Hz. Süleyman (as)'ın Peygamberliği ve Hükümdarlığı
"Dâvûd'a Süleyman'ı (bir evlat olarak) bağışladık. O ne güzel kuldu! Çünkü o, (ibadet ve itaat konusunda) Allah'a yönelirdi." (Sâd, 30)
Hz. Süleyman (as) İslâm'ın önde gelen ve Kur'ân-ı Kerim'de ismi çok defa geçen büyük peygamberlerden biridir. Adı Kur'ân'da on yedi yerde ismen geçmektedir. Bu ayetlerde Hz. Süleyman'ın Hz. Dâvûd'un oğlu ve onun görevini sürdüren Allah'ın üstün kıldığı, şükreden, sâlih, hakîm bir kul olduğu bildirilmektedir. Özellikle de onun keskin zekâsı, kendisine yüce Allah tarafından bahşedilen derin bilgisi ve sahip kılındığı hikmetiyle anlaşılması zor olayları ve çetrefilli davaları kolayca çözüme kavuşturma yeteneğinden söz edilmektedir.[1] Hz. Süleyman babasının hükümdarlığı ve nubuvveti döneminde Gazze'de dünyaya gelmiş ve sarayda büyümüştü. Babası Hz. Davud'un (as) vefatıyla birlikte Hz. Süleyman (as) devletin yönetimini devraldı. Babasının bıraktığı yerden görevine devam etmeye başladığında kaynaklardaki bilgilere göre o zaman yaşı on iki veya on üç idi. Beyaz tenli uzun boylu, iri gözlü, siyah ve yoğun saçlı olup sürekli beyaz elbise giyerdi.
Hz. Süleyman'ın babası Hz. Davud'un mülkünü ve yönetimini sürdürdüğü cenab-ı Allah tarafından bildirilmektedir, (en-Neml 27/16) ve babasının kendi yerine onu seçmesiyle ilgili çeşitli önemli bilgiler nakledilmiştir. Allah, Hz. Dâvûd'a (as) on üç soru vahyetmiş ve bu soruları oğlu Süleyman'a sormasını istemişti. Şayet bunları doğru bir şekilde cevaplandırırsa kendisine halef olabileceğini bildirmiş, Süleyman da soruların hepsini doğru şekilde cevaplandırdığı bilinmektedir. Babası ona küçük yaşına rağmen sorular sorar ve bir çok konuda istişare ederdi. Tefsir ve kısas-ı enbiya kaynaklarında Hz. Süleyman'ın hükümdar olduğunda Suriye'den İran'a kadar uzanan bölgeye, o gün bilinen dünya ülkelerinin çoğuna hâkim olduğu kaydedilmektedir.[2] Yüce Allah tarafından güçlü bir mantığa ve muhakeme yeteneğine sahip kılınmıştır. Bununla birlikte Allah Teala kendisine peygamberlik ve hiç kimsenin sahip olmadığı, olamayacağı kadar geniş ve büyük yönetme yetkisi ve kabiliyeti verdi.[3]
Hz. Süleyman son derece Allah'tan korkan mütevazı bir kişiliğe sahipti. Fakirleri korur ve onlarla oturur yemek yer sohbet ederdi.[4]
Allah Rüzgarı onun emrine vermişti. Rüzgar onun taşıyıcısı, kuşlar habercisi, cinler ve diğer tüm hayvanlar hizmetçisi oldular. Bundan dolayı da Hz. Süleyman, Rabbini anmaktan bir an dahi geri durmadı.
Hz. Süleyman (as), aynı zamanda bir devlet yöneticisi olduğu gibi bir kumandan olup ülkeler fatihi idi. Cinlerden, insanlardan, kuşlar ve diğer hayvan türlerinin hepsinden oluşan ordusuyla sürekli fetihlerde bulunmuş, Allah'a şirk koşan toplumları ve müşrik devletlerin halklarını ve dolayısıyla da girdiği toprakların insanlarını Allah'a iman etmeye davet ederek İslâm'ın hakimiyet alanını alabildiğince genişletmişti.
Hz. Süleyman'ın (as) dönemi hem İsrailoğulları için, hem de İslâm dünyası için en parlak dönemlerinden biri olmuştur. Tevhid mücadelesini devlet gücü ve İslamî yönetimle gerçekleştiren peygamberlerden ikincisidir.
" Hani ona, akşama doğru bir ayağını dikip üç ayağı üzere şaha kalkan, hızlı koşan soylu atlar gösterilip sunulmuştu; ve demişti ki: "Doğrusu Ben mal sevgisi ile (atları sevmekle) meşgul iken buna kendimi kaptırdım ve Rabbimi anmaktan (namazımı vaktinde kılmaktan) uzak kaldım. Nihayet (güneş) perdenin arkasına çekilince, (akşam vakti ibadetini yaptıktan sonra); "Atları bana geri getirin" (dedi). Boyunlarını ve ayaklarını sıvazlamaya başladı." (Sad, 38/31-33).
O günün şartlarında bir devlet için savunmanın en önemli gücü ve kuvvetleri atlardı. Hz. Süleyman (as) devlet ve halkını düşmanlarına karşı savunmak için güzel, kaliteli, asil atlar beslemekteydi, ancak onları sevme konusunda bir gün aşırıya gidince ikindi namazını, bir başka bilgiye göre akşam namazını vaktinde kılamamış ve buna çok üzülmüş, hemen yaptığından pişman olmuş ve Rabbine sığınıp kendisini bağışlamasını istemişti. Onun bu at sevgisi, soyut bir at tutkusu ve hobi olmayıp savaş için gerekli savunma araçlarını hazır bulundurma niyetine dayanmaktaydı. Her devlet başkanının ülkesini savunmak ve İslam'ı tebliğ etmek için girdiği cihad hareketleri için gerekli önlemleri alması onun görevidir. Bunun üzerine Hz. Süleyman'ın şöyle dediği kaydedilir: "Ben atları dünyevî bir zevk ve maddi zenginlik için sevmiyorum. Atları severken Rabbimi daha çok anmaya vesile kılıyor ve şükrede biliyorum. Ayrıca bu atları dinimi yaymak ve yüceltmeye de bir vesile kılmaya çalışıyorum.[5]
Bundan anlaşıldığı gibi kendisine gösterilen savaşın önemli aracı olan bu cins atları Allah'ı ve cihadı hatırlattığı için onları seviyor, boyunlarını ve başlarını okşuyor, sırtlarını sıvazlıyordu. Kur'ân-ı Kerim, Hz. Süleyman'ın hayatında buna benzer yaşadığı örnek davranışları ve hareketleri bir kaç kıssada anlatmaktadır. İnsanların eşyaya karşı olan sevgileri fıtridir. Bununla birlikte sevginin maksadı çok önemlidir. Her mümin kişi sevdilerini niçin sevdiği ve bu sevginin kendisini nereye götürdüğüne dikkat etmesi gerekmektedir. Hz. Süleyman'ın atları sevmesi cihad ve tebliğ hareketlerinde bunlardan yararlanmasından dolayı idi.
Mal, evlat, kadın, makam benzeri dünyevî mal-mülk ve zevklere olan sevgi ve yakınlık insanı Allah'ı anmaktan alıkoyuyorsa, kuşkusuz bu sevgi ve yakınlık her insan ve özellikle müminler için caiz olmaz. Fakat bu sevgi ve tutkunluk Allah'ı hatırlatıyorsa, kişi fıtratındakini yaşıyor demektir. Ayrıca Hz. Süleyman atların asil olan cinslerini iyi tanıyor, iyi taraflarını ve eksiklikleriyle ayıplarını biliyordu, ayrıca zayıf olanlarının hastalıkları hakkında geniş bilgi sahibi olduğu kaydedilmektedir.[6]
İşte Hz. Süleyman, bu atları bunun için seviyor ve değer veriyordu. Bu tür cins atlar savaşta kullanılan araçlardı. Allah yolunda savaşmak, cins atlara binip Allah düşmanlarıyla çarpışmak onun birincil işi olmuştu. Hz.Süleyman atları gördüğünde cihadı ve dolayısıyla Allah'ı hatırlıyordu. Bunun için de onları seviyor ve sürekli okşuyordu. Her hareket, olay, ibadet ve istek veya nehiy kuşkusuz birer imtihan aracıdırlar. Yani bütün bir hayat imtihandır, denemedir. Bununla birlikte Allah-u Teala, peygamberleri değişik yöntemlerle zaman zaman imtihan ettiğini bize haber veriyor. Bunlardan biri de Hz. Süleyman'ın imtihanıdır.
Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor:
" Biz Süleyman'ı sınavdan geçirdik. İşte bundan dolayı da tahtı üzerine bir ceset bırakmıştık. Sonra o, (pişman olup Rabbine) döndü. (Süleyman): "Rabbim, beni bağışla/affet ve bana, benden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak bir yönetim /hükümdarlık ver, çünkü sadece Sen (kullarına nimetler ihsan eden) bol bol bağışlarda bulunansın!" (Sad, 38/34-35).
Hz. Süleyman bu mülk ve hükümranlığı, güçlü devlet ve saltanatı kendi dünyevi zevk ve hırsı için değil, devleti bünyesinde ve devletinin de dışında kalan diğer insanlar arasında hakkı ve adaleti en iyi şekilde uygulamak ve ilahi sistemi yeryüzünde hâkim kılmak için istemişti. Buna göre Hz. Süleyman kendisi ve yanındaki müminlerin gayretiyle Allah yolunda tevhid inancını insanlığın tümüne ulaştırmak niyetiyle Rabbinden güçlü bir devlet istemiştir, diye yorumlamamız mümkündür.
Bu ayet-i kerimelerden anlaşıldığına göre, Hz. Süleyman'ın imtihanı, tahta konulan cesetle alakalıdır. Her ne kadar hükümdarlığının zayıflatılması şeklinde yorumlanmışsa da, bundan ne kastedildiği kesin olarak açıklanmış değildir. Bununla ilgili çok hikaye uydurulmakla birlikte kesin bilgiyi Allah'a havale ediyoruz. Allah en iyisini bilendir. Hz. Süleyman (as) şiddetli bir hastalığa tutulmuş ve bu hastalıkla sınanmış ya da başka bir yaklaşım ve yorumla farkında olmadan/isteği dışında yaptığı bir yanlışlığa çok üzülüp pişman olmuş, bundan dolayı hastalanıp alabildiğince zayıflamış ve tahtına oturduğu zaman sanki ruhsuz ve cansız bir ceset gibi olup bitkin düşmüştü. İşte "tahtı üzerine bir ceset bırakmıştık" ayetinden maksad bu olmalıdır. Nihayet Rabbine tevbe edip bütün kalbiyle ona yönelince yeniden sağlığına kavuşmuştu.[7] Ancak, Hz. Süleyman'a isteği verilerek dünya üzerinde egemen güç olduğu da açıktır. Nitekim devam eden ayetler bunu bariz bir şekilde anlatıyorlar:
"Bunun üzerine, Biz de onun emriyle tatlı tatlı ve yumuşakça istediği yere akıp giden rüzgârı, şeytanlardan bina ustalarını ve dalgıçları, birbirlerine zincirlerle bağlanmış olan diğerlerini de emrine verdik." (Ey Süleyman!) "İşte bu, bizim sana hesapsız bağışımızdır. Artık bundan ister bağışlayıp dağıt ister vermeyip elinde tut" dedik. (Sad, 38/36-39).
Allah her türlü mucizeyi peygamberlerine verme yetki ve gücüne sahiptir. Hz. Süleyman güçlü bir devlet istemişti. Bu isteği kendisine verildiği gibi, ayrıca ona özgü mucizeler de verilmişti. Rüzgârın onun emrine verilmesi, istediği anda istediği yere ulaşmak için rüzgârdan yararlanması demektir. Bu da rüzgârın sadece onun emrine verilip kendi özelliğini tamamen ona hasretmesi ve yeryüzünde sadece onun emriyle hareket etmesi anlamına gelmez. Şeytanların da onun emrine verilmesi olayı ise dünyayı imar etmek ve insanların daha rahat bir ortam içinde İslâm'ın kendi medeniyetini oluşturması için ona hizmet etmeleri ve onları bu dünya imarında çalıştırması maksadıyla gerçekleşen bir olaydır. Kendisine mal ve mülk verilmesini talep etmiş ve bu mal ve mülkü istediklerine dağıtması veya bir kısmını kendisine ayırması konusunda serbest bırakılmıştır. Hiçbir peygamber dünya malına tutkun olmaz fakat kendisine bir nimet ve lütuf olarak bahşedilen mal ve serveti insanların hizmetine sunmak ve onların ihtiyaçlarını gidermek için Rabbinden bol rızık isteyebilir.
"Süleyman'ın bize yakınlığı ve yanımızda büyük değeri vardır. O'na güzel bir dönüş yeri hazırladık." (Sad, 38/40). Ayet Yüce Allah'ın, bütün peygamberleri için bu gibi övgüler yaptığını ve onları değerli tuttuğunu anlatmaktadır. Bu da onların itibarlarının Allah katında yüce olduğunu ifade eden ve insanların da onlara böyle değer vererek iman etmeleri için yapılan bir lütuftur. Âhiret hayatına dönerken de nimetler ve mutluluklar içinde sonsuza kadar bir hayat sürmesi için Allah'ın hazırladığı güzel bir imkân vardır. Peygamberlere iman edip onların bildirdiği emirleri yerine getirmek, uzak durulması gereken nehiylerden de uzak durmak insanların görevi ve imanın bir rüknüdür.
İşte cenab-ı Allah'ın Hz. Süleyman'a verdiği büyük nimet ve mucizeleronun peygamberliğinin en büyük kanıtıdır. Ona bahşedilen muhteşem ordu ve bu ordunun başındaki muhteşem kumandan olarak kendisi, Allah'ın ona verdiği saltanat, nimet ve feyiz bu ayetlerde anlatılmaktadır.
Devam edecek...
Ahmet Ağırakça
[1] Bu konuda şu surelerin ilgili ayetlerine bakılabilir. En-Nisâ 4/163; el-En'âm 6/84; el-Enbiyâ 21/78-79; en-Neml 27/15, 16, 19, 20, 27, 34, 40; Sâd 38/30-40; Bu ayetlerde anlatılanlar üzerinde gerektiği şekilde durmaya çalışacağız.
[2] Sa'lebî, Araisu'l-mecâlis, s. 162.
[3] Afif Abdulfettah Tabbara, Maa'l-enbiyâ' fi'l-Kur'âni'l-kerim, daru'l-ilmi lilmeleyîn, Beyrut ty, s. 284.
[4] Sa'lebî, Araisu'l-mecâlis, s. 163.
[5] Afif Abdulfettah Tabbara, Maa'l-enbiyâ', s. 287-288.
[6] Afif Abdulfettah Tabbbara, a.g.e., s. 288.
[7] Tefsir kaynaklarında ve kısas-ı enbiya kitaplarında anlatılan birçok hikâye vardır ki bunların hemen hemen hepsi İsrâiliyat türünden uydurulmuş hikâyelerdir. Bu hikâyelerin hiçbirine inanmamak gerekir. Bizim için tek kaynak Kur'ân-ı Kerim ve sahih hadislerdir. Peygamber kıssalarıyla ilgili tarih, tefsir kaynaklarında ve Hadis mecmualarında nakledilen çok hikaye olmasına karşın bunların çoğu senedleri itibariyle zayıf hadislerdir. Bunların bir kısmı doğru olmakla birlikte Ka'bu'l-ahbar ve Vehb İbn Münebbih kananıyla gelenler ihtiyatla karşılanmıştır. Bu gibi hikayeler çok olmakla birlikte biz Kur'ân-ı Kerim'deki bilgileri çerçevesinde kısaca vahyin gölgesinden ayrılmadan anlatmaya çalıştık.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.