Abdülhak Hamit Tarhan'ın yoksulluk mücadelesi
Parasızlık, geçim kaygısı herkes gibi şair ve yazarların da her daim gündeminde oldu. Bundan dolayı kimisi borç harç içinde hayat mücadelesi verirken kimisi de bir koruyucunun gölgesinde yaşamaya çalıştı. Hayatı boyunca sıkıntı ve sefaletle boğuşan Abdülhak Hamit, gerek müsrifliği gerekse bohem sayılabilecek hayatı ile ömrünün hemen hemen her safhasında para sıkıntısı çekmişti. Bu sıkıntısını gidermek için birçok kapıyı çalmış, yardım istemişti. Abdülhak Hamit, devlet tarafından korunmuş dolgun maaşlarla terfi ettirilmiş olmasına rağmen borçları ara sıra kurumlar ve kişiler tarafından ödendi. Bazen de çevresinin talebi ile devletten yardım gördü. Gerek kendisinin gerekse çevresinin onun adına yardım talepleri neredeyse vefatına kadar devam etmiştir.
Mehmet Rauf, parasızlık yüzünden sıkıntılara duçar olan yazarların sefalet içinde öldüğünü yazdı:
"Süleyman Nazif bir iki sene evvel kara kışta, evinde sobasını yakamadığı için hasta yatağında yorganına sarılı olduğu hâlde ölmedi mi? (…)Yalnız bu (…) misal memleket edebiyatçılarının sürdüğü feci hayata beliğ birer ispat değil midir? Edebiyat ha… Bu, bilhassa son senelerde bütün bir sefalet olmuştur."
Peyami Safa da bir yazısında sanatkârın çektiği sıkıntılar için şunları yazmıştır:
"Aç sanatkârlar tarihte büyük bir kâfiledirler. Sıska vücutlarının kemikten gölgelerini saltanat arabalarının ve otomobillerin tekerlekleri altında kalmaktan kurtararak, eski devirlerden zamanımıza kadar sürüyüp getiren bu hazin kafile kimlerdir? Onları nesilden nesile taşıyan ve yanı başımıza kadar getiren hangi mefkûredir?"
Hatta öyle ki ona göre açlıktan ölen sanatkâr bile vardır:
"Geçenlerde bir Fransız şairi, Tancre De Martel, açlıktan öldü: Başının ucunda bir mum, boş bir ilâç şişesi, perdeler inik ve yanı başında hiç kimse, bir su vereni bile olmadan öldü. Öldükten sonra da onun gözlerini kapayan ve ağzını bağlayan olmamış. Cenazesinde hazır bulunanlar da birkaç şairden ibaret. O, gençlik şiirlerinden birinde bu akıbeti duymuş ve bir mısraında demiş ki: "Benim cenazemi altı şair kaldıracaktır."
2 Ocak 1852'de Bebek'te bir konakta doğan Abdülhak Hamit hayatta iken, "Dahi-i Azam, Şair-i Azam" gibi farklı sıfatlarla anıldı. Bu sıfatlar onun şair kimliğinin yanında dehasına da atfedilmişti. Kendisi bu sıfatlara ait bir soruya şu cevabı vermişti:
"Dehanıza karşı ilk umumî takdir hisleri başladığı zaman neler hissettiniz?' (…) 'Aman efendim!' dedi, 'Benim dâhiliğim falan yoktur. Bu sözleri çıkaran Süleyman Nazif'tir."
Dönemin birçok yazarı onun dehasının takipçisi olmuş, dehasını takdir etmiş, sesindeki dehaya hayranlığını ifade etmişti. Onun dehasını bilimsel verilerle ispatlamak gayesi güden Dr. Şevket Aziz Kansu da "Hamit'in Antropolojik Tetkiki" başlıklı yazısında, bütün medenî dünyada büyük adamların manevî şahsiyetleri ile birlikte uzvî şahsiyetlerinin de tespit ve tetkik olunduğunu belirtmiştir.