Fetih'in ardından Fatih'in İstanbul'da gerçekleştirdiği ilim faaliyetleri 📕
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethinin ardından şehri ihya etme konusuna eğilmiş; bu konuda ilk faaliyetleri eğitim alanında gerçekleştirmişti. Medreselerin kurulması için büyük çaba gösteren Fatih, ilim meclislerinde bulunabilmek için Ayasofya Medresesi'nde, kendisine ait bir oda istemişti. Ancak Cihan Sultanı'nın bu isteği "öğrenci ya da müderris olmadığı" gerekçesiyle reddedilmiş; müderrisler önünde başarılı bir sınavdan geçtikten sonra yerine getirilmişti…
Önceki Resimler için Tıklayınız
Aynı zamanda, büyüyen ve gelişen devletin iyi öğrenim görmüş kimselere olan ihtiyacı da artıyordu.
Böylece, 1463-1471 arasında bir cami ve iki yanında medreselerle, bir muallimhane, ilkokul, kütüphane, imaret ve aşevi, iki hamam, darüşşifanın da içinde olduğu bir Fatih Külliyesi inşa edildi.
Külliyeyi oluşturan yapılar arasında en çok önem verilen birim, medreseler ve burada görev yapanlardı.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un fethinden sonra şehri nasıl imar etti?
Bazen sınav heyetlerine başkanlık da ederdi. Bunlar bize Fatih'in kendi külliyesine çok yakından ilgi gösterdiğini kanıtlıyor.
Ayasofya'nın ilk müderrisi Molla Hüsrev'di. Talebeleri onu evinden alır, ata bindirir; kendileri de etrafında yürüyerek medreseye getirirler ve evine de böyle götürürlerdi. Dürer ve Gurer adındaki meşhur fıkıh kitaplarının sahibi de oydu.
Fatih'in bu isteği ancak, müderrisler önünde başarılı bir sınavdan geçtikten sonra yerine getirilmişti.
Osmanlı uleması, matematik öğrenimi için Semerkant'a giderdi. Fatih'in teşvik ve çabaları ile İstanbul, bir bilim merkezi olarak gelişmiş, Türk ve İslam dünyasından bilginleri kendisine çekmeyi başarmıştı. Onlardan biri de, Türkistan'dan İstanbul'a gelen, astronomi ve matematik bilgini Ali Kuşçu'ydu.
Fatih Sultan Mehmet'e isnad edilen ve ulemanın protokoldeki yerlerini ve maaşlarını gösteren "Kanunnâme-i Âl-i Osman"da şu bilgiye rastlanır: "Sahn mollaları mevleviyettedir. Onlar cümle sancak beylerine tasaddur ederler."
Bu cümlede geçen mevleviyet, o dönemde müderrislere verilen bir rütbeydi ve onların tüm sancak beylerinden önce geldiği anlamını taşırdı. En yüksek ücret, medreselerde eğitim veren müderrislere veriliyordu.