Ahmet Ağırakça
10.11.2025
Ahmet Ağırakça
Adil hükümdar ve adil mahkeme
Tüm Yazıları

Adil hükümdar ve adil mahkeme

Başta belirttiğimiz gibi, Hz. Davud ilk hükümdar peygamberdir. Kendisinden önce gelip geçen peygamberler, tevhid inancını bulundukları toplumun hükümdarlarına tebliğ etmeye çalışırken onlarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Hakim sınıf olan bu hükümdarlar iktidarlarının peygamberlere ve iman esaslarının olduğu bir toplum biçimine teslim etmek istemedikleri için bu resullere karşı direnmiş ve her türlü zorbalığı sergileyerek acımasızca davranışlarla onlara ve müminlere her türlü işkenceyi, eza ve cefayı reva görmüşlerdi. Peygamberler ve onlara iman edenler hükümdarlardan ve hakim sınıftan son derece acımasız işkenceler, zorbalıklar, eziyetler görmüş bir çoğu bulundukları yerden hicret etmek zorunda kalmıştı. Ancak Hz. Davud bu konuda farklı bir risalet görevi üstlenmiş bulunmaktaydı. Allah'ın kendisine lütfederek hükümdar olma imkanını bağışlayınca İslam'ı ve Allah'ın kendisine bildirdiği hükümleri, tevhid inancını yaşayarak halkına tebliğ etme görevi ile yükümlü kılınmıştı. Bu imkânlar da kendisine diğer peygamberlerden farklı bir devlet başkanı olmayı nasip etmişti. Hz. Davud yönettiği bu toplum ve devlette uyguladığı adaletle halkına yol göstermiş ve onları vahyin gölgesinde eğitmeye çalışmıştı. Adalet, Hz. Davud'un devletinin önemli bir ilkesi idi, zira adalet Allah'ın sıfatlarından biridir.

İsrail oğullarının düşmanları Calut öldürülüp ordusu da dağılınca, hükümdar Talut'un da ölmesinden sonra Hz. Davud (as), başa geçmiş ve üstlendiği bu görev gereğince toplumunun iç sorunlarıyla ilgilenmeye başlamıştı. Allah (cc), başta Hz. Davud'un (as) devletinin bünyesinde uyguladığı hüküm ve adalet düsturlarından önemli ilkeler ve ahlakî düsturlar olmak üzere şöyle bilgi vermektedir.

"Davud ve Süleyman'ı da hatırla. Hani kavmin koyunlarının yayıldığı bir ekin tarlası (yahut bağ meselesi) hakkında hüküm veriyorlardı. Onların verdikleri hükme biz şahid idik." (el-Enbiyâ, 21/78).

Ayette zikredilen olay şöyle cereyan etmiştir. Başkasının tarlasına zarar veren sürü sahibi ile zarar gören tarla sahibinin durumları mahkemesi olayı anlatılmaktadır. Birilerine ait olan bir koyun sürüsü geceleyin başlarında çoban olmadığı için başka bir ailenin bahçesine dalınca hasat mevsimi yaklaşmış ve olgunlaşmış bahçedeki ekinleri yiyip bitirmiş yok etmişlerdi. Sabahleyin bu durumu gören bahçe sahipleri Hz. Davud'a baş vurup sürü sahiplerinden davacı olmuşlardı. Bunun üzerine Hz. Davud sürü sahiplerini mahkemeye celbederek onlara olayın doğru olup olmadığını sorunca gerçek olduğu görülen olayı kabullenmişlerdi. Durumu değerlendiren Hz. Davud (as) bahçe sahiplerine ürünün değeri ile koyunların sahiplerine de sürünün değerini sorup öğrenmiş, her iki kesimin değerlerinin eşit olduğunu öğrenince sürü sahiplerine sürüyü bahçe sahiplerine vermelerine hükmetmişti. Ancak henüz on bir yaşında bulunan oğlu Hz. Süleyman (as) ise bilakis tarlanın sürü sahibine verilip eski haline gelinceye kadar gerekli bakımının kiminin yapılmasını, sürünün de tarla sahibine verilip o vakte kadar, sütünden, yavrularından yararlanması gerektiğine dair hükmün daha isabetli olduğunu ileri sürüyor. Davud (as) da oğlu Süleyman'ın bu görüşünü benimseyip hükmü bu şekilde veriyor."

Yüce Allah'ın şahid olduğu bu hüküm, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle anlatılıyor: "Biz onu (bu meselenin çözümünü gerektiren hükmü) hemen Süleyman'a kavratmıştık. Bunun yanında her birine ayrı hikmet ve ayrı ilim verdik. Dâvûd'a da onunla birlikte Allah'ı yüceltsin/tesbih etsinler diye dağları ve kuşları emrine verdik. (Bütün bunları) kudretimizle yapan Biziz," (el-Enbiyâ, 21/79). İlahi güç ve irade bir şeyi murad ettiği zaman hiç bir güç ve kuvvet buna engel olamaz. Bu ayet-i kerimeden anlaşlan husu şudur: Allah şöyle buyurmaktadır: "Verdiğimiz emirle dağlara ve kuşlara boyun eğdirip itaat etsinler diye onları peygamberlerimiz Davud'un emrine verdik.

Hz. Davud'un (as) Özellikleri:

Her peygambere geldiği toplumun durumuna ve iman etmeye yanaşıp yanaşmadığına göre farklı mucizeler ve özellikler verilmiştir. Hz. Nuh, Hz. İbrahim ve Hz. Musa'nın geldiği kavimler zorbalıklarla onları susturmaya çalıştıkları için yüce Allah onlara bu kavimleri susturacak mucizeler vermiştir. Hz. Davud'un içinde bulunduğu İsrail oğullarının ise durmadan yaptıkları isyanlarını tekrarlamamaları için onları iman etmeye ve imanlarını sürdürmeye etkili olacak mucizeler ve özelliklerle kabiliyetler verilmiştir:

Ona demiri kullanıp işlemesinin öğretilmesi

Hz. Davud (as), insanlarda bulunan iki temel özelliği birden taşıyordu. Savaşçı ve aynı zamanda yumuşak huylu, hilm sahibi olma özelliğine sahipti. Savaşçı olduğunu ve Calut gibi bir cengaveri daha önce öldürdüğünü anlatmıştık. Bu özelliğinden dolayı Allah-u Teala ona savaşta en çok gerekli madde olan demiri yumuşatarak emrine verdi. O eliyle demiri istediği şekle sokabiliyordu. İsterse kılıç yapıyor, isterse de savaşta kullanılmak üzere zırh yapıyordu. Kur'ân şöyle anlatıyor:

"Biz, tarafımızdan Dâvûd'a bir lütuf ve üstünlük verdik. "Ey dağlar! Siz de onunla tesbih edin. Ve ey kuşlar! Siz de (Dâvûd'la birlikte tesbih edin)." "(Her bir askerin bütün vücudunu kaplayacak şekilde) uzun ve geniş zırhlar yap, zırhları dokurken işçiliğini güzel ve sağlam tut (zırh halkalarını üretirken ve birbirine eklerken ölçüye, hesaba uy, her şeyi bir plan içinde yap)" diye tavsiye edip (bu zırhları yapması için) demiri de (emrine verip rahat işleyebilmesi için) yumuşatmıştık. "(Aile halkınla ve herkesle) Allah'ı memnun ve razı edecek güzel davranışlarda bulunun. Çünkü Ben yaptıklarınızı çok iyi görmekteyim" diye emrettik," (Sebe, 34/10-11).

Peygamberler Allah'ın vahdaniyetini ve yüceliğini en iyi idrak etme imkânına sahip kimselerdir. En çok onlar Allah'ı tesbih eder ve yüceltirler ama diğer bütün varlıklar da kendi dilleri ve hâlleri ile Allah'ı tesbih ederler. Allah "Ey dağlar ve ey kuşlar! Siz de Dâvûd'la birlikte tesbih edin" buyurmakla bütün varlıkların da Allah'ı anıp yücelttiklerini haber vermektedir. Allah'ın yüceliğini kendi dillerinizle zevk ve şevkle dile getirip terennüm edin." Allah Davud'a (as) kolay ve rahat kılıç ve zırh yapmayı ve diğer işlerinde kolaylık olsun diye demiri şekillendirme sanat ve kudretini öğretti. Alet ve edevât kullanmadan demiri kendi eliyle büker zırh imâlâtı yapardı. Ayrıca rızkını da bu yapıp sattığı zırhların geliri ile sağlamaktaydı. Peygamberimiz Rasulullah Hz. Muhammed onun hakkında şöyle buyurmaktadır: "Kişinin en temiz yiyeceği çalışıp çabalayarak elde ettiği kazançtır. Allah'ın Peygamberi Davud (as) da kendi eliyle kazandığından yiyordu."[1] Ayrıca Yüce Allah, Hz. Davud'da onun şahsında bütün müminlere emirler vererek öncelikle ailelerine ve bütün insanlara iyi davranmalarını, her konuda güzel davranışlar sergilemelerini emretmiştir. Bu gibi emir ve tavsiyeler zaten Allah'ın emirlerine en iyi riayet eden peygamberlerin kendileri oldukları malumdur. Fakat bu emir ve öğütler ümmetin bütün fertlerine uymaları için her zaman emredilmektedir.

Bir başka ayette de aynı hususta bize bilgi verilmiştir: "Biz ona sizi savaşlarda her türlü korkuya (ve saldırıya) karşı koruması için giyilecek olan zırh yapma sanatını öğrettik. Artık şimdi (bütün bu nimetler için) şükredecek misiniz?" (el-Enbiyâ, 21/80).

Allah'ı Tüm Varlıklarla Birlikte Tesbih Etmek

Hz. Davud'un ikinci özelliği olarak yukarıda bahsettiğimiz duygulu veya hilm sahibi olmakla birlikte etrafındakilerle harikulâde bir diyaloğu vardı. Çevresindeki her şeyle doğrudan doğruya ilişkiye girebilir ve konuşurdu. O, Allah'ın kendisine verdiği bu imtiyaz ve kabiliyetle tabiattaki her şeyin kendisiyle ilgilenmesini sağlıyordu. İşte Kur'ân-ı Kerim'in bu konudaki veciz ifadeleri şöyledir:

"Biz, tarafımızdan Dâvûd'a bir lütuf ve üstünlük verdik. "Ey dağlar! Siz de onunla tesbih edin. Ve ey kuşlar! Siz de (Dâvûd'la birlikte tesbih edin)." (Sebe, 34/10);

"Gerçekten Biz dağları ve toplanıp gelen kuşları da -akşam ve kuşluk vakitlerinde- onunla (Dâvûd'la) birlikte Allah'ı yüceltip tesbih etmeleri için hepsini onun emrine verdik. Onların her biri Allah'a yönelmişti. Onun yönetimine de güç verdik. Ona hikmeti ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme kabiliyet ve imkânını verdik." (Sad, 38/19-20).

Hz. Dâvûd'a (as) Allah tarafından risalet nimeti, hikmet ve şer'î ilimlerde derinlik verildiği gibi sayısı alabildiğince fazla olan güçlü ordular bahşedilmiş ve yönetimine destek verilmişti. Ayrıca son derece fasih bir dille konuşur çözülmesi gereken davaları hikmetli sözleriyle çözüme kavuştururdu.

Bunların yanında Hz. Davud, Rabbini sabah akşam tesbih ederken cansız varlıklardan dağlar ve canlılardan da kuşlar, kendi yaratılışlarına uygun bir dille onun zikrine katılıp onunla Allah'ı zikrederdi. Bu ilahi bir mucize olduğu gibi insanların dışında kalan bütün yaratılmışların da Allah'ı zikredip tesbih ettiği bilgisini bize bildirmektedir. O hâlde bütün dağlar, taşlar, bitkiler ve bütün hayvanlar kendilerine özgü bir tarzda Allah'a şükredip sürekli Allah'ın adını tekrarlayıp söylerler. Kendisi de sürekli itaat ve ibadetle meşgul olduğu gibi devletinin yönetimi ve mahkemelerini hikmetle idare etmekteydi. Ashabın ileri gelenlerinden ve çok hadis nakledenlerden birisi olan Abdullah İbn Abbas şunları bekletmektedir: Davud (as) devamlı oruç tutan gece ibadetini eksik etmeyen sürekli gece namazı kılan bir âbid olduğu gibi savaşlarda düşmana karşı son derece cesur olan ve çarpışmalar sırasında düşmana asla sırtının dönmeyip kahramanca savaşan birisi idi. Orucunu aşırı günlerde tutardı. Bunu için Rasulullah (sav): "orucun en faziletlisi Davud peygamberin tuttuğu oruçtur" buyurmuştur.[2] O kendisine indirilen mukaddes kitab Zeburu çok farklı tarzlarda farklı seslerle okurdu. Gece namazlarında ağladığında onu gören ve işiten herkesi de ağlatırdı. [3]

Hz. Dâvûd'un (as) güçlü bir yönetimi ve hükümranlığı olduğunu ifade etmiştik. O, bilgisiyle amel eden, hikmetle hareket eden, doğruyu ve hakkı batıldan ayıran, her türlü anlaşmazlığı çözme kabiliyeti olan, bu anlaşmazlıkları çözerken son derece adaletli bir hüküm verme yeteneği olan bir rasûldü. Aynı zamanda işlerini yapar ve devleti yönetirken yetkin ve yetkili devlet adamlarıyla sürekli istişareler yapardı. Aynı zamanda bu ayetlerle Rasûlullah Muhammed'e de (sav) örnek gösterilerek onun ne yapması gerektiği öğretilmektedir. Böylece o hem kendi devletinin geleceğini belirlerken kendisinden önceki peygamberlerin tecrübelerinden yararlanmakta hem de vahyin gölgesinde ve yönlendirmesiyle hareket etmekteydi.

İslam tarihi ve siyer kaynaklarının kaydettikleri bilgilere göre, Cenab-ı Hak, Davud'a bahşettiği sesi başka hiç kimseye bahşetmemiştir. O, Zebur okurken vahşi olan ve olmayan hayvanlar boyunlarını bükerek etrafında toplanır, onun sesini dinlerlerdi. Havada uçan kuşlar bile onun Zebur'dan ayetler okuduğunu işitince oldukları yerde durur işittikleri bu güzel sesi dinlerlerdi. Allah Teala bu özellikleri Hz. Davud'a özgü kılmış ve böylesi bir imkânı da bahşetmişti. Çünkü Kur'ân-ı Kerim açıkça dağların ve kuşların Davud'la birlikte Allah'ı tesbih ettiklerini ifade buyuruyor. Sadece dinleme değil, aynı zamanda hep beraber tesbih ettiklerini de öğrenmiş bulunuyoruz. Zeburdan ayetler okurken aynı şekilde elindeki çalgı aletini de kullanır terennümde bulunurdu. Geceleyin ibadet eder gündüzleri de gün aşırı oruç tutardı. Bu oruç şekline de "savmu Davud" denilmektedir. [4]

Zaten Kur'ân'ın bize verdiği bilgiyle dağların, ağaçların ve yerle gök arasında bulunan her şeyin Allah'ı tesbih ettiğini ancak bizim bunu anlayamadığımızı ifade ediyor. Hz. Davud'un (as) bu özelliği oğlu Hz. Süleyman'a da verilmişti. Bunlar her iki peygambere de verilmiş birer mucize olduğu açıktır.[5]


[1] Buhari, Buyû' 15.

[2] Buhârî, Teheccüd, 7.

[3] İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye, Kahire 1413/1992, II, 16.

[4] Buhari, Savm 57, 58.

[5] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 314.

Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ahmet Ağırakça

Ahmet Ağırakça Diğer Yazıları