"Kimse bizi çalılardan korumaya kendini görevli hissetmiyor"
Dr. Necdet Subaşı ile Gazze'yi, kelimeler ve kavramları, insana dair, anlama dair opsiyonları ve fırsatları konuştuk. Bir ucunda okumak, bir ucunda tefekkür dediğimiz şeylere, kendi içimizdeki yolculukları devam ettirmenin yollarına değindik. İşte, Necdet Subaşı ile yazmaya, okumaya ve insana dair kapsamlı röportajımız...
Önceki Resimler için Tıklayınız
🔹 Betül Sav: Ben buna mukabil şunu sormak istiyorum; Müslümanların işte bu yaşanılan son katliamdan sonra yer bildirimini nasıl buluyorsunuz?
🔹 Necdet Subaşı: Yaşanılan dram orada ortaya çıkan ve tek tek her birimizi perişan eden bu süreç tabii ki benim kavramlarımdan çok daha değerli, çok daha anlamlı. Yani bir kavramın baskısı altında orada yaşananların erimesini istemem ama soru sormakta da haklısınız. Gerçekten böyle dünyanın her tarafında kitleleri, anormal bir şekilde harekete geçiren, oradaki duyguları köpürten, çoğaltan, çeşitlendiren bir dil nasıl oldu da buralarda o etkiyi, o coşkuyu yaratamadı ya da burada neler oluyor?
🔹 Tam da bu işte sosyologların işi yani belki buradaki duygu sosyolojisi, buradaki psikoloji, buradaki kültürel devamlılık, politik yapılar, incelikli bir şekilde ele alınabilirse bazen bize kayıtsızlık gibi görünen doğadan başka bir seçeneği yokmuş gibi kendini hissettiren bu durum belki çok daha farklı bir şeydir, acele etmemek lazım. Tepki verme, ortaya atılma, kendini ifade etme konusunda alışılmış formlarla ortaya çıkmayan bir ulus var, bir toplum var burada. Ama bu toplumun kalbinde neler döndüğünü bilmiyoruz, kalbinin nasıl attığını bilmiyoruz. Acele etmemek lazım.
🔹 Betül Sav: Bir de hocam "kimlik karmaşası" diye bir şey de var. Siz dediniz ki kavramlar üzerinde duruyorum. Bunlar kıymetli şeyler. Bunlardan biri de kimlik karmaşası. Türkiye'nin kimliği. Yaşadığımız olaylarda da ortaya çıkıyor. Bu kavram üzerine neler söylemek isterseniz?
🔹 Necdet Subaşı: Kimlik karmaşası aslında kargaşası. İnsanın birden fazla kimlikle her birini idare edecek şekilde her birini günlük yaşamına katacak bir şekilde yol alması. İnsanın kimliği, bazı kimliksel tercihler elimizde olan şeyler değildir. Mesela bir baba rolünüz, bir statüdür. İşte etnik kimliğiniz sizin elinizde olan bir şey değildir. Dinsel kimliğiniz bir yere kadar tercih edilmiş bir kimliktir ve size aittir.
🔹 Burada kastedilen kargaşa birden fazla birbirine yol vermeyen, birbirinin açılımına fırsat vermeyen kimlik tercihlerinin sizin tavır ve tutumlarınızı belirlemeye başlaması. Hem oralı hem buralı olmak. Hibrit dedikleri şey, melez dedikleri şey. Bir türlü kendinize yalın, açık bir kimlik ortaya koyamıyorsunuz. Mesela Doğu ile Batı arasında kalmış olmak, farklı yaş dilimlerinin beklentilerini karşılayacak şekilde bir pozisyona sahip olmak, farklı cinsiyet rollerinin baskısını üzerinizde hissetmek, çoğaltılabilir. Aidiyet meselesi, mensubiyet duygusu; bütün bunlar sizi beklenmedik bir şekilde karar vermekte tavır geliştirmekte, tutum almakta ya da bir yer bildiriminde bulunmakta zorlaştırabilir. Yerinizi çok kompleks bir hale sokabilir.
🔹 Ama bu gerilim biraz da eğitim müfredatından. Toplumda nasıl bir insan yetiştireceğimize dair planlanmış hedeflerimizden kaynaklanıyor. Bu konuları netliğe kavuşturmak lazım. Mesela bir yerde hak ve batıl, zalim ile mazlum, doğruyla yanlış, iyi ile kötü karşı karşıya geliyorsa gerekli gereksiz hakemlik rolüne sığınmanın taraflardan birinden yana olmayı ertelemenin ya da -mış gibi yapmanın hiçbir ahlaki tarafı yok. Ama bunu böyle yapmaya mahkumsanız, her durumda tercihinizi afişe etmeyecek bir muğlaklıkla yaşamanızı sürdürüyorsanız bunun nedeni kendi işinizdeki kargaşanın netliğe sahip olmamasından kaynaklanıyor.
🔹 Kişisel olarak ben insanın zihninin, gözünün, kalbinin açılması için sadece okumanın yettiğine inanmıyorum. Dikkat ederseniz zihnin açılması da sınırlı bir şeyden bahsetmiyorum. İnsanın kalbinin de açılması gerekiyor. Kalp gözünün açılması gerekiyor. Gözünün açılması ama gözün önündeki perdenin de kaldırılması gerekiyor. Perde var. "Birdenbire gördüm, birdenbire anladım, duydum, hissettim" diyebileceğimiz keşiflere ihtiyacımız var. Bu da bir ucunda okumak, bir ucunda tefekkür, bir ucunda kendi içimizdeki yolculukları devam ettirmek, içimizdeki o girift labirentlerin arasından selametle bir yere varmanın yolunu bulmak.
🔹 Hiç ona vaktimiz olmuyor ki dur bir dakika ve kendine bak. Bu soruya cevap verecek haliniz falan yok, koştur koştur gidiyoruz. Ama bunun bir gün bize çarpacağını da fark ediyoruz. Bu nedenle daha iyi görmeyi, daha iyi anlamayı, daha iyi duymayı, daha iyi fark etmeyi, hissetmeyi sağlayacak opsiyonlara, fırsatlara ihtiyacımız var. Bir dostunuzla muhabbet etmek o kapıyı açabilir. Biriyle dertleşmek sizde bu defteri yeniden sıfırlayabilir.
🔹 Dikkat ediyorsanız, bilmiyorum sadece ben mi görüyorum? Muhabbet de azaldı. Eğer butik mekanlarda, kafeteryalarda birkaç siparişin arkasından bizi rahatlatacak şeylerin olduğuna inanıyorsak bunu pek yeterli olmadığını ben biliyorum. Bunun için yolculuklara, müzakereci muhabbetlere, bize ayar çekecek uyarılara, o yakınlıkta dostlara ihtiyacımız var. Ben şimdi bakıyorum, kimse bana bir şey diyemez. Öyle yapma diyebilecek kim olabilir? Yaptığın yanlış, böyle gitme. Kimin haddine. Ama böyle bir insanlık olabilir mi?
🔹 Kimse bizi çalılardan korumaya kendini görevli hissetmiyor. Kimse bize önümüzde çamur olduğunu söylemiyor. Görse de söyleyemiyor, cesaret edemiyor. Çünkü onun cesaretini kullanmasına izin veren bir mütevaziliğimiz yok. Kibir delisi olmuşuz. Oysa dostluk, muhabbet, arkadaşlık, kardeşlik bana eksiğimi söyle ve beraber telafi edelim, beraber onaralım, diyebilecek yakınlıklar gerektiriyor.
🔹 Betül Sav: Hocam, ben sizin biraz da yazarlık yönünüze değinmek istiyorum. Biliyorsunuz ki hem akademisyen hem ilahiyatçı hem de yazarsınız. O yüzden perspektifiniz önemli. Çünkü bunun getirdiği büyük bir birikim olduğunu düşünüyorum. Bu minvalde yazmak isteyenlere, okumak isteyenlere neler söylemek istersiniz? Ya da nereden başlasınlar?
🔹 Necdet Subaşı: Böyle beylik, elimde 4 maddelik, 10 maddelik falan bir liste yok. Madde bir: Öncelikle bir kere etrafımızdaki birlikte olduğumuz arkadaşlarımızın kültüre, bilgiye, düşünceye önem veren insanlar olmasına ihtiyaç var. Yani yanınızdaki arkadaşınızın size sizin görmediğiniz bir şeyi gösterme becerisi, sizi de o hikâyenin içine katar. Yani hayranlık, yol göstericilikteki cesareti, size bilmediğinizi öğretme konusundaki o masum dostluğu, akranlığı bunlar çok değerli.
🔹Bir kere bilgiyle ve onun türevleri ile ilişki içinde olan bir atmosfere dahil olmak gerekiyor. O olmadan olmaz. Bireysel, tekil akşama kadar kitap okuyarak, kendi içinde herkesten yalıtılmış bir mekânda gün doldurarak falan olsa olsa insan psikopat olabilir. Bu şizofrenliğe kadar gidebilecek, yalıtılmış öğrenme süreçlerinden kopup hayatın içinde coşkuyla ve tek tek her birine sınayarak, gözden geçirerek, test ederek okuma faaliyetini ilerletmek gerekiyor. Yani kabul etmek lazım ki ilk okumalar abur cuburdur. Hayranlık duyduğumuz bir büyüğümüzün okuduğu şeyleri biz de okuruz.
🔹 Necdet Subaşı: Dün akşam bir arkadaşımdan çok güzel bir şey öğrendim. Diyordu ki çocukluğumuza çok şeyler yükledik ve çocukluğumuzu da yorduk. Yani şimdiki çocukların durumu bambaşka. Ben kendi çocukluğumdan bahsediyorum. Düşünsenize; onu da bil bunu da bil, ondan da haberin olsun, bundan da haberin olsun ama ben; ne yeşili ne tatlı suyu ne alabalığı ne gökyüzünü bütün bu hikayelerin arasında görmeye, tatmaya, dokunmaya fırsatım olmamış. Zamanla hepsi olacaktır. Bilgi hükümranlık için tahakküm için başkasını ezmek için mi sahiplenmek istiyoruz? Bilgiyle iletişimimizin kaynağında ne var, arkasında ne var? Böbürlenmek, kibirlenmek o mu? Yoksa daha iyi insan olmak mı? İnsanlık kalitemizi derinleştirecek yüceltecek bir çaba mı? Ben bundan yanayım açıkçası. Onun için okumak çok önemli. Belli bir noktaya kadar gelişi güzel okumalarla ilerliyoruz ama ondan sonra ilgi alanlarımız, kendimize biçtiğimiz rol, daha nitelikli daha böyle ne diyelim ona ayrıcalıklı metinlerle buluşmamızı sağlıyor. Ama bunun kadar değerli olan bir şey daha var senin sorduğun; yazdıklarımızı, düşündüklerimizi, gördüklerimizi, tanıklıklarımızı kayda geçirmek, bir de hissettiklerimizi. Mesela seninle otururken de aklımın bir ucundan şey geçiyor; ya bir kağıt olsa da mesela bu ortamı bir yazıversem. Dinleyen üçüncü şahıslar için eğlenceli gelebilir ama yazarlık böyle bir şeydir zaten. Her durumda yazabilecek bir fırsat aramak, her durumu yazılabilir bulmak. O da zamanında olur herhalde. Biraz bu alandaki ustalardan belki destek alınabilir. Kırmadan dökmeden yazıyla yeni temas kurmuş arkadaşlarımıza; iyi gidiyor temennisiyle destek olunabilir. Ama hepimiz böyle başladık. Ben de ilk yazdığım metinleri görmek istemiyorum. "Bunu ben yazmış olamam", diyorum ama birinci basamağa ayağınızı koymadan son basamağı çıkamazsınız.