Arama

Edebiyatımızda iz bırakan 10 roman kahramanı

Roman, asırlar boyunca en çok ilgi gören, üzerinde konuşulup, tartışılan ve fikir üretilen; bunun yanı sıra birey-toplum etkileşiminin en yoğun biçimde yaşandığı bir yazınsal türdür. Okuyucu kimi zaman çok sevdiği roman kahramanlarıyla kendisini özdeştirir. Özellikle edebiyatımızda bazı kahramanlar vardır ki kurgudaki yeri, hayata olan bakışı ve psikolojik durumu itibariyla okuyucuda derin izler bırakmıştır. Edebiyat dünyamızda iz bırakan en etkileyici 10 kahramanını derledik.

  • 1
  • 10
Huzur- Mümtaz
Huzur- Mümtaz

Tanpınar, Dr Tarık Temel'e ithaf ettiği Huzur romanını, 1939'da İstanbul'da Mümtaz karakteri çerçevesinde kurar. Romanda sevgilisi Nuran'a kavuşma - kavuşamama gelgitleri yaşayan, İkinci Dünya Savaşı'nın her an patlayacak olması korkusuyla tetikte bekleyen, Cumhuriyet sonrası kültürü red ya da kabul ikilemleri yaşayan, sorunlu bir kuşağın temsilcisi olan Mümtaz; ana hatlarıyla varoluş sorununa çare arayan bir İstanbul'ludur.

Romanda Suat, İhsan ve Nuran gibi çok önemli karakterler bulunsa da, bunların hiçbiri Mümtaz ve Mümtaz'ın iç dünyası kadar öne çıkmaz. Nuran, Suat ve İhsan gibi "ana karakterler", hatta biraz daha arka planda kalan Adile Hanım, Tevfik Bey ve Yaşar gibi "yardımcı" karakterler Huzur boyunca çeşitli önemli rollerle karşımıza çıkar. Ancak bu karakterlerden hiçbirisi, eserin merkezine yerleştirilen, kitabın "odak karakteri" olarak kullanılan Mümtaz kadar ön planda değildir.

Anne ve babasını çocukluk yıllarında kaybeden, hatta babasının gözünün önünde öldürülmesine şahit olan Mümtaz, İstanbul'da İhsan ve Macide tarafından yetiştirilir. Entelektüel, kültürlü ve maddi durumu iyi insanlar tarafından yetiştirilmesi, Mümtaz'ın da bilgili, pek çok açıdan Batılılaşmış, aydın bir genç haline gelmesini sağlar.

Ahmet Hamdi Tanpınar, romanı Mümtaz'ın tespitleri, gözlemleri ve yaşadıkları üzerinden kurduğu için, bu karakterin doğasını anlamak büyük önem taşır. Pek çok açıdan alafranga bir hayat yaşayan Mümtaz, aynı anda alaturka müzikle, dinle ve toplum sorunlarıyla da ilgilenir.

Mümtaz'ı bir karakter olarak değerlendirirken ilk bakılması gereken nokta, onun anlatıyı "mümkün kılacak" şekilde yaratılmış olmasıdır. Romanın kahramanı hem Doğu, hem de Batı kültürü hakkında bilgili, ama belli açılardan bu iki kültür arasında kalmış, toplumun yoksulluğu konusunda bir şeyler yapmak isteyen ama ne yapacağını bilemeyen bir aydın portresidir.

Belli açılardan yazarın kendi kişiliğinden de özellikler taşıyan bu karakter, aslında romana başlığını veren kavram üzerinden de değerlendirilebilir. Kafa karışıklıkları yaşayan, hayattaki yerini arayan, bu keşmekeş içinde kendi hayatını "bir günde bazen beş on defa yaşadığını" ifade eden Mümtaz, roman boyunca hep bir "huzurun" peşinden koşar. Berna Moran da "Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış" kitabında, Huzur'un ana fikrini bu temel üzerinden ifade eder:

"Huzur'daki ana fikri kısaca ortaya koymak istersek, birtakım değerler arasındaki çatışmayı sergilemek ve bu çatışmanın yarattığı bunalımı Mümtaz'ın kişiliğinde dile getirmektir diyebiliriz."

  • 2
  • 10
Kürk Mantolu Madonna- Raif Efendi
Kürk Mantolu Madonna- Raif Efendi

Kitabın ilk elli sayfası haricinde, romanın ana karakteri ve asıl anlatıcısı Raif Efendi'dir. Baba mesleği olan sabunculuğun modern yöntemlerini öğrenmek için Berlin'e giden Raif Efendi, burada Maria Puder ile tanışır, ona aşık olur ve bu bütün hayatını değiştiren, hatta bir anlamda mahveden bir gelişme olur.

Raif Efendi'nin en temel karakter özelliği son derece sıradan, içine kapanık, "biraz dünyadan uzak" bir adam olmasıdır. Dışarıdan önemsiz, bilgisiz, silik bir adam olarak gözüken Raif Efendi, ailesi dahil kimsenin gerçek anlamda tanımadığı, "etrafındakilere kendini tanıtmak için herhangi bir teşebbüste bulunmayacak" bir adam olarak tanımlanır ve kimseyle yakın bir ilişki kuramadığı için, hayatı boyunca yalnız bir yaşam sürer.

Bu duruma tek istisna, Raif Efendi'nin Almanya'da tanışıp sevdiği Maria Puder olur. Bu ilişki sona erince kendisini dış dünyaya tamamen kapatmış, evlenip çocuk sahibi olmasına karşın kendi evinde bile bir yabancı gibi hareket etmeye başlamıştır. Sık sık hastalanan, soğuk havalarda hastalanacağını bile bile uzun yürüyüşlere çıkan Raif Bey, aradan on yıl geçmesine rağmen Maria Puder ile ilişkisinin etkisinden kurtulamaz.

Buradaki temel neden, Raif Efendi'nin toplum standartları içinde, normal veya "başarılı" bir hayat sürdürebilecek özellikte bir insan olmaması olarak tanımlanabilir. İnsanlardan uzak, kendi halinde, hırsları olmayan bir adam olarak Raif Efendi, Maria Puder'i tüm benliğiyle sever, ve hayatının tek amacını, onunla mutlu bir hayat sürdürmek olarak belirler: Maria Puder, onun yalnızca sevdiği bir kadın olmaktan çıkmış, "yaşamak için kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğu bir insan" haline gelmiştir.

Raif Efendi bu ilişki sona erdiğinde yalnızca ciddi bir hayal kırıklığı yaşamakla kalmaz, aynı zamanda hayatının amacını ve yaşama sevincini de tamamen kaybetmiş olur.

  • 3
  • 10
Tutunamayanlar- Turgut Özben
Tutunamayanlar- Turgut Özben

Mutsuz ve iletişimsiz bir evlilik hayatını süren inşaat mühendisi Turgut Özben, yakın arkadaşı Selim Işık'ın intihar ettiğini gazeteden öğrenir. Özben, bu intiharı araştırmak için sevgilisi Günseli ve arkadaşları Süleyman Kargı, Esat ve Metin ile görüşür. Özben onun dünyasına girmeye çalışır ve hayatını bütünüyle kavramak istemektedir. Nitekim Selim'in yaşamındaki karanlık noktaları ve onu intihara götüren nedenleri öğrenir. Selim, yaşadığı düzenle, burjuva değerleriyle bağdaşamamış, bu nedenle toplumunda dışına itilmiş bir aydındır. Turgut, araştırmaları sürecinde kendini sorgulamaya başlar. Kendisinin de Selim'den farklı olmadığını görür. İç hesaplaşmalara sürüklenen Turgut her şeyini geride bırakarak evinden ayrılır, bir trene biner ve kaybolur.

Turgut Özben, düşüncelerinin akışı içinde kaybolan, kendi zihninin ürünü hayal arkadaşı Olric'le sohbetlere dalar. Hayatı Selim tarafından en fazla etkilenen karakterlerden. Selim'in aksine o, normal hayatı seçer, küçük burjuva yaşantısına kapılıp, evlenir, çocuk, iş, ev sahibi olur. Ama romanın sonunda eşini, çocuğunu terkeder. Kendiyle, benliğiyle bitmek bilmeyen mücadelesi de Özben soyadında kendisini belli eder zaten.

"Hayatında ilk defa başka bir insan olma özlemini duydu. Hiç bilmediği bir içkinin susuzluğu gibi bir duygu. Değişebilmek. Kendinin bile tanıyamayacağı yeni bir varlık olmak. Bütün canlıların olanca güçleriyle karşı koydukları bir değişim, bir başkalaşım. Korkutucu ve aynı zamanda çekici bir eğilim. Hücreler bütün güçleriyle, dış etkenlere karşı koyar ve vücuda girmek isteyen yabancı unsurları dışarı atmaya çalışırken değişebileceğini, onların bu kör inadını yenebileceğini düşünmek, insan için ne kadar zordu. Değişmek, kendine yabancılaşmak demekti. Dişimdeki küçük bir oyuğun içine giren bir yemek artığına, dilim ne kadar şiddetle saldırıyor, o küçük oyuğa giremeyeceğini bildiği halde, bütün yumuşaklığıyla kendini katı duvarlara vuruyor. Barınamazsın o kovukta yabancı, diyor."

  • 4
  • 10
Saatleri Ayarlama Enstitüsü- Hayri İrdal
Saatleri Ayarlama Enstitüsü- Hayri İrdal

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 1961 yılında kitap olarak yayınlanan "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" başlıklı romanının anlatıcısı ve başkahramanıdır. Çocukluğu II. Abdülhamit döneminde geçen İrdal'ın hayatta en çok sevdiği şey saatlerdir. Diğer bir deyişle, İrdal'ın varlığı saatlerle özdeşleştirilir ve karakterin değişimi hayatına giren farklı saatlerle paralellik gösterir.

Hayatını Halit Ayarcı'dan önce ve sonra olarak ikiye ayıran İrdal, Halit Ayarcı ile tanışmadan önce ustası Muvakkit Nuri Efendi'nin yanında çalışan, kendi halinde biridir. O dönemlerde yine kendi halinde, uysal, anlayışlı bir kadın olan Emine ile evlenir. Üç çocukları olur. Emine'nin vefat etmesini izleyen günlerde Halit Ayarcı ile tanıştıktan sonra dönüşüm geçirir. Nuri Efendi'nin etkisi altındayken Doğu'yu ve geleneği temsil eden bir karakterken, Halit Ayarcı ile tanışmasıyla birlikte onun etkisi altına girer ve Batı'ya yakınlaşır. Yaşadığı bu ikilemi hiçbir zaman çözemeyen İrdal, hem Doğulu olmanın hem de Batılı olmaya çalışmanın ortaya çıkardığı bir üründür. Dolayısıyla İrdal'ın bireyin kendine ve topluma yabancılaşarak boşlukta yüzen modern bireylerin temsilcisi olduğu söylenebilir. İrdal, eserin ilerleyen bölümlerinde Ayarcı'nın önderliğinde kurulan Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün müdür yardımcılığını yapar. Eserde de bu enstitünün kuruluşundan dağıtılmasına kadar yaşanan süreci ayrıntılarıyla birlikte anlatır.

Roman boyunca İrdal, iki farklı kutbu temsil eden iki karakter arasında gidip gelir. Diğer bir deyişle, İrdal'ın hayatının özeti Muvakkit Nuri Efendi ve Halit Ayarcı karakterleri arasında savrulup durmasıdır ve yaşadığı çatışma bu karakterler bünyesinde daha derindir. İrdal bu savruluşu şu sözlerle ifade eder: "Nuri Efendi ve Halit Ayarcı… İşte benim hayat mekiğim bu iki kutup arasında dolaştı. Birisini çok gençken, insanlara ve hayata gözlerim henüz açıldığı sırada tanıdım. Öbürü her şeyden ümit kestiğim, hatta ömür defterimi tamamlanmış sandığım bir zamanda karşıma çıktı. Fakat bu ayrı meziyette, ayrı zihniyette insanlar bütün zaman ayrılıklarının üstünden hayatımda bir daha ayrılmamak şartıyla birleştiler. Ben onların bir muhassalasıyım" (Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s. 35).

  • 5
  • 10
Anayurt Oteli- Zebercet
Anayurt Oteli- Zebercet

Edebiyatına baktığımızda Ahmet Hamdi Tanpınar, Samuel Beckett, Albert Camus, Fyodor Dostoyevski etkilerini net olarak gördüğümüz Atılgan'ın Anayurt Oteli, 1963 yılında geçer ve 20 Ekim Pazar günü başlar, gün adları ile ilerler, 22 gün sonra 10 Kasım'da da sona erer.

Keçecizade ailesinin konağı 1923 yılında Anayurt Oteli'ne dönüştürülür. Annesi konağa besleme olarak gelen Zebercet de, tren istasyonuna yakın Anayurt Oteli' ne, babasının ardından yıllar sonra yetkili olur.

İlkokul mezunu, taşralı, para ile ilgili bir sıkıntısı olmayan, otelin dışında mağdur ama otelde tamamen farklı bir karakter olarak gördüğümüz Zebercet'in otelde bir kimliği vardır. Asıl konusu; kahraman ve kahraman karşısında toplumun iletişimsizliği olan Anayurt Oteli'nde okurla da iletişime geçmez Zebercet. Başkaları ile iletişim kurmaktansa ölümü tercih eden Zebercet'in asıl korkusu ölüm değil, başkaları ile iletişim kurmak ve onlar tarafından yargılanmaktır.

Mutlak yalnızlık, yalnızlıktan çıkma umudu ve hayal kırıklığı olmak üzere üç ana konuda ilerleyen Anayurt Oteli'nde, "Zebercet", "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın" ve "Otel" üç ana karakter olarak karşımıza çıkıyor.

Erken doğan Zebercet'in isminin konma anından başlayan hor görülme, çocukluğunda ve askerde yaşadıkları ile devam eder. Sonrasında "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın"la beraber umut dönemi başlar. Böylece rutinin dışına çıkar, "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın"ın düzgün iletişim kurması, teşekkür etmesi ile umuda kapılan Zebercet kendine yeni takım alır, bıyığını kestirir, ortalıkçı kadını uyandırmaz ve sigaraya başlar. "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın"ın otele geri dönme umudunun bittiği anda hayal kırıklığı döneminde farklı eylemlere yönelir, içkili mekana, sinemaya gider. Umut döneminde horlanma yaşamazken hayal kırıklığı döneminde tekrar horlanmalar başlar ve ortalıkçı kadını öldürmesi de o dönemde gerçekleşir.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN