Artık bütün dünya Filistin’in yanında!
Şu sıralar Türkiye'de Sumud kavramına dair bir karışıklık yaşanıyor. Aslında bu kavramın özünü, direnişin vakarını öne çıkarmamız gerekirken, kimi çevreler bunu bir şova dönüştüğü iddiasıyla küçümsemeye başladı. Hatta "kadınlar neden oraya gitti" gibi yüzeysel eleştiriler de gündemde. Biz ise bu söylemlerin üstünü çizip, Sumud'un özündeki direnci, sabrı ve imanı Sumud Filosu katılımcılarından Zeynep Dilek Tekocak ve Semanur Sönmez Yaman ile konuştuk.
Önceki Resimler için Tıklayınız
Itamar Ben-Gvir gelip orada protesto edilince işgalciler gerçekten korktuklarında şiddeti artırıyorlar. Sumud filosu yoldayken dünyanın gözü ve kulağı Gazze'ye doğru kaydığı için paniklediler ve fark ederseniz Gazze'deki vahşeti, barbarlığı daha da artırdılar. Biz oraya vardıktan sonra Itamar Ben-Gvir'in gelmesi ve protesto edilmesi gerçekten korkuya sebep oldu. Korkunca oradaki aktivistlere uyguladıkları tahakkümü ve şiddeti artırdılar. Bundan korkuyordum ve onların gerçek yüzünü gösterebilecek bir ortamın olmasını istedim. İçerideyken, bizimle aynı hücrede kalan aktivistlere şunu söyledim: "Şu anda VIP ağırlanıyoruz. Zannetmeyin ki Filistin halkı bizim burada kaldığımız gibi kalıyor." Orada üç gün boyunca su verilmediğini, hiçbir şekilde yemek verilmediğini anlattık; aslında Filistinlilerin bunu sürekli ve yıllarca yaşadığını anlatmak için anlattık. Bizim orada çektiğimiz hiçbir şey, Filistin halkının çektiğinin yanında; onlar bu durumları yıllarca yaşıyor. Düşünebiliyor musunuz? Eli kelepçeli olarak doğum yapan insanlar var. 12 yaşında içeri girip 20–22 yaşında çıkan çocuklar var. Esra Caviz adını duydunuz mu, vücudunun %60'ı yanmış bir şekilde yıllarca işgal hapishanelerinde kaldı. Yani bunlar bir tane, on tane değil; yüzlerce, binlerce böyle Filistinli esir mahkûmun hikâyesi var. Kimi 44 yıl, kimi 20 yıl, kimi 30 yıl kaldı; küçücük çocuk olarak girip oradan yaşlanmış olarak çıkan insanlar var. Biz bunları anlattık çünkü kısa VIP ağırlanma sürelerimizde yaşadıklarımız, Filistinlilerin yıllardır maruz kaldıkları zulümlerin yanında hiçbir şeydi. Yaşadıklarımızın çok daha üstünde zulümler görüyor Filistinliler orada.
SY: Bir kere Avrupalı arkadaşlar da oradaydı. Yani filoya binen herkes zaten çok yüksek bir bilinç düzeyine sahipti; onların tamamı, bunun 7 Ekim'de başlamadığını, Filistin'in 80 yıldır işgal altında olduğunu ve bu zulmün 80 yıldır sürdüğünü gayet iyi bilen, yakinen bilen insanlardı. Dolayısıyla böyle bir muameleyi de herkes hazırlıklı karşıladı. Avrupalılar şok olmuş değillerdi; "Aa, nasıl bir yere düştük, neler oldu bize?" demediler. Onlar da son derece güçlüydü. Çok güzel bir dayanışma ortamı oluşturduk aramızda. İsrail askerleri bize işkence etmek için iki şey yaptı: Birincisi, koğuşlarımızın tam karşısında büyük bir duvar vardı; o duvara Gazze'nin yerle bir edilmiş halinin kocaman bir fotoğrafını asmışlar. Üzerinde "Yeni Gazze" yazıyordu ve altında kocaman bir İsrail bayrağı. O fotoğraf bizi gerçekten motive etti. Her baktığımızda "İyi ki bir yola çıkmışız, burada olmamızın bir anlamı var, burada olmak çok önemliydi" dedik. Psikolojimize çok iyi geldi. İkincisi, bizi uyutmamak ve işkence etmek için hücrelerimizi saat başı değiştiriyorlardı. Maksimum iki saatte bir geliyorlar, gece kapıyı açıyorlar; birkaç kişiyi alıp başka hücrelere koyuyorlardı. Normalde küçük teknelerle gelmiştik; ben genelde 10 kişilik bir teknedeydim; yol boyunca tanışabileceğim kişi sayısı maksimum dokuzdu. Ama orada hepimiz birbirimizle tanıştık. Sürekli hücrelerimizin değiştirilmesiyle çok güçlü bir dayanışma ağı kurduk. Gerçekten kardeş olduk. Ortak bir noktamız, ortak bir kaygımız vardı. Kültürümüz farklı olsa da, dinimiz farklı olsa da, dilimiz farklı olsa da orada bir kız kardeşlik ruhu oluşturduk. İnşallah o dayanışma ağımız daha da büyüyerek küresel bir şekilde devam edecek. Cezaevinin bize kattığı artılardan biri de budur.
ÖÖ: Bundan sonra bu hareketin daha da güçlenerek devam edeceğinden eminim. İsrail bunu tahmin edemedi. Yani dediğiniz gibi yapabilirdi ama bunu düşünemedi. Orada böyle bir şey oldu. Gerçekten Allah o kadar yardım etti ki bize, orada bunu dünyaya gösterebilmemize vesile oldu. Hocam, şimdi birbirinden inanılmaz derecede farklı hayatlara sahip insanlar birlikte bir yerdeydi; tanıştınız. Ben buradan Filistin'in gücünü nasıl okumamız gerektiğini soracağım.
SY: Filistin'in ne kadar zulüm altında olduğunu artık herkes duydu. İsrail bugüne kadar dünya kamuoyunu bir şekilde yanıltmaya çalışıyordu; medya propagandalarıyla "Onlar terörist, onlar bizi öldürmeye çalışıyor; biz sadece Hamas'ı vuruyoruz, sivil halka bir şey yapmıyoruz" diyorlardı. Ama son iki yıldır artık hiçbir şey gizlenemiyor. Bütün dünya orada çocukların nasıl parçalandığını, en son çocukların nasıl açlıktan öldüğünü görüyor ve muhteşem bir kamuoyu oluştu. Bu da Filistinlilerin direnişi sayesinde oldu. Filistinliler pes edebilirdi; çok daha önce pes edebilirlerdi, "Ben artık İsrail'in iyi bir vatandaşı olmak isterim," deyip pasaport alıp çalışmayı seçebilirlerdi. Oysa 18 yıldır abluka altında yaşıyorlar ve diyorlar ki: "Toprağımızı terk etmeyeceğiz, buradan çıkmayacağız, burayı vermeyeceğiz." Onların direniş ruhunun yansıması bu. Şu anda bütün dünya Filistin'in yanında. Vicdanı olan herkes Filistin'in yanında ve Filistin özgür kalana kadar bu hareket durmayacak; yükselerek devam edecek. Eninde sonunda bu özgürlüğe giden bir yol açılacak. İsrail kendi sonunu hazırlıyor; bu saldırganlığı, bu haddini aşmayı tarih boyunca yapmışlardı. Şu anda da haddi aştılar ve her haddi aştıklarında bir bedel ödediler. Bu sefer de İsrail'in yok oluşuyla ödeyecekler bu bedeli.
DT: İsrail bugün varlığını aslında imajı üzerinden sürdürüyordu. Ancak son iki yılda yaşananlar, İsrail'in bu imajını tamamen yerle bir etti. Dünyaya pompaladığı o "mağduriyet edebiyatı" artık tamamen aleyhine dönmüş durumda. Düşünebiliyor musunuz? Ta Arjantin'den, hiçbir tarihî, kültürel, itikadî bağı olmayan birçok insan… Brezilya'dan gelenler var. Yani aradaki mesafeyi, farkı düşünün; ne itikadî, ne tarihî, ne coğrafî, ne de kültürel bir bağ var. Ama iki yıldır yaşanan zulmü görmüşler ve o gemilere binmişler.
Bütün dünya Filistinli olmuş ve Gazze'ye doğru yola çıkmış. Yani onlar dünyayı Filistinsiz bırakmak isterken, dünyanın tamamı Filistinli oldu. Aslında bu da İsrail'in kendi sonunun başlangıcı demek. Çok yakın bir zamanda bunun sonuçlarını göreceğiz. Bu, Gazze'nin, Filistin'in, Batı Şeria'nın, Kudüs'ün gücüdür aslında. Çünkü Semanur Ablanın da dediği gibi, onlar hiçbir zaman kendilerini anlatmaktan vazgeçmediler.
Düşünebiliyor musunuz? Çocuğunuz parçalara ayrılmış, siz onu poşette taşıyorsunuz ve hâlâ dünyaya göstermeye çalışıyorsunuz. Çünkü biliyor ki bu görüntü, bu hakikat, İsrail'in imajının çöküşü demek. Gazze halkı, İsrail'in zafiyet noktalarını çok iyi biliyor. Katledilirken, soykırıma uğrarken bile dünyaya seslenmeye çalışmasının sebeplerinden biri de buydu belki.
Şu ana kadar İsrail'in inşa ettiği bir imaj vardı; bu imaj artık tamamen yerle bir oldu. Bundan sonra kendisinin de yerle bir olacağı günlerin çok yakın olduğunu düşünüyorum.
ÖÖ: Değil mi hocam? Şu an her şey daha iyi ilerliyor aslında. Sumud hedefine ulaşmış oldu diyebilir miyiz burada? Yoksa daha da devam ederek, daha da güçlenerek mi ilerlemeliyiz?
SY: Sumud'un ana hedefi, ablukayı kırıp Gazze Limanı'na ulaşmaktı. Gazze Limanı'na ulaşamadık ama belki de ulaşsaydık, bu kadar ses getirmeyecekti bu çalışma. Şu anda bütün dünyanın gözü kulağı, Sumud vesilesiyle yeniden Gazze'ye, Filistin'e yöneldi. Bizim amacımız zaten dikkatleri oraya çekmekti; kendimize değil. Dolayısıyla dünyadaki Filistin farkındalığını, Filistin uyanışını tetiklemiş olduk. Bu bizim için çok önemli bir kazanım. O yüzden Sumud hedefine çok yaklaştı diyebiliriz. Çünkü Sumud sadece denizden gitmiyor; karadan da, havadan da gidiyor. Filistin için kalbi çarpan herkes aslında Sumud'un içinde, Sumud filosunun bir parçası. Ve o filo, Gazze tamamen özgürleşene, Filistin'in her karış toprağı kurtulana kadar yoluna devam edecek.
ÖÖ: Huzeyfe Hocam Sumud nöbetinde şöyle dedi: Norveçli bir balıkçı varmış, küçücük teknesine Filistin bayrağı asmış ve uzun süredir bu yolculuğa çıkmayı bekliyormuş. Düşünün, Norveçli bir balıkçı! Küçücük teknesinde Filistin bayrağıyla direniyor, direnişi ülkesine anlatmaya çalışıyor. Çok güzel bir şey değil mi bu, hocam?
SY: Evet, böyle çok örnek vardı. Zaten biliyorsunuz, filoya katılmak için 500.000 kişi başvurdu. Bu insanlar öyle "bir eli yağda, bir eli balda" yaşayan aktivistler değil. Her biri kendi geçimini sağlamak zorunda. Kimi çoluğuyla, çocuğuyla, torunuyla yaşıyor; kimi işini, sorumluluklarını bırakıp geldi. Mesela Sicilya'dan binen arkadaşlardan biri, Doktor Ergün Akpınar, mesleğini kaybetmeyi göze alarak geldi. Yıllık izni belli bir süreyi aşınca işine dönemeyeceğini biliyordu. İşini tamamen kaybedenler vardı, biliyorum. Ama "Allah rızkı verir." diyorlardı. Dönünce ne olacak? "Rızkı Allah verir." Bu, inançlı olanların sözüydü. Diğerleri ise "Ne yapalım, Filistin için buna katlanacağız." diyordu.
Gerçekten vicdan bambaşka bir şey. Vicdanın ne dinle, ne dille, ne ırkla ilgisi var. Vicdan sahibi insanlar iyi ki var ve her yerdeler. Dünyanın her yerinde onlara rastlamak mümkün. Hatta sayıları hızla da artıyor.