Arama

Vakanüvis

Vakanüvis, Osmanlı Devleti’nde resmî tarihçiler için kullanılan bir unvan. İki ayrı dilden iki ayrı kelimenin birleşimiyle oluşan “vakanüvis” tabiri, “olayları yazan” anlamında kullanılırdı. İlk olarak 17’inci yüzyılda ortaya çıkan bu memuriyet, Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar devam etmiş ve daima saygınlığını korumuştu.

Vakanüvis
Yayınlanma Tarihi: 2.1.2019 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 24.02.2021 11:06

Arapça'da olay anlamına gelen "vak'a" ile Farsça'da yazan, yazıcı anlamına gelen "nüvîs" kelimelerinin birleşimiyle oluşan tabir, önceleri "vekâyi'nüvîs" şeklinde kullanılmıştı.

VAKANÜVİS NE DEMEK?

16'ıncı yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Tâlikîzâde Subhî ile 17'nci yüzyılın ilk yarısında edebî vasfı ağır basan, yarı resmî tarihçilik sayılabilecek şehnâmeciliğin son temsilcilerinden İbrâhim Mülhemî ve devrin ünlü münşîlerinden Nergisî bu sıfatla nitelenmişti.

Osmanlılar'da resmî tarihçiliğin bir devlet görevi olarak ihdası ve kurumlaşması 18'inci yüzyılın başında Amcazâde Hüseyin Paşa'nın sadrazamlığı dönemine rastlar.

VAKANÜVİSLİK NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Vakanüvisliğin ortaya çıkışıyla ilgili farklı görüşler vardır. Bunlardan en yaygın görüş, Kanûnî Sultan Süleyman devrinden itibaren sürekli bir devlet hizmetine dönüşen şehnâmenüvîsliğin devamı olduğudur.

Bununla birlikte resmî nitelikleriyle birbirine benzeyen iki kurumun amaç, vasıta ve ürünlerinin ana karakteri biraz farklıdır. Diğer bir görüşe göre ise vakanüvislik, II. Bayezid'in İdrîs-i Bitlisî'ye ve Kemalpaşazâde'ye Osmanlı tarihi yazdırma geleneğinden doğmuş, vekâyi'nâmesini IV. Mehmed'in şifahî emriyle yazan Abdurrahman Abdi Paşa "ilk vakanüvis" kabul edilmiştir.

Ancak sözlü emirlerle geçici bir maksat veya özel bir hizmet için vekâyi' yazmakla Dîvân-ı Hümâyun'a bağlı daimî bir devlet hizmeti olan vekâyi'nüvisliği birbirinden ayırmak gerekir. Önceleri vekâyi'nüvis denilen devlet görevlisine 19'uncu yüzyılın ilk yarısından itibaren vakanüvis adı verildiği anlaşılır.

BİR MEMURİYET OLARAK SÜREKLİLİK KAZANDI

Sadrazam Amcazâde Hüseyin Paşa tarafından Şârihülmenârzâde Ahmed Efendi'nin tarih müsveddelerini yazıp düzenlemekle görevlendirilen Naîmâ birkaç cüz yazıp takdim edince kendisine bir kese atıyye ile günde 120 akçe maaş bağlanmış ve görev beratı verilmişti.

Böylece vak'anüvisliğin resmî bir görev haline gelişinin ilk adımları atılmıştı. Râşid Mehmed Efendi'den itibaren ise vak'anüvislik bir memuriyet olarak süreklilik kazandı.

YAZIM TEKNİĞİ İSLAM TARİH YAZICILIĞINA BAĞLI KALMIŞTIR

Osmanlı vakanüvisliği, ilmî anlayış ve yazım tekniği bakımından İslâm tarih yazıcılığı geleneğine bağlı kalmıştır.

Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinden biri olarak şekillenmesi bakımından daha ziyade inşa ve şiir sanatında tanınmış kişilerin bu göreve getirildiği söylenebilir. Bununla birlikte ilmiye mensubu vakanüvisler de tayin edilmiştir.

Birincilerin edebî, ikincilerin ilmî vasıflarının eserlerine yansıdığı görülür. Vakanüvisliğe getirilecek kimselerde öncelikle hüner ve mârifet, kavrayış, sürekli tahrir ve "neşr-i ulûmla iştigal" gibi özellikler aranmıştır.

VAK'ANÜVİSLERİN HANGİ ÖZELLİKLERİ ÖN PLANDAYDI?

Nitekim Ahmed Vâsıf Efendi, Mehmed Pertev ve Ömer Âmir'in bu nitelikleri dolayısıyla vakanüvisliğe tayin edildikleri belirtilir.

Bektaşîlik suçlamasıyla görevden alınan Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi'nin yerine bir süre yeni vakanüvis tayin edilmemiş, II. Mahmud şeyhülislâmın teklif ettiği isimler hakkında tereddütlerini belirtince Sahaflar Şeyhîzâde Esad Efendi bu göreve getirilmiştir.

Onun yerine tayin edilen Mehmed Recâi Efendi'nin özellikleri ise yine hüner ve ilmî sermayesinin bulunması şeklinde ifade edilmiştir.

Bu ölçülerden başka Vakanüvis Halil Nûri Bey, 1795 sonlarında müessesenin tanzimi için sadârete sunduğu takrirde bu göreve istikamet sahibi, tecrübeli, sır tutmasını bilen kişilerin tayin edildiğine dikkat çeker.

YARIM KALAN ESERLER NASIL TAMAMLANIYORDU?

Vakanüvisler sadece kendi dönemlerinin olaylarını yazmakla kalmamış, olayların kesintisiz tespiti için seleflerinin eksik bıraktıkları devrin tarihini tamamlamakla da görevlendirilmiştir. Bu sebeple azil veya ölüm gibi durumlarda seleflerin tuttukları notlar ve müsveddelerle ellerindeki belgelerin yeni vakanüvise verilmesine özen gösterilmiştir.

Hatta Pertev Mehmed ve Şânîzâde gibi bazı vakanüvisler, selefin eksiğini belirlemek ve hangi tarihten başlanması gerektiğini tespit etmek için onda bulunan evrak ve belgelerin, varsa müsveddelerinin kendilerine verilmesini istemişlerdir.

Nitekim Esad Efendi'nin müsveddelerini Cevdet Paşa toplamış, diğer müsvedde ve belgelerle halefi Ahmed Lutfi'ye göndermiştir.

BİR OLAY VEKÂYİ'NÂMEYE NASIL KAYDEDİLİRDİ?

Vakanüvislerin kendi dönemlerine ait olayları yazarken kullandıkları malzeme hakkında Halil Nûri'nin 1795 tarihli takririnde ve bununla ilgili çıkan buyrulduda ilginç bilgiler yer alır.

Buna göre vekâyi'nâmeye kaydedilmesi uygun görülen hususların sadâret mektupçusu, beylikçi ve âmedci tarafından reîsülküttâbın izniyle vakanüvislere haber verilmesi; azil ve tayinlere dair hususların tahvil ve ruûs kalemlerinden, merasimle ilgili olanların teşrifat kaleminden ilmühaber sûretleriyle bildirilmesi gerekiyordu.

DEVLET SIRLARI VAK'ANÜVİSLERDEN NEDEN SAKLANIYORDU?

Doğruları yazmaları için kendilerinden hiçbir şey esirgenmeyen vakanüvislerden de hadiseleri tahkik etmesi bekleniyordu. Bazen vükelânın kendilerini gizlice bilgilendirdiği de oluyordu.

Ancak 18'inci yüzyılın ikinci yarısında güvensizlik dolayısıyla bazı devlet sırlarının kendilerine açıklanmadığı, olayların sebep ve sonuçlarının tahkiki ve lâyıkıyla değerlendirilmesinin istenmediği de görülüyordu.

Bu yüzden vakanüvisler faydasız şeyler yazmaya mecbur kalıp önemsiz hadiseleri büyütürken önemlilerini gerektiği gibi kaydedemiyorlardı.

III. SELİM VE II. MAHMUD BU KURUMA OLDUKÇA İLGİLİYDİ

Halil Nûri'nin vak'aların sıhhatle yazılmasının eski duruma dönülmesine bağlı olduğunu bildirmesinden sonra durum düzelmiştir.

Diğer alanlarda görüldüğü gibi vakanüvislik kurumunun düzenlenmesiyle ilgili teşebbüsler de III. Selim zamanında gerçekleşmişti. Padişah 1791'de rikâb vakanüvisliğinde bıraktığı Edib Mehmed Emin Efendi'ye vekâyii sıhhatli, açık, riya ve dalkavukluk yapmadan yazmasını, devlet sırrıdır diye olayların gizlenmemesini emretmişti.

Ayrıca vakanüvislerin dış dünyaya ve özellikle Osmanlı Devleti'nin münasebette bulunduğu Avrupa devletlerine dair hadiselere de yer verebilmeleri için her ay Avrupa'ya dair olaylardan vakanüvislerin haberdar edilmesi de arz edilmişti.

Vakanüvisler genellikle her yılın başında kaleme aldıkları vekâyi' cüzlerini padişaha sunmak üzere sadârete verirler, daha sonra duruma göre bu cüzleri düzeltip ikmal ederlerdi. Vakanüvislerin yazdıklarıyla en fazla ilgilenen hükümdarlardan III. Selim ve II. Mahmud'un bu hususta ilginç irade, teşvik ve tavsiyeleri mevcuttur.

SEFERE ÇIKAN VAKANÜVİSİN YERİNE VEKİL ATANIYORDU

Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinde veya ilmiyede aslî bir hizmette bulunurken vakanüvisliğe getirilenlere bu memuriyetleri için ek tahsisat verilirdi.

Meselâ Şehzade Medresesi müderrislerinden Vakanüvis Çelebizâde Âsım Efendi'ye Taşköprü kazası arpalığı tevcih edilmişti. Sa'dullah Enverî ve Mütercim Âsım gibi sefer vakanüvisliği yapanlara da tayin verilmiştir. Paraya düşkün olan Ahmed Vâsıf'ın aldığı çeşitli atıyyelerle senelik vakanüvislik tahsisatını 20 bin kuruşun üzerine çıkardığı bilinmektedir.

Yine ilmiye kökenli Âsım, Şânîzâde ve Esad efendilerin 50'şer kuruşluk ek gelirlerinin bulunduğu kaydedilir. Vakanüvis orduyla sefere çıktığında yerine getirilen vekile "rikâb vakanüvisi" denirdi.

İLK VAKANÜVİS KİMDİR?

İlk Osmanlı vakanüvisi Naîmâ'nın bu göreve getiriliş tarihi tam bilinmemekle beraber 1702'den önce olduğu kesindir.

Hangi tarihe kadar bu hizmette kaldığı da malum değildir. Amcazâde Hüseyin Paşa'nın isteği üzerine Şârihülmenârzâde'nin müsveddelerini düzenlemekle işe başlayan Naîmâ'nın ilk telifi 1574-1655 yılları olaylarını içerir.

Daha sonra Sadrazam Damad Hasan Paşa'nın emriyle eserini 1660'a kadar getirmiş, kendi döneminde meydana gelen Edirne Vak'ası'na dair Feyzullah Efendi Vak'ası adıyla 1703'te küçük bir risâle kaleme almıştır.

Şehrîzâde Mehmed Said, Naîmâ'nın 1706 yılına kadar hadiseleri yazdığını, fakat bunları temize çekemediğini, ölümünden sonra ise dağıldığını ifade etmiş, "Ruzmerre Mecmuası" diye nitelediği bu müsveddelerin kendisine intikal ettiğini ve temize çekeceğini belirtmiştir.

Râşid 24 Eylül 1697 olayları için Naîmâ'nın bu ceridesini kullanmıştır. Naîmâ Tarihi, 1734'te İbrâhim Müteferrika tarafından iki cilt halinde basılmış, daha sonra yapılan baskılar ise altı cilt olarak tertip edilmiştir.

41 YIL VAKANÜVİSLİK YAPAN OSMANLI MEMURU

1866'da vakanüvisliğe getirilen Ahmed Lutfi Efendi, aralıksız 41 sene bu görevde kalmış; 1825-Eylül 1879 olaylarını kaleme almıştır.

Esasen Cevdet Paşa, Esad Efendi'nin 1826-1831 arasına ait müsveddeleriyle bazı evrak suretlerini Lutfi Efendi'ye göndermiş, ayrıca Takvîm-i Vekâyi' ile Cerîde-i Havâdis'ten yararlanabileceğini hatırlatmıştır.

Lutfi Efendi daha çok bu kaynaklara dayanarak ve görüp duyduklarını da ilâve ederek eserini meydana getirmiştir. Tarihçilikte ağır tenkitlere maruz kalan Lutfi Efendi eserinin on beş cildini takdim edebilmiş ve bunlardan ilk yedi cildini bastırabilmiştir.

Lutfi Efendi'nin ölümünün ardından iki yıl kadar vakanüvisliğe kimse tayin edilmemiş, ancak 1909 Nisanında Sultan Reşad'ın cülûsunu müteakip Abdurrahman Şeref bu hizmete lâyık görülmüştür. Birkaç ay sonra Târîh-i Osmânî Encümeni başkanlığına tayin edilen Şeref Efendi'nin vakanüvisliği Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiştir.

Fikriyat

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN