Osmanlı’nın son yıllarında mesire kültürü
Mesire yerleri, İstanbul halkının fetihten bu yana eğlenmek için gittiği mekanlardı. Coğrafi konumu sebebiyle İstanbul, tarih boyunca mesire alanı bakımından zengin bir şehirdi. Peki, bilhassa Osmanlı'nın son yıllarında uğrak bir mekan haline gelen mesire yerleri neresiydi, kimler giderdi, nasıl eğlenceler olurdu? İşte Osmanlı'nın son yıllarında İstanbulluların mesire kültürü hakkında her şey sizlerle…
Kağıthane Sadabad, Silahtarağa, Karaağaç, Bahariye, Tersane bahçesi, Aynalıkavak, Veliefendi, Rami, Tophane sırtları, Beşiktaş, Emirgan, Kalender, Büyükdere, Tarabya, Bentler, Sular, Çubuklu, Göksu, Küçüksu, Kandilli, Mihrabad, Kavacık, Çengelköy, Kuleli, Fenerbahçe, Yoğurtçu, Haydarpaşa, Küçük ve Büyük Çamlıca, Bağlarbaşı, Sultantepe, Arapzade, Kayışdağı, Alemdağ, Taşdelen, Sarıgazi, Beykoz, Tokatköy, Yuşa Tepesi, Sultaniye, Hünkar İskelesi tarih boyunca İstanbul halkının yaz aylarında mesire alanı olarak tercih ettiği mekanlardı.
Kağıthane'nin İstanbul halkının en fazla rağbet gösterdiği mesire alanların başında yer alması, padişahların bazen yazları bir müddet Sadabad Kasrı'nda ikamet etmesi, diğerlerine orana ulaşımın kolay olması, devletin özel olarak ilgilenmesi, arazinin genişliği, eşssiz tabiat manzarası, ağaçlık ve çimenlik alanların bolluğu, su tesisleri ile tüm bunların yanında herkesin zevkine ve kesesine hitap etmesi gibi sebeplere bağlıdır.
Kağıthane'ye karadan gitmek mümkünse de İstanbullular deniz yolunu da sıklıkla tercih ederdi. Piyade adı verilen ve omuzda taşınabilecek kadar hafif ikişer üçer çifte süslü kayıklarla, kayığı olmayanlar iskelelerde bulunan kayıkçıların birisiyle anlaşırdı. Kara yolundan gidenler ise hayvanlara yahut arabalara binerek mesire yerine ulaşırdı.