Tek tutkusu gerçeği söylemek olan Flaubert'in tümcelerle serüveni
Edebiyat eleştirmenleri tarafından modern romanın kurucusu kabul edilen Gustave Flaubert, İstanbul'un görkemli tarihi eserleri olan Galata Kulesi'nden, muhteşem Ayasofya Camii'nden, göz kamaştırıcı Topkapı Sarayı'ndan ve Osmanlı'nın yıkılmaz surlarından hayranlığını gizleyememişti. O, vazgeçemediği gerçeği söyleme tutkusunu, eserlerinde de büyük bir açıklıkla işledi. Flaubert'in doğum yıldönümünde tümcelerle olan serüvenini derledik.
Önceki Resimler için Tıklayınız
Eserlerini Croisset'deki evinde olgunlaştırmaya çalıştı. Adını yaygınlaştıran ve beş yıldır üzerinde çalıştığı eseri Madame Bovary 1856 yılında "Revue de Paris" dergisi tarafından bölümler halinde yayımlandı. O kutlama beklerken, yerleşmiş geleneklere, din ve ahlak kurallarına aykırı davranmakla suçlandı, soruşturma açıldı, adalet önünde hesap vermeye çağrıldı (1857). O "Madame Bovary benim" derken, çağının, gerçeğin aynası olduğunu söylemek istiyordu.
Madame Bovary kitabını incelemek ve satın almak için tıklayın.
Flaubert'in daha sonraki çalışması duygusal eğitimi içeren bir kitaptır. Bunu yedi yılda tamamlayabildi. Çünkü arka arkaya üç kez yazdığı bu romanın birkaç kez adını da değiştirdi. Sonunda Ermiş Antonius dedi. 1870'te yayımlanan Bir Delikanlının Hikâyesi'nin beğenilmeyişi de onu üzdü. Uzun romanı Bouvard ile Peuchet'yi yazarken bir yandan da Trois Contes'i (1887, Üç Hikâye) tamamladı.
Schlésinger, Flaubert'in daha sonra kaleme alacağı Duygusal Eğitim'deki Marie Arnoux karakterinin de temel ilham kaynağıdır. 1844'te, Flaubert ilk sara krizini geçirdi. Babasının derslerini bırakmasında ısrar etmesi üzerine, Rouen yakınlarındaki Croisset'ye, aile evine döndü. 1845'te Duygusal Eğitim'in ilk taslağını bitirdi ve ailesiyle beraber çıktığı bir İtalya seyahatinde, Cenova'da görüp derinden etkilendiği bir Brueghel tablosunun verdiği ilhamla Ermiş Antonius ve Şeytan'ı yazmaya başladı. 1846'da birkaç hafta arayla babası ve kız kardeşini kaybetti ve yeğeninin bakımını üstlendi. Babasından kalan yüklü miras sayesinde tüm zamanını yazı yazarak geçirmeye karar verdi.
Türk edebiyatında Flaubert'in okunması neredeyse tam bir yüzyıl sonra gerçekleşebildi. 1939'da Ali Kâmil Akyüz, Madam Bovary'yi çevirdi. Aynı tarihlerde İsmail Hakkı Alişan tarafından da Salambo yayımlandı. Türk edebiyatının bu denli geriden izlemesi, aslında bir ölçüde yeni kurulan Cumhuriyet'in Batı'ya açılma politikasıyla mümkün olabildi. O da olmasa, Osmanlı devletinin devamında belki bu olanak da bulunmayacaktı. Öte yandan Cumhuriyet dönemi yazarlarımız, Flaubert'den çok etkilendi. Yaşar Kemal'den Tahsin Yücel'e birçok romancının övgüyle söz ettiği yazar oldu.
1857'nin sonlarına doğru, başlardaki adı "Kartaca" olan Salambo'yu yazmaya koyuldu. Son taslağını 1864-1869 yılları arasında yazdığı Duygusal Eğitim'le beraber "modern", "burjuva" konularına geri döndü. Yeni "gerçekçi" ekolün öncüsü olarak kabul edilmeye başlanan Flaubert, Croisset'de ve Paris'te dönemin pek çok önemli edebiyatçısıyla bir araya geliyordu. Bunların başlıcaları Théophile Gautier, Goncourt Kardeşler, George Sand, Turgenyev, Emile Zola ve Guy de Maupassant'dı. Bitiremeyeceği son projesi Bouvard ve Pécuchet'yi yazmaya 1874'te başladı.