Eski İstanbul'da teravih geleneği nasıldı?
Eski Ramazanlarda bilhassa İstanbul'da göze çarpan bazı hususiyetler vardı; teravih namazı, mahyalar, Hırka-i Saadet'i ziyaret, iftarlar gibi... Ramazan'ın manevi ağırlık merkezi ise teravihti. Peki, eski İstanbul'da teravih geleneği nasıldı? Ramazan'da yemek kültüründe ne gibi değişiklikler oldu? Sizler için iftariyelik geleneğinden, top atışı geleneğine kadar, yazarların kalemlerinden dökülen hatıraları derledik.
Ay görüldü demek Ramazan sabit oldu demektir. Ramazan'ın başladığı şimdi olduğu gibi rasathane tarafından riyazi hesaplarla tespit edilmezdi. Ay'ı gökyüzünde görmek ve bunu da şahitle isbat etmek lazımdı. Şaban'ın yirmi dokuzu oldu mu herkesi bir telaştır, alırdı. Acaba Ay göründü mü?
İstanbul'da Ramazan ayının görüldüğü Şeyhülislam Kapısı'nda İstanbul kadısının huzurunda isbat olunurdu. Bu maksatla İstanbul kadılığınca gözleri sağlam, sözüne itimat edilir iyi halli kimseler seçilir, bunlar, Süleymaniye, Fatih, Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan, Okmeydanı'nda Okçular Camii ve Cerrahpaşa Camii minarelerine çıkıp Ay'ı gözetlerler, Ay'ı gören nefes nefese Şeyhülislam Kapısı'na koşar, sabahtan beri gelecek haberi heyecanla bekleyen kadı efendiye Ay'ı gördüğünü yeminle bildirirdi. Eskiler Cerrahpaşa imamının Ay görmekte çok kuvvetli bir ihtirası olduğunu söylerlerdi.
Ramazan'ı isbat için şekli, sürü bir teşbih davası tertip olunur. Ramazan ayının görüldüğü ilama bağlanır, ilam Babıali'ye bir muhzır vasıtasıyla koşturulur, keyfiyet vükela meclisince tanzim olunan bir mazbata ile saraya bildirilirdi:
"Bab-ı fetvapenahice muazzamın selhi Perşembe ve Cuma günü de Ramazan olacağı izhar kılınmış ve hey'et–i abidanemizce de bu yolda tezekkür edilmiş ise de irade-i şeniyyeleri her ne veçhile şerefsudür ve sünüh buyurulursa isabet anda olacağı babında ve katıbe-i ahvalde emr ü ferman hazret-i men lehü'l – emrindir."
Vükelâ mazbatası bir sadaret yaverine verilir. Evvelleri ata, sonraları arabaya binen yaver mazbatayı saraya götürür, mucibince iradesini alır getirir. Yolda Tophane'ye uğrar, topu kumandanına iradeyi bildirir. O da Salıpazarı önünde demirli duran Utarit namındaki karakol gemisine işaret vermekle beraber toplar foga edilir. Süleymaniye minaresinden kandille verilen işaretle İcadiye, Selimiye ve Beyazıt Meydanı'nda alesta bekleyen toplar ateşe başlarlar. O anda büyük şehrin ve her Müslümanın çehresi değişmiştir. Artık Ramazan, mah-ı gufran başlamıştır.
Eski Ramazanlar'da bilhassa İstanbul'un göze çarpan beş hususiyeti vardı: Teravih namazı, mahyalar. Hırka-i Saadet'i ziyaret, iftar âlemleri, Beyazıt Sergisi. Ramazanın manevi ağırlık merkezi, teravihtir. Hazreti Peygamber zamanında teravih cemaatle pek kılınmazdı. Herkes evinde, odasında tek başına kılardı. Esasen bu namaz farz da değildir, sünnettir. Cemaatle kılınması usulü Hazreti Ömer ile başlamıştır.
Bursa'da, Edirne'de ve en sonra İstanbul'da yükselttikleri ve her biri bir sanat bediası olan camilerde kılınan teravih namazlarına doyum olmaz. İftardan sonra evlerde, konaklarda teravih hazırlığı başlar. Herkeste bir neşe, herkeste bir sevinç. Şakır şakır abdestler alınır, irili ufaklı cam veya muşamba fenerler hazırlanır, güle oynaya camilerin yolu tutulur. Bu esnada o muazzam camiler kapılarına kadar tıklım tıklım dolmuştur. Vükela vüzera veya halli vakitli konaklarda ramazan imamları, hoş elhan müezzinler tutulurdu. İftardan sonra teravihi burada kılmak isteyenler kalır, lokma ettikten sonra çıkıp gitmek isteyenleri kahya efendi veya uşaklar kapıda uğurlarlardı. Tabi hepsine olmasa da bir kısım misafirlere, yakın dostlara, ahbaplara ve mensuplara diş kirası namıyla münasip miktar çil altın veya haline, mevkiine göre hediyeler verilmesi, mukteza-i şan-ı vezaretten sayılırdı.