Halife ve Adil Hüküm Sahibi Peygamber: Hz. Dâvûd
Hz. Dâvûd (as), Kur'ân-ı Kerim'in ifadesiyle salih bir kul ve âdil bir hükümdardı. Aynı zamanda Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara bildirip uymaları için tebliğ etmek ve onları kâninatın ve her şeyin tek yaratıcısı yegâne Rabb olan Allah'a iman etmeleri için davette bulunmak üzere onu yeryüzünde bir halife olarak görevlendirmiştir. Bu görevi sadece bununla sınırlı değildi. Halife-Peygamber olarak yer yüzünü imar etmek ve insanlar arasında adaletle hükmetme görevi gibi sosyal ve idarî bir görevi daha vardı.
Bununla birlikte, her zaman olduğu gibi dürüst kalmayı beceremeyen, isyan etmek ve yeryüzünde fesad çıkarmakla tanınan Yahudilerin Hz. Dâvûd (as) hakkında da büyük iftiraları vardır. Uyduruk haberler ve bunların kültürümüzde meydana getirdikleri yıkım İsrâîliyyât bilgisi olarak kabul edilmiş ve bu bilgilerden uzak durulması dinimizin bir emri olduğundan ilim adamlarımız tarafından uyarılarda bulunulmuştur.[1] Söz konusu iftiraya sebep olan olay Yahudilerin Kur'ân-ı Kerim'in şu ayetlerinde belirtilen hususu ters yüz ederek yanlış yorumlayıp Hz. Dâvûd'a iftira etmeleri olayıdır. Bu olay ile ilgili İslam Tarihi kaynaklarında ve bazı tefsirlerde çeşitli hikâyeler nakledilmektedir. Şahsen birçok ilim adamının yaptığı tercih misali biz de bu uyduruk ve İsrâîliyyât olan masalları kaydetmeyi uygun görmeden sadece Kur'ân-ı Kerim'in verdiği bilgilerle yetinmeye ve bu ayetleri İslam inancının temeli olan tevhid inancı çerçevesinde yorumlayarak kaydetmeye çalıştık.
"Sana şu (birbirleri hakkında) davalaşan adamların haberi geldi mi? Hani onlar (mabedin) duvarına tırmanarak (Dâvûd'un) namaz kıldığı yere inmişlerdi." (Sâd, 38/21).
Hz. Dâvûd'un (as) yaşama tarzını incelediğimizde vaktini dört güne taksim etmiş olduğunu görürüz. Bir gününü ibadetle bir gününü devlet yönetimine ve kadılık yapmakla bir gününü de insanlara öğüt vermekle diğer bir gününü de tamamen kendisine ve ordusuyla ilgilenmeye ayırmıştı. İşte kendisine ayırdığı günlerin birinde mabedinde Allah'ı zikrettiği ve ibadetle meşgul olup gür Davudî sesiyle Zebûr okuduğu bir anda mescidde iki melek mabedin duvarını aşarak bacadan girer gibi aniden onun önünde göründüler. Zira bu özel gününde kimse yanına girmezdi. Onun için: "Yanına girdiklerinde Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar "Korkma! Bizler kendi aramızda davalaşan kişileriz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hüküm ver, haktan uzaklaşma ve bize doğruyu ve hakkı göster" dediler. (Sad, 38/22).
Hz. Dâvûd buna şaşırmış ve bunlar da neyin nesi diye beşer olarak endişe duymuştu. Birbirleriyle bir konuda anlaşmazlığa düşmüş bu iki kişinin insan kılığında melek olduklarına dair bilgiler vardır. Müfessirler bu konuda farklı yorumlar yapmaktadırlar. Bu iki kişi kendisinin hakemliğine başvurmak üzere ona geldiklerini söylemişlerdi. "Birimiz diğerine haksızlık etti. Sen peygamber olarak aramızdaki bu anlaşmazlığa çözüm getir ve adaletle hükmet" ifadesiyle devlet başkanlarının aynı zamanda hakem ve hâkimlik görevini yerine getirme görev ve yetkileri olduğu da hatırlatılmaktadır. Sonra insan kılığındaki bu melekler şöyle devam etmişlerdi:
(Onlardan birisi dedi ki:) "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu vardır. Benim ise bir koyunum var. Öyle olmasına rağmen 'O koyunu da bana ver' dedi ve aramızda çıkan tartışmada (daha güzel konuştuğu için) beni susturup yendi. (Bunun üzerine Hz. Dâvûd) dedi ki: "Doğrudur, gerçekten senin o bir koyununu kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Gerçekten servetlerini birbirine karıştıran ortakların çoğu birbirlerine hep haksızlık eder. Ancak iman edip davranışlarını düzelten ve güzel işler yapanlar hariç. Böyleleri ise ne de azdır!" Bunun üzerine Dâvûd, bizim kendisini sınadığımızı düşündüğünden hemen Rabbinden bağışlanma diledi. Ardından (Allah'ın huzurunda) rükû' (ve secde) ederek yere kapanıp (Allah'a) yöneldi." (Sad, 38/23-24).
Allah (cc), olayı bu ibarelerle ve bu şekliyle bize bildirmiştir. Yahudiler tarafından uydurulan hikâye ise şöyle aktarılmaktadır:
Hz. Dâvûd'un (as) doksan dokuz hanımı varmış. (Ayetteki Na'ce, dişi koyun kelimesi, kadın manasına kullanılmış) Buna rağmen Uriya adında birisinin karısını görüp ona aşık olmuş ve göz dikmiş. Bu mümin adamı savaşa göndererek en ön saflarda çarpıştırmış. Tabutu taşıyanlar arasında görevlendirmiştir. Nihayet adam savaşta öldürülünce, O da, karısını kendisine nikahlamış. Gelen iki davacı gibi görünen melekler Hz. Dâvûd'a (as) olayın vehametini bildirmek üzere böylesi bir benzetmeye gitmişlerdi.[2]
Her şeyden önce Hz. Dâvûd (as), Allah tarafından risaletle gönderilip kendisine Kitab indirilen bir nebi-rasûl olduğunu gördüğümüz gibi çokça övülen bir peygamberdir. Söz konusu olay ise büyük bir cürümdür. Bir peygamberin böylesi bir günahı; bir Müslümanı öldürtüp karısını almak istemesi ise masumiyete ve peygamberliğe aykırıdır. Allah ise âdildir. Âdil olan Allah halka nefsini tatmin için zulüm yapan insanları övmez, onları peygamber yapmaz. Bu uydurulmuş hikâye baştan sona kadar yalan olup Yahudilerin bir yalanı ve Hz. Davud'a büyük bir iftiradır. Peygamberlere zina isnadı onların ismet sıfatlarına tamamen aykırıdır. Herkes için haram ve yasak olan bir amelin bir peygamber tarafından işlenmesi akla aykırıdır. Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Dâvûd'un birçok fazileti zikredildiğini biliyoruz. Bu fazilet ve üstünlüklere sahip olan ve Allah tarafından övülen bir nebi-Rasûlün böyle bir günahı irtikap etmesi tamamen bir iftira olup Yahudilerin her zamanki yalanlarından biridir. Sürekli olarak Allah'ı zikreden, kendisine kitap ve hikmet verilen, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayıran bir peygamber olduğu bunca ayette bildirilirken zina gibi büyük bir günahı işlemiş olması nasıl mümkün olsun. Hz. Yakub'un Allah'la güreşip Allah'ı mağlup ettiği iftirasını yapanlar Hz. Davud hakkında da böyle bir iftirada bulunmaktadırlar.
Bazı tarihçiler ve müfessirler kitaplarında bu uyduruk olayı kaydetmişlerse bile, bunun bir İsrâîliyyât uydurması olduğunu belirtmek için kaydettiklerini söyleyebiliriz. Onlarca müfessir ve İslam tarihi âlimi ise, bunun bir iftira olduğunu belirterek şiddetle reddedip bu hikâyeye karşı çıkmaktadırlar.[3] Mesela Fahreddin er-Razi şöyle diyor: "O masalın hülasası, haksız yere bir Müslümanın katlini istemek ve onun hanımına tamah etmektir. Böylesi davranışların büyük günah olduğu muhakkaktır. Hiçbir akıl, Davud (as) için böyle zanda bulunamaz.
Bir başka kanaat de şöyledir: Güya o iki şahıs aslında Hz. Dâvûd'a suikastte bulunmak isteyen iki düşman oldukları ifade edilmiştir. Fakat gelen bu suikastçılar Hz. Dâvûd'un etrafında onu koruyan birilerinin olduğunu görüp maksatlarına nail olamayınca o yapmacık davayı uydurdular diyen görüşler de vardır.[4]
Hz. Dâvûd'un (as), duvarları atlayarak gelen iki şahsın birden karşısına çıktığını görünce bunu bir imtihanın -ki ayette fitne kavramı şeklinde geçiyor, aynı zamanda azab manası da vardır-, bir felaketin başlangıcı olarak telakki etmiş, bundan ürkmüş ve Rabbinin mağfiretini ve muhtemelen farkında olmadan yaptığı bir yanlışlığın olduğunu düşünerek tevbe istiğfar etmeye başlayarak Rabbine yönelmiş ardından şükür secdesine kapanmıştır.
Sahte davacıların "aşırı gitme" demelerinde yalancılıklarını anlayınca öldürülmemeleri için yalvarmış olduklarına delildir. Cenab-ı Hak, Hz. Dâvûd'u önceki ve sonraki ayetlerde methedip dururken, bu medihlerin arasına onun günahkârlığını ifade etmesi nasıl mümkün olabilir?
Hz. Ali (ra) şöyle buyurmuştur: "Kim Hz. Dâvûd aleyhinde masalcıların uydurduğu sözü söylerse ona 160 değnek vururum. Peygambere iftira atanın şer'î cezası iftira eden diğer kullara uygulanan 80 değnek cezasının iki katı olur."
" Biz de bu hatasını bağışladık/affettik. Şüphesiz onun Bize bir yakınlığı ve güzel bir dönüşü oldu. Ey Dâvûd! Biz seni gerçekten yeryüzünde bir halife/bir yönetici (ve Bize vekil) kıldık. O hâlde (yönetimin esnasında) insanlar arasında hak ve adalet ile hükmet, sakın istek ve tutkularına kapılma. O takdirde (bu duyguların) seni Allah'ın yolundan saptırır. Kuşkusuz Allah'ın yolundan sapanlara hesap gününü unuttuklarından dolayı çok zor ve sıkıntılı bir ceza vardır." (Sad, 38/25-26).
İnsan ilişkilerinde kim olursa olsun, bazen anlaşmazlıkların yaşandığı bir gerçektir. Alışveriş ve ticari hayatta anlaşmazlıklar meydana gelince buna çözüm aramak gerekir ki her türlü dava ve anlaşmazlığın İslâm hukukunda ilahi adalet çerçevesinde her zaman çözümü vardır. Böylesi bir durumda müminler hemen Allah'ın hükümlerine sığınarak bir hâkime/yargıca başvurup soruna adaletli bir çözüm aramalıdırlar. Bu iki kişinin hikâyesini dinleyen Dâvûd (as) kendisine bundan bir pay çıkarıp ibret almış ve kendisinin bir hata işlemiş olabileceğini düşünerek kendisini sorgulamaya başlamıştı. Böylesi yaptığının farkına varmadığı muhtemel bir hatadan dolayı Allah'a sığınmış ve Rabbinden mağfiret dilemişti. Ayet, Allah (cc) de bunun üzerine Dâvûd'un dönüp af dilemesiyle "Ona güzel bir dönüş yeri hazırladık, Onun yanımızda/nazarımızda bir yakınlığı ve güzel bir yeri vardır" buyurarak onun tövbesini ve af dilemesini kabul etmiştir, şeklinde de yorumlanabilir. Kemal sıfatı sadece Allah'a özgü olup beşerin peygamber dahi olsa dilinin sürçmesi veya kalbinin bir şeye meyletmesiyle hataya düşmesi mümkündür. Bunlar insanlık hâlidir. Önemli olan bu duygusal durumlardan hemen uzaklaşıp tövbe etmek ve Allah'a sığınmak gerektiğini bize Yüce Allah'ın hatırlattığını görüyoruz.
"Seni yeryüzünde halife kıldık" ayetindeki maksada gelince;
Yüce Allah Hz. Dâvûd'a (as) yeryüzünde güçlü bir yönetim ve Allah'ın hükümlerini insanlar arasında uygulama görevini vermiş ve buna da hilafet adını vermiştir. Allah Hz. Dâvûd'a "Seni yeryüzünde halife kıldık" buyurmakla onu bir taraftan peygamber olarak kendisine indirilen vahyi insanlara öğretmek ve onları uyarmak, diğer taraftan da bir yönetici olarak insanlar arasında meydana gelen adlî sorunlara çözüm getirmek üzere görevlendirmiştir. Bu hükümle vahye dayalı olarak insanlığa tebliğ edilen ve insanlardan uymaları istenen bu din, onların hem dünya hayatına hazırlanmalarını hem de onlardan âhiret ile ilgili hazırlık yapmalarını istemektedir. Dolayısıyla İslâm hukuku hem din hem dünyadaki adlî ve idarî yaşama tarzını belirleme ile ilgili hususları düzenlemeyi emretmektedir. Dolayısıyla sosyal ve idari hukukun hayatı ilgilendiren alanlarının toplum içinde uygulanması ilahi bir emir ve hükümdür. Dini ve dinin emirlerini-yasaklarını hayattan soyutlayıp sadece ibadetlere mahsus kılmak İslam'a ve bütün peygamberlerin getirdiği mesaj olan tevhid inancına aykırıdır. Her durumda -ister kişisel ister toplumsal konularda olsun- bir hata işlenip duyguların öne çıkması hâlinde hemen Allah'a sığınmak gerektiği bu durumdan anlaşılmaktadır. Bu, Allah'ın yolu ve öğretisidir. Müminler bu davranışlarla kendilerini kötülüklerden arındırırlar. Buna uymak iman gereğidir. Uymayanlar ise âhiretteki hesap gününü unuttukları için sıkıntılı anlar yaşayıp cezalandırılacakları konusunda uyarılmaktadırlar.
Hz. Dâvûd'un Son günleri ve Vefatı
Hz. Dâvûd (as), hayatının son dönemlerinde hükûmet merkezini Kudüs'e taşımış, burada adaletle hükmeden güçlü bir devlet yönetimi oluşturmuştur. Kur'an-ı Kerîm'in verdiği ve yukarıda kaydettiğimiz ayetinde: "Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O hâlde insanlar arasında hak ile hükmet." (Sâd, 38/26) buyururken onun hayatının sonuna kadar adaletle hükmettiğini ve Allah'ın yeryüzünde emir ve yasaklarını uygulamakla görevli bir halifesi sıfatıyla ilâhî adaleti temsil ettiğini göstermektedir.
Kaynakların çoğunun Kur'an'dan mülhem olarak Dâvûd (as), yaşlılığında ibadete ve Allah'ı zikretmeye daha fazla yönelmiş, idare işlerini yavaş yavaş oğlu Süleyman'a bırakmış, ancak peygamberlik vazifesini vefatına kadar sürdürdüğü kaydedilmektedir.[5] Taberî, onun yaşlılığında gecelerini ibadetle geçirdiğini, neredeyse bütün vaktini tesbih ve münâcata ayırdığını yazmaktadır.[6]
İslâm Tarihi ve tefsirlerle Kısas-ı enbiya kaynaklarında Hz. Dâvûd'un yüz yaşında vefat ettiğine dair bilgiler verilmektedir. Bu bilgi, Hz. Âdem'in kendi ömründen kırk yılını Dâvûd'a vermesiyle ilgili meşhur rivayete dayanır. Nitekim Buhârî ve Müslim'de geçen sahih bir hadiste Hz. Peygamber (sav), "Âdem'in ömrü bin yıl idi; ondan kırk yıl Dâvûd'a verildi." buyurmuştur.[7] Taberî'ye göre Dâvûd (as) altmış yaşında peygamberlikle görevlendirilmiş ve kırk yıl hüküm sürmüştür.[8] Aynı şekilde onun altmış yaşında peygamber olup yüz yaşında vefat ettiğine dair bilgiler de mevcuttur.[9]
Kaydedilen başka bilgilere göre Hz. Dâvûd (as) ibadet hâlindeyken ruhu kabzedilmiştir. Bir gün ibadetle meşgulken adamın biri onun yanına içeri girer. Ona "Sen kimsin?" diye sorduğunda o kişi, "Ben, melikleri bile kapılar ardında bulurum; Azrâil'im." dedi. Bunun üzerine Dâvûd (as) secdeye kapandı ve ruhu secde hâlinde iken alındı.[10] Cenazesi büyük bir kalabalık tarafından kaldırılmıştı. Hatta kuşların gökyüzünde kanatlarını açarak güneşin sıcaklığını kesip cenazeyi ve onu taşıyanları gölgeledikleri ifade edilir.[11]
Hz. Dâvûd'un Kudüs'te vefat ettiği ve oraya defnedildiği konusunda tarihçiler ittifak hâlindedir. Hz. Dâvûd'un kabrinin Kudüs yakınlarında günümüzde "Nebi Dâvûd Türbesi" olarak bilinen mekânda bulunmaktadır.[12] Cenaze namazı çok kalabalık bir insan topluluğu tarafından defnedilmiştir.
Kur'an-ı Kerîm'de doğrudan Hz. Dâvûd'un Mescid-i Aksâ'yı inşa ettiğinden söz edilmez. Ancak tarihî bilgilerde mâbedin temellerini onun attığı, inşasının ise oğlu Hz. Süleyman tarafından tamamlandığı anlatılır. Dâvûd (as) Beytülmakdis'te bir mâbed inşa etmeye niyet etmiş, fakat Allah Teâlâ ona, "Sen savaşçısın, elin kana bulaştı; bu beyti oğlun Süleyman yapacaktır" buyurduğu hususunda bilgilerin olduğunu görüyoruz.[13] Bunun yanında Hz. Dâvûd'un Hz. Adem (as) zamanında çocukları tarafından inşa edilen fakat Nuh tufanından sonra kaybolan Beytülmakdis'in yerini belirlediğini, orayı temizleyip temelleri attığını, inşaatı ise Hz. Süleyman'a vasiyet ettiği anlatılır.[14]
Kısaca Hz. Dâvûd (a.s.), ömrünün sonuna kadar adaletle hükmeden, ibadete düşkün, mütevazı ve hikmet sahibi bir peygamberdir. Onun hayatı, adalet, hikmet ve kulluk dengesinin en güzel örneklerinden biri olarak Peygamberler Tarihinde özel bir yer tutmaktadır.
Ahmet Ağırakça
[1] İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye, II, 13.
[2] Tevrat, II. Samuel bölümü, 11. Ne yazık ki bu uyduruk hikâye Yahudiler tarafından hala okunan Kitab-ı Mukaddes'in bu bölüminde okuyup durmakta ve buna inanmaktadırlar. Bu da kendisine kitap verilen bir peygamber'e en büyük iftiradır.
[3] Sa'lebî, el-Arâis, s. 213-214. Bu hikâyeler İslam Tarihleri ve Kısas-ı Enbiya kitaplarında yer almışsa da bunun doğruluğunu anlatmak için değil aksine bunların uydurulmuş İsrâîliyyât hikâyeleri olduklarını belirtmek için kaydetmişlerdir.
[4] Kurtubi, el-Câmi', XVIII, 154 vd.
[5] İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, II, 13–14.
[6] Taberî, Târîhu'l-Ümem ve'l-Mülûk, I, 467-469.
[7] Buhârî, Enbiyâ, 1; Müslim, Kader, 2.
[8] Taberî, Tarih, I, 467.
[9] İbn Kesir aynı yer.
[10] Sa'lebî, 'Arâisü'l-Mecâlis, Matbaatu Atıf ve Veledihi, Kahire, s. 162
[11] İbn Kesîr, Kısasü'l-Enbiyâ, s. 258.
[12] Yâkût el-Hamevî, Muʿcemü'l-Büldân, IV, 372.
[13] İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Târîh, I, 153.
[14] Sa'lebî, 'Arâisü'l-Mecâlis, aynı yer.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.