Aşık Veysel hakkında bilinmeyenler
Âşık geleneğinin öncü isimlerinde Âşık Veysel, 124 yıl önce bugün doğdu. Şiirleriyle, türküleriyle insanlara yol gösteren Veysel, Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük ozanlarındandı. "Acı hayatım var. Fakat ben şikâyetçi değilim. Gözlerim kapanmış dünya bana zindan olmuş. Beni de dünya tanıtmış. Şikâyetçi değilim müsterihim." diyen büyük ozan bütün ömrü boyunca hep şükrederek yaşadı. Usta ozan Âşık Veysel'in hayatı hakkında az bilinenleri sizler için derledik.
Önceki Resimler için Tıklayınız
Âşık Veysel, kibirli bir adam değildi. Türkiye çapında ulaştığı şöhret, onu, yakın ve uzak çevresinden hiçbir zaman koparmadı. Kelimenin tam anlamıyla bir halk adamıydı. Siyasi bir rengi olmayan toplantılara katılır, çalar, söyler, kendisini dinletmesini bilirdi. Kibirli olmamakla birlikte bir köşede unutulmasına da katiyen katlanamazdı. Davet edildiği meclislerde söz biraz uzadı mı, Veysel elini masaya birkaç defa vurarak sesini yükseltirdi:
-Efendiler! Biz yiyip içiyoruz amma saz acından ölüyor!
Sonra sazını bağrına basar, o tamamen kendine has özelliğiyle Sivas ağzına güzellik kazandırıp çalıp söylerdi.
Veysel, içi-dışı birbirine uygun adamdı. Sade bir yaşayışı vardı. Şakalaşmaktan, nükte yapmaktan hoşlanırdı. Başından geçen bir olayı, olduğu gibi anlattıktan sonra:
-Yalanım varsa iki gözüm birden kör olsun, diyerek dizlerine vurur sonra hafifçe gülümserdi.
Öğretmen oğlu Bahri Şatıroğlu anlatıyor:
"Babam biraz rahatsızdı. İlçeden kaymakam, veteriner hekim ve jandarma komutanıyla Ankara'da trafik polisi olarak çalışan Höyük Köyü'nden Arif Bey, ziyaretlerine geldiler. Hoşbeşten sonra latifeler başladı.
O akşam misafirler, muhtarın davetlisiydiler. Babamı da alıp gittiler. Yiyip eğlendiler. Yatmak için bize geleceklerdi. Geç vakit kalktılar. Dışarıda, sicim gibi yağmur başlamıştı. Her taraftan sel gidiyordu. Babam, yolu iyi bildiği için hızlı hızlı yürüyordu. Diğerleri, karanlıkta nerenin yol nerenin bataklık olduğunu fark edemiyorlardı. Bu yüzden, adımlarını çok dikkatli atıyorlardı. Bir ara veteriner hekim bağırdı: 'Veysel! Ağır yürüsene, yetişemiyoruz!'. Babam şakaya başladı: 'Kör müsün? Benim geldiğim yerden sen de gel işte!'
Sözünü bitirmeden, kaymakam çamura battı. Düşenin kaymakam olduğunu anlamayan babam kahkahayı bastı: 'Hele bak hele! Birinci kör çamura düştü!'
Yağmur altında ve karanlıkta biraz daha yol aldılar. Trafik polisi Arif Bey, babamı adım adım takip ediyordu. Veteriner hekim, arkadan yine seslendi: 'Veysel! Sana ağır ol dedik ya! Neredeyse bir damdan aşağıya yuvarlanacağız!'
Babam, adımlarını daha da sıklaştırarak veterinere seslendi: 'Yol ortasında yavaşlamanın tehlikesini biliyor musun? Baksana! Trafik peşimi bırakmıyor.'
Veysel "uzun ince bir yoldayım!" diye başlayan meşhur şiirini 49 yaşında iken söyledi. Bir gün Hidayet Gülen'e "Gidiyoruz bakalım. Doğduğumdan beri 49 yıl oldu. Hayat pek kısa. Gece oluyor gündüz oluyor. Güneşi görüyorum ama yıldızları merak ediyorum!" dedi. Birkaç gün sonra ise kendisini dinleyenlere o meşhur şiirini okudu:
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz- gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz-gece
Temmuz ayının sonlarına doğru enstitünün ekinleri artık tırpanların önünde yere kapanıyordu. Harmanlar kurulmuştu. Hasanoğlu Köy Enstitüsü'ne genel müdür gelecekti. Veysel de köyünü özlemişti. "Ekinlerimiz düşünüyorum, bebeler de küçük, Gidebilseydim" diyordu.
Genel müdür, Enstitüye gelince Âşık Veysel dilekçesini arkadaşına yazdırdı:
Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan
Gözetme yolları gel deyi yazmış.
Sivralan Köyünden bizim diyardan
Dağlar mor menevşe, gül deyi yazmış.
Beserek'te lale sümbül yürüdü
Gül Dede'yi çayır çimen bürüdü
Karakaş'ta kar kalmadı eridi
Akar gözüm yaşı deyi yazmış
Eğlenme gurbette yayla zamanı
Mevla'yı seversen ağlatma beni
Benek benek mektuptadır nişanı
Gözyaşım mektupta pul deyi yazmış.
Kokuyor burnuma Sivralan köyü
Serindir dağları, soğuktur suyu
Yar mendil göndermiş yadigâr deyi
Gözünün yaşını sil deyi yazmış.
Veysel bu gurbetlik kar etti cana
Karıştır göçünü ulu kervana
Gün geçirip fırsat verme zamana
Sakın uzamasın yol deyi yazmış.
Şiir, genel müdüre okunduktan üç gün sonra Âşık Veysel Hasanoğlan'dan Sivas treniyle ayrıldı.
Âşık Veysel, yalanı ve yalancıyı sevmezdi. Doğru adamdı. Adının etrafındaki örülen çok renkli yakıştırmalara güler geçerdi. Bir gün Mustafa Baydar'a bir özelliğini şöyle anlatıyor: "İnsanların hepsinden hoşlanırım da bazı insanlarda riya vardır. Bazılarında yalan vardı. Bazıları ise, çok yemin ederler. İşte böyle insanları sevmem. Yemin, kötü ahlaklı insanların bir yardımcısıdır, yalan da kalesi!"
Veysel, bütün ömrü boyunca hep şükrederek yaşadı. Gözlerinin görmemesinden bile şikâyetçi olmadı. İsyan çığlıkları koparmadı. Hayatıyla ilgili bir açıklamadı ne kadar dikkat çekicidir: "Acı hayatım var. Fakat ben şikâyetçi değilim. Gözlerim kapanmış dünya bana zindan olmuş. Beni de dünya tanıtmış. Şikâyetçi değilim müsterihim."