Dijitalleşme Çocuk Haklarını Nasıl Tehdit Ediyor? - Aile Akademisi
Enstitü Sosyal Koordinatörü Dr. İpek Coşkun Armağan, Fikriyat Aile Akademisi'ne konuk oldu. Dijital dünyanın çocuklar üzerindeki travmatik etkilerinden "unutulma hakkı"na, "aile aklı" kavramından ebeveyn iradesine kadar kritik başlıklara değinen Armağan, "Çocuk merkezlilik, çocuğun her istediğinin karşılanması iyi ebeveynlik değildir. Aile aklı irade ister, arzuları yönetmeyi ister," dedi.
Özge Özkul: "Dijital dünyada çocuk hakları" dediğimizde ne demek istiyoruz?
Dr. İpek Coşkun Armağan: Dijital dünyada çocuk hakları, aslında büyük bir boşluk olan bir alanda yapılan bir çalışma diyebilirim. Çünkü çocuk haklarıyla ilgili biliyorsunuz, Birleşmiş Milletler'in bir sözleşmesi var. Yaklaşık 50 madde olan bir sözleşme metni var ama bu sözleşme metni hâlâ çok güncel değil. Yani yayınlandığı tarihten bu yana maddelerinde güncellemeler yapılmadı. Özellikle dijital dünyada çocukların maruz kaldığı şiddete, zorbalığa ve karşılaştıkları risklere karşı bir madde hâlâ yok. Bu bir meseleydi.
Bir de dijital dünyada tabii sadece risklerinden bahsetmek de doğru değil. Belki çocukların oradaki kullanım hakları—yani dijital dünyayı etkili bir şekilde kullanabilecekleri, eğitim öğretim süreçlerinde faydalanabilecekleri noktasındaki haklarını da vurgulamak gerekiyor. Bununla ilgili bir boşluk vardı ve herhangi bir sözleşme metni yoktu.
Bunu fark ettiğimizde aslında biz başka bir çalışmanın içerisindeydik. Biz bir yasal düzenleme ile ilgili teklif metni hazırlamaya çalışıyorduk hukukçularımızla. Sonra şöyle bir fikir ortaya çıktı. Dediler ki: "Hukuk alanında, yani normları düzenlemekle ilgili sıkıntımız yok. Normlarımızın bir kısmı da aslında Türk hukuk sisteminde dijital dünyayla ilgili düzenlemeler var." Ama bu, toplumsal kabul düzeyine, yani daha ortak kabullere, daha toplumsal bir sözleşme noktasına inmiyor. Bazen o etkileşimi sağlayamıyoruz. Bunun yerine "Acaba biz bir sözleşme metni mi hazırlasak? Bir hukuksal metin değil, bir norm metni değil de herkesin üzerinde mutabakat sağlayabileceği bir metin mi hazırlasak?" diye bir teklif geldi. Hatta biz o dönemde, "Ya kesin böyle bir metin vardır canım, bir bakalım dünyaya," dediğimizde, yok olduğunu gördük. Yokmuş böyle bir metin.
O yüzden oturduk. Hukukçularımız, eğitimcilerimiz, psikologlarımız, psikiyatristlerimiz, sosyologlarımız ve siber güvenlik uzmanlarımızla oluşan bir masa, çok sayıda toplantı yaparak madde madde 13 maddeden oluşan sözleşmeyi oluşturdular. İçerisinde çocukların hem dijital dünyayı etkili bir şekilde kullanmayla ilgili hakları yer alıyor hem de korunmalarıyla ilgili olarak, çoğunluğu yetişkinlerin dikkat etmesi gereken hususları içeren 13 maddeyi hazırladık. 13 maddenin hepsi de sadece aileleri değil, çocukla ilgili bütün kurumları, özel ve tüzel kişilikleri barındırıyor. Yani öğretmenler de var işin içerisinde, çocuklara bakım sağlayan personeller de var, devlet kurumlarımız da var, okullar da var, sağlık kurumlarımız da var, hastanelerimiz de var. Hepsi, hatta önemlisi bu işin asıl arka planında olan teknoloji şirketleri de var. Onlara da bu sözleşmenin içerisinde yer verdik ve hepsini sorumluluk almaya davet ediyoruz.
Çünkü şu anki süreçte ve bizim incelediğimiz vakalarda, dijital dünyanın, sanal dünyanın faydası, zararıyla kıyaslandığında ne yazık ki zarar çok önde. Sadece zorbalık anlamında söylemiyorum; çocuğun uyku düzensizliği, dikkat bozuklukları, açıkçası soyut düşünme becerilerinin sınırlandırılmış olması... Bunlarla ilgili dünyada çok sayıda araştırma yapıldı. İnternete ve ekrana maruz kalan, akıllı telefonlara maruz kalan çocukların soyut düşünme becerilerinin zayıfladığı, analitik düşünme becerilerinin zayıfladığı, uyku düzensizliklerinin arttığı, dikkat bozukluğunun arttığı en temelde de...
ÖÖ: Siz bunları sözleşmeyi hazırlarken mi fark ediyorsunuz?
Dr. Armağan: Biz çok sahaya dayalı çalışan bir düşünce kuruluşuyuz. Okullardayız sürekli, öğretmenlerle sürekli konuşuyoruz. Bilhassa Covid-19 salgını sonrası süreç... Biz böyle bir şey bekliyorduk açıkçası. Çünkü Covid-19'da biliyorsunuz hepimiz ekranlardaydık, çocuklar da ekranlardaydı. Eğitim almaları, arkadaşlık ilişkilerini sürdürebilmeleri için arkadaşlarıyla etkileşimi dijital sanal alandan kurmaya çalıştılar. "Sonrasını nasıl yöneteceğiz?" diye çok düşündüğümüz bir konuydu.
Sonrasındaki süreç şu anda aslında biraz travmatik geçiyor. Evlerimizde de okullarımızda da sıkıntılar yaşıyoruz. Ailelerden çok fazla destek talebi alıyoruz, bize çok fazla mail geliyor. Çok temel dijital meselelerle ilgili aile nasıl bir pozisyon alacağını bilmiyor. Örneğin bizden uzman görüşü istiyorlar vesaire. Bir de bazı konularda herkes kendi arasında "evet bu böyledir" deniyor ama bir şeyde mutabakata varmamız gerekiyor. Mesela çocuğun eline sınırsız telefon vermek bir ihmaldir. Bunu hepimiz kendi aramızda konuşuyoruz ama bunu bir sözleşme maddesi olarak koyup herkesin altına imza attığında bu artık bir toplumsal norma dönüşüyor ki biz bunu çok istiyoruz. Lütfen çocukların eline sınırsız bir şekilde telefon vermeyin.
ÖÖ: Sözleşmeye imza devam ediyor değil mi?
Dr. Armağan: Evet, bir sınırımız yok. Bir de biz beş dilde hazırladık. Çincesi de var, Arapçası da var, Fransızcası da var. Bu dillerde de uluslararası muhataplarımıza konuyu paylaşıyoruz. Dünyada bu konuda Türkiye'den birazcık daha fazla bir uyanış var diyebilirim. Bu arada şu an İngiltere'de, Amerika'da, Fransa'da bu konuyla ilgili çok ciddi adımlar atılıyor. Biliyorsunuz Avustralya'da 16 yaş altı ile ilgili bir düzenleme geldi. Muhtemelen bu yılın sonunda netleşecek vs. Dolayısıyla dünya uyanışta. Bizim de acilen bu uyanışı sağlamamız gerekiyordu.
O yüzden imza süreci sınırlı bir süre değil. Mesela maddelerimizden birinde geçen "unutulma hakkı." Bunu kamuoyuna tam olarak anlatabildiğimiz takdirde, ben bu sözleşmenin gerçekten hayata geçtiğini ve içselleştirildiğine inanacağım.
Dijital Dünyada Çocuk Hakları Sözleşmesi İmza Kampanyası
https://enstitusosyal.org/imza
ÖÖ: Ne oluyor hocam "unutulma hakkı" tam olarak?
Dr. Armağan: Unutulma hakkı, sizin internetteki, özellikle de çocukların internetteki bilgilerinin, o dijital ayak izinin silinmesi anlamına geliyor. Bu çok önemli bir şey. Çünkü şu anda pek çok çocukla ilgili internette inanılmaz bir veri var. Teknoloji şirketlerine bununla ilgili talepte bulunmadığınız zaman -ki böyle bir hakkınız var- o veriler açık bir şekilde duruyor ve pek çok çocuğumuzun verisi bu şekilde ortada.
Bu sadece çocuklarla ilgili bir hak da değil, yetişkinlerle ilgili de bir hak. Sizinle ilgili pek çok manipülasyon olabilir. Görseliniz sizin izniniz dışında farklı mecralarda paylaşılmış olabilir. Biliyorsunuz, sokakta insanlardan herhangi bir izin almaksızın fotoğraf çekme gibi, hâlâ adab-ı muaşeretini oturtamadığımız bir sosyal davranış sorunu var. Örneğin; herhangi bir toplu taşımada vesaire bir fotoğraf çekiliyor ve siz de oradasınız. O fotoğraf bir yerlerde kullanılıyor. Bu konuda talepte bulunabilirsiniz ve bu, "unutulma hakkı" çerçevesinde yapılan bir şeydir. Çocuğun da unutulma hakkı vardır.
Dolayısıyla bu kavram bile toplum tarafından içselleştirilse ve aslına bakarsanız, unutulma hakkını kullanma noktasına gelmeden önce, "Ben kimsenin fotoğrafını, çocuğun fotoğrafını, bir yetişkinin fotoğrafını izni olmadan paylaşmamalıyım" bilincini toplumsal olarak kazanabilirsek... (Ki çocuktan izin alsanız dahi pek çok çocuk izin verir zaten. Mesela öğretmenlerimiz bazen ne yazık ki yapıyorlar bunu.) İşte bu bilinç bizim için çok büyük bir kazanımdır; sözleşmenin en büyük kazanımlarından bir tanesi olur.
Sözleşmeye Enstitü Sosyal üzerinden ulaşabilirler. Sayın Aile Bakanımıza, Millî Eğitim Bakanımıza, Adalet Bakanımıza çok teşekkür ediyoruz. Hepsi kendi kurumlarının web sitelerinden imza açtılar. Şu an takip ediliyor. Cumhurbaşkanımız... Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Zaten bu konuya çok öncülük etti, imzayı attı ve Birleşmiş Milletler'de de bu konuyla ilgili çağrıda bulundu.
Bu, sadece Türkiye'nin sınırlarında kalması gereken bir konu değil. Çünkü dijital dünya, keşke gümrük kapılarımızla kapatabileceğimiz bir konu olsa... Ama öyle bir konu değil, biliyoruz. Sınırların ötesinde bir konu olduğu için bütün dünyaya çağrıda bulunmamız gereken bir konu. Ama önce Türkiye'de bu farkındalığı kazandırıp, akabinde de dünyayla ilişkilerimizi bu konuda sürdürmemiz gerekiyor.
ÖÖ: Biz öncü olduk Türkiye olarak, değil mi?
Dr. Armağan: Biz genellikle çok güzel hazırlanan sözleşmelere imzacı ülke oluyoruz. Bu sefer dedik ki: "Lütfen biz hazırlayalım metni ve dünyayı imzaya davet edelim". Şu an dünyadan pek çok bakan da imzaladı. Dediğim gibi, konuyla ilgili uluslararası bir uyanış var ama bunu tabii artırmamız gerekiyor. Uluslararası alanda ailelerle, öğretmenlerle, eğitimcilerle bu konuyu daha fazla müzakere etmemiz lazım.
ÖÖ: Hocam, mevcut yasaların bu dijital suçları kapsadığını söylediniz. Peki, bu yasalar neyi unutuyor? Neyi gözden kaçırdılar da Dijital Dünyadaki Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi bir metne ihtiyaç duyduk?
Dr. Armağan: Unuttular demeyelim aslında. Farklı yasalarda -Çocuk Koruma Kanunu, Ceza Kanunu, Kişisel Verileri Koruma Kanunu- bunlarda bazı şeyler var. Ama biraz önce söylediğim gibi: Kanunların koyduğu normlar bazen topluma geçmiyor. Çünkü hepimiz kanun okumak zorunda değiliz ve bazen de anlaşılmaz oluyorlar.
Fakat şu an ek yasal düzenlemelere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. 16 yaş altı çocukların akıllı telefon kullanımı ile ilgili bir düzenlemeye ihtiyaç var. Sosyal medya dediğimiz, veya sanal medya diyorum ben artık -sosyal kelimesinin de canını okuduk açıkçası- bu sanal medyada, dijital medyada 15 yaş altı çocukların olmaması gerektiği ile ilgili bir düzenlemeye acilen ihtiyacımız var.
Çünkü biliyoruz ki artık elimizde çok net veriler var: İyi gelmiyor. Yani şu anda kimse beni ikna edemez. Gerçekten bu ana kadarki yapılan bütün araştırmalar, enstitümüzün araştırmaları da dahil, dünyada yapılan büyük araştırmalar da bunu gösteriyor: 16 yaş altı çocukların -veya 15 yaş altı diyebiliriz buna- akıllı telefon kullanımı çocuklara iyi gelen bir şey değil. Ki ne yazık ki Türkiye'de çocuklara "iyi anne babalık gösterisi" olarak akıllı telefon almak, hem de en yüksek fiyatlı ve en yüksek versiyonuyla almak, iyi ebeveynliğin bir markası haline geldi. En dikkat etmemiz gereken konu bu: Çocukların eline gerçekten akıllı telefonu vermesinler. Bu, çok büyük bir risk.
ÖÖ: Yani şunu üzülerek söyleyeceğim ki hocam, 2 yaşından başlıyor artık.
Dr. Armağan: Bu kabullenişi ben de kabullenmek istemiyorum. Şöyle, geçenlerde bir şeyden bahsedeyim, onları gördüğüm zaman çok içim ümitle doldu. Ankara'da bir restoranda yemek yiyorum ve restoranlarda genelde dikkatimi çeker... Eşim çok iyi bilir. Yemek yerken bir aile oturur, çocuğun önünde telefon vardır ve ben sürekli hayıflanırım. Yani neden? Çocuk zaten yemeğini yiyor aslında. Yemeğini yiyen çocuğun önüne telefon koyuyor bazı anneler. Çocuğun bir sıkıntısı yok ama anne veya baba telefon koyuyor... Bunu pek çok restoranda görüyorsunuzdur.
Geçenlerde şöyle bir şey gördüm: Ankara'da bir restoranda büyük bir aile; büyükannesi, teyzeleri, kalabalık bir aile. İki tane de kız çocuğuyla beraber geldiler. Biri 7-8 yaşlarında, diğeri 4 yaşlarında. Ben de "Hani oturacaklar, ne ara telefonu verecekler çocukların eline?" diye gözlemliyorum. Çünkü o çok artık bildiğimiz bir şey. Bir anda çocukları yandaki boş masaya oturttular ve hemen kâğıtlar ve kocaman bir boya çantası çıktı, ortaya kondu.
Yaklaşık bir buçuk saat o aile oradaydı. Aile büyükleri kendi içinde sohbetlerini yaptılar. Çok huzurlu bir kahvaltı yapıldı. Çocuklar da çılgınca boyama yaptılar. Çok güzel, birbirlerine gösteriyorlar falan. Eşimle şöyle hayranlıkla izledim. Ya demek ki bakın, bunun bir alternatifi var ve o çocuklar muhtemelen doğduğu andan itibaren o şekilde yetiştirilmiş. Yani eline kâğıt, kalem, boya, zihnini geliştirebilecek alternatifler verilmiş ve çocuk yadırgamıyor. "Bana telefon versene, niye bunu veriyorsun?" falan demiyor. Bir buçuk saat annesini, babasını "Ben şunu istiyorum, bana baksana" demeden o iki kız çocuğu çok güzel birlikte oynadılar.
İyi örnekler var ve bunların artırılması gerek. Annelerimizin belki de bu noktadaki hassasiyetlerini biraz bırakmaları gerekiyor. Çocuk biraz pislenerek büyür, evet. Biraz üstü boyanarak... Telefonla uğraşmak çok "temiz" bir şey. Saatlerce oynarsınız, üstünüz pislenmez, kir olmaz. Çocuğu bundan korumaya çalışırken, aslına bakarsanız çocuğumuzun beynini kirletiyoruz, mahvediyoruz. O yüzden bu bir tercih. Bu tercihi yapan anne babaları görmeye başladım. Onların sayısı da artacağına inanıyorum açıkçası. O yüzden ümitli olmamız gerekiyor ve bu, ilk olarak ailelerin irade göstermesi gereken bir konu.
Ha ama yasal olarak da bana kalırsa... Yani 16 yaşının altına akıllı telefon verilmesi konusunda... Sanal medyaya, dijital medyaya, sosyal medyaya zaten girmeyelim ama akıllı telefon kullanımı, çocukların düşünme becerilerini, analitik düşünme becerilerini sınırlayan, dikkatini düşüren bir şey. Bunlarla ilgili artık elimizde çok net bilimsel veriler var. Pek çok çocuk incelendi. Uzun süre ekrana maruz kalan çocuklar ile akıllı telefon kullanmayan ve kullanan gruplarda yapılmış kıyaslamalı çalışmalar var. Bunlarla ilgili artık çok fazla araştırma var ve elimizde şu net: Erken dönemde akıllı telefonlarla uğraşan çocuklarda dikkat dağınıklığı, uyku düzensizliği, beslenme bozuklukları görülüyor.
Biz şu anda diyabet yaşının Türkiye'de çok aşağı yaşlara düştüğünü biliyoruz. Obezitenin okullarımızda çok arttığını biliyoruz. Bu sadece yediği şeylerin içeriğiyle ilgili değil. Yemek yerken ne yaptığıyla ilgili. Yemek yerken sürekli ekranda. Ve çocuk, yediği şeyin oranını fark edemeyecek kadar ekrana kilitleniyor. Gerçekten bir çocuk karnının doymasını fark etmiyor. "Doydum ben" diyemiyor. Çünkü orada, adeta hipnoz hâlinde. Şu anda pek çok okulumuzda diyabetle ilgili meseleleri tartışıyoruz. Çocuklar diyabet oldu. Ha, diyabet ne? Diyabet şu anda Alzheimer'ın en temel nedenlerinden bir tanesi. Baktığımızda bir sürü şey var burada. Tabii ki yasal düzenlemelere de ihtiyacımız var ama aynı zamanda ebeveynlik iradesine de ihtiyacımız var.