Edip Cansever'in hayatındaki en önemli olay
Açık kumral saçlı, zayıf mı zayıf, kaburga kemikleri sayılabilen küçük bir çocuktu Edip. Babasının küçülmüş çoraplarını giymiş, ortaokulda dergide yayınlanan bir şiirinden sonra şair olmuştu. Dedesinden kalan Kapalıçarşı'daki antika dükkanında otuz yıl esnaflık yaptı. İşte o küçük dükkanda da şiirden kopmadı. Edip Cansever, Tanpınar'la nasıl tanıştı? Cansever'in edebiyata ilgisi ne zaman başladı? Hayatındaki en önemli olay neydi? Kimleri okurdu, kendisini hangi şairle özdeşleştirirdi? Şiirlerini nasıl yazardı? Can Yücel ve Turgut Uyar ile hangi oyunu oynardı? İşte, bilinmeyenleriyle, edebiyat dünyasındaki kural tanımaz esnaf şairimiz…
Önceki Resimler için Tıklayınız
Edip Cansever'in çocukluk yıllarının geçtiği Saraçhanebaşı'nda, Nigar Hanım adında ve evinde birçok kedi besleyen bir komşuları vardır. Nigar Hanım eşi ve iki erkek kardeşiyle yaşar. Kardeşlerden biri sonradan Cansever'in Kumkapı Ortaokulu'nda velisi olan Kenan Tanpınar, öteki de Ahmet Hamdi Tanpınar'dır. Küçük Edip'in unutamadığı bir şey komşu evin odalarından birinin kitaplarla dolu olmasıdır. Cansever'in Ahmet Hamdi'yle tanışıklığı bu komşuluktandır.
"Bitişiğimizde Nigâr Hanım oturuyor kocasıyla ve kardeşi Kenan Beyle. Nigâr Hanım, A. Hamdi Tanpınar'ın kız kardeşi. Tanpınar da orda oturuyor ama her zaman değil sanıyorum. Belki de yolculuklara filân çıkıyor arada. Bahçelerinde bir erik ağacı var. Mevsimi gelince ara yerdeki duvara çıkıp erik yoluyor ve bahçemize atıyorum."
Tanpınar 1940'lı yıllarda, bir çeşit pansiyon olan Narmanlı Yurdu'nda kalmaktadır. "Bir gün … Evet, bir gün Tanpınar şiirlerimi görmek istiyor. 17-18 yaşlarımdayım. Tünel'deki Narmanlı Yurdu'na gidiyorum. Bana kocaman bir çay fincanıyla kahve sunuyor. Gene kocaman masasına oturup gözlüğünü taktıktan sonra, hiçbir bıkma belirtisi göstermeden bütün şiirlerimi okuyor. Okuması bittikten sonra başını kaldırıp (iyice aklımda) ilk cümlesini söylüyor: 'Bu şiirler çok güzel, hepsi de güzel. Ama hiçbiri şiir değil!' Tabii bu yargı iyiden iyiye yadırgatıyor beni, yine de anlamış görünerek çıkıyorum dışarı."
Cansever oradan ayrılmadan önce Tanpınar şiirle ilgili başka sorular sorar, ortaya birçok resim serer, resme nasıl bakılması gerektiğini anlatır, Cansever'e resme önem vermesini söyler. Valery'den, müzikten söz eder. Ahmet Hamdi'nin pansiyonundan çıkan Cansever hemen oradaki Haşet Kitabevi'ne gider. "Bir sürü resim aldım, Valery'nin Melange'ını aldım."
Fransızca çalışmaya başlar. Bir gün Fransızca öğretmenine Valery okumayı ve çevirmeyi önerir. Ama öğretmen bir türlü çeviremez Valery'yi. "Hoca çeviremezse ben nasıl çevirirdim ilerde?" deyip bu işten vazgeçer. "O zamanlar nasıl anlayabilirdim ki, bizim hoca şiirceyi bilmiyor asıl."
Cansever "güzel ama şiir değil" sözüne mim koyar. Bir anlamda da bozguna uğramıştır. Ama genç yaşına rağmen, Ahmet Hamdi'yi yerli yerine koymasını da bilir. "Şu kadarını eklemek isterim ki, sonraları kitaplarını okumam bir yana, Türkiye'nin en kültürlü sanatçılarından biriyle karşılaştığımı daha o gün anlıyorum."
"Babam ve annem Çankırı'nın Atkaracalar köyünde doğmuşlar. İkinci Dünya Savaşında havacı çavuş yapmışlar babamı. Görevi İstanbul'da. Becerikli adammış ki, çarşıda –Kapalıçarşı'da– bir şeyler alıp satmaya başlamış. Sonra Uzunköprü'de Keşan'da, daha başka yerlerde panayırlara, sergilere katılmış. Sonra dedemle ortak olarak bir dükkân tutup işletmeye başlamışlar. Daha sonra dedemden ayrılıp bir başına sürdürmüş işini."
"Okul tatil olunca, babam iş öğrenmem için dükkâna götürmeye başladı beni. Dayaktan daha fena geldi bu bana. Sıkıldım ve nefret ettim. Para kazanmaya başlayıncaya kadar sürdü bu nefret, sonra sonra alıştım. Üstüne üstlük, akşamları eve ne taşıyacaksak bir kısmını da ben yüklenirim, tramvay masrafı olmasın diye, yürüye yürüye Kapalıçarşı'dan eve dönerdik. Kaburgaları sayılan gövdem için oldukça ağır bir işti bu da."
"Okul bitiyor. Yakın arkadaşlarım Yüksek Ticaret'e kaydoluyorlar. Ben de onlarla birlikte tabiî. Biraz da babamın isteği baskın çıkıyor. Bir yandan da anahtarları tutuşturuyor elime, dükkânın anahtarlarını. Düşünüyorum, ne olacak sanki Yüksek Ticaret'i bitirip de, deyip okulu terk ediyorum."
Edip Cansever, 30 yıl Kapalıçarşı'da çalıştı; ilk dükkânı Cevahir Bedesteninde, ikincisi Sandal Bedestenindeydi. Cansever: "İkinci dükkânım, Sandal Bedesteni denen, Fâtih zamanına ait yapının hemen ağzındaydı. 30 yıllık (iş) yaşamımın çoğu burada geçti."
Şiir dışındaki işini; "Yıllar önce insanların güzel diye yaptıklarını, o güzellik karşısında şaşıran, gülen, sevinen insanlara satıyorum." diye tanımlasa da, bu ticaret işini hiç sevmemiştir şair. Kapalıçarşı'yı "Sınıf ayrımının en belirgin, en somut olarak görülebildiği bir küçük ülkeydi orası, herhangi bir eşyaya sadece para değerini düşünerek bakan koleksiyoncuların o kendisine özgü jestlerini, mimiklerini izlemeliydiniz. Ne güzel senaryolar çıkardı kim bilir." diye anlatır.