduğu için bu görevi tamamlaması uygun görülmemiştir.[5] Hz. Süleyman ise babasından bu görevi devralmış ve inşayı cinlerin yardımıyla tamamlamıştır.
Sa'lebî ise bazı folklorik Rivayetleri kaydeder: Sa'lebî'nin adı geçen eserinde mabedin yapımı ile ilgili hikaye oldukça ayrıntılı bir halk anlatısı şeklinde sunulur. Cinlerin devasa taş blokları taşıdığı, iç mekânın sedir ağacı ve altın işlemelerle süslendiği belirtilir.[6] Bu bilgiler tarihsel olmaktan ziyade İsrailiyata dayanan bilgiler olduğu açıktır.
İbn Kesîr, yapılan rivayetlerin çoğunu İsrâiliyyât çerçevesine değerlendirerek bu gibi bilgilere ihtiyatla yaklaşır. Yine de Hz. Süleyman'ın mabedi inşa ettiği hususu onun nezdinde tartışmasızdır.[7] Kur'ân-ı Kerim'in (Sebe, 34/12-14) cinlerin Hz. Süleyman'a hizmet ettiğini bildiriyor olması nedeniyle mabedin cinlerin yardımıyla inşa edildiği görüşü İbn Kesîr tarafından makul bir bilgi olarak kabul edilir. Zira ayetin verdiği bilgi son derece açıktır.
Taberî mabedin inşa süresinin yaklaşık yedi yıl sürdüğü belirtilir.[8] İnşasında kullanılan malzemelerin büyük kısmının Lübnan sedir ormanlarından getirildiği ifade edilir. Hz. Süleyman'ın ölümünün cinler tarafından fark edilmemesi olayı da mabedin inşa süreci bağlamında detaylandırılır. (Sebe, 34/14). Bu hususu ileride ele alacağız.
Mes'ûdî, Hz. Süleyman'ın Kudüs'ü siyasi ve dinî merkez yaptığını belirtir. Ona göre Beytü'l-Makdis yalnızca bir ibadet mekânı değil, aynı zamanda devletin yönetildiği bir merkezdir.[9]
İbnü'l-Esîr ise, mabedin sahra'nın bulunduğu noktada temelinin atıldığını ifade eder. Binanın tamamlanmasının ardından düzenlenen büyük açılış törenlerinden ve kurban merasimlerinden bahseder. Hz. Süleyman o günü bayram ilan etmişti.[10] Bu anlatım Yahudi kaynaklarındaki Birinci Mabed tasvirleriyle paralellik gösterir. Aslında bu gibi bilgileri aktarmayı pek uygun görmeyen İbnü'l-esir, her nedense bu hususa yer vermiştir. Genellikle kesin doğru olmadığını bildiği bilgileri kaydedip bunların uydurma veya İsrailiyat olduklarını ifade ederek müslümanların bunlara dikkat etmesini, bu bilgilerin uydurma olduklarını söyler ve bunların kullanılmamasını tavsiye eder. Ancak burada söz konusu bilgileri aynen kaydettiğini görüyoruz.
Tefsir, tarih ve diğer kaynaklarda Mescid-i Aksâ'nın fazileti Hz. Süleyman'ın inşa ettiği dönemden itibaren var kabul edilir. Ayrıca İmam Nevevî, İbn Abdilberr ve İbn Teymiyye gibi âlimler Mescid-i Aksâ'nın ilk kurucusunun Süleyman olduğunu belirtirler.[11] Hadislerde geçen faziletleri esas alarak burayı üç büyük mescitten biri olarak değerlendiren bir çok ilim adamımız vardır.[12]
Hz. Süleyman'ın mabedi inşa etmesi, İslâm geleneğinde peygamberlerin şehir-mimarî ilişkisi bağlamında ele alınmış; onun adalet, hikmet ve ilahî destekle donatılmış hükümranlığının sembolü olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Mescid-i Aksâ yalnızca tarihî bir yapı değil, aynı zamanda İslam'ın önemli bir sembolüdür. Ancak bunun yönetimi İsra ve Miraç olayı gününde İslam'ın son Peygamber'i Rasulullah Muhammed'e (sav) devredilmiştir. [13]
Kısaca İslâm kaynakları, Mescid-i Aksâ'nın Hz. Süleyman tarafından inşa edildiği konusunda büyük bir görüş birliği içindedir. Kur'ân'da Hz. Süleyman'ın böyle bir mabedi inşa ettiğine işaret olmakla birlikte bu mescidin ismi belirtilmemiştir. Ancak Hz. Süleyman'ın inşa ettirdiği büyük yapılar, tefsir tarihinde Beytü'l-Makdis olarak yorumlanmıştır. Hadislerde mabedin Hz. Süleyman tarafından tamamlandığı açıkça belirtilir. Tefsirlerde yer alan bazı detaylar İsrailiyyât karakteri taşımakla birlikte, Hz. Süleyman'ın mabedin asıl inşa edicisi olduğu görüşü hem tarihî hem tefsirî perspektiften önemli bir bilgi olarak görülür.
Ahmet Ağırakça
[1] Taberî, Câmiu'l-Beyân, Sebe 13. ayet tefsiri. Muhammed Mütevelkli eş-Şa'râvî de aynı kanaati belitip "mehârîb" sözcüğünün büyük mabed anlamında olduğunu ifade eder, Muhtasar Tefsir eş-Şa'râvî, Daru'l-mearif, Kuveyt 2022, s. 428.
[2] Taberî, Câmiu'l-Beyân, Neml 16; İbn Kesîr, Tefsir, aynı ayet.
[3] Buhârî, Enbiyâ, 40.
[4] İbn Mâce, İkāmetü's-Salât, 196; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, III, 375.
[5] Taberî, Câmiu'l-Beyân, Neml 16. Ayetin tefsiri. İbnu'l-Esir ise temelinin de Hz. Davud tarafından atılması ilahi irade ile engellenmiş ve mabedin temeli de Hz. Süleyman tarafından atılmıştır, İbnu'l-Esir, El-Kâmil fi't-tarih, Beyrut 1965, I, 228.
[6] Sa'lebî, Arâisü'l-Mecâlis, s.163.
[7] İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, II, 22–25.
[8] Taberî, Târîhu'l-Ümem ve'l-Mulûk, I, 351-354.
[9] Mes'ûdî, Mürûcu'z-Zeheb, I, 127–130.
[10] İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, I, 227-228.
[11] Nevevî, el-Mecmûʿ, VII, 422; İbn Teymiyye, Mecmûʿu'l-Fetâvâ, XXVII, 12. Ayrıca bk. İbnü'l-Esîr, a.g.e., aynı yer.
[12] İbn Mâce, İkāmetü's-Salât, 196.
[13] Geniş bilgi için bk. Ahmet Ağırakça, Kudüs ve Filistin Davamız, Duruş Yayınları, İstanbul 2024, s.18-43 ve 165 vd.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.