Arama

Prof. Uğur Derman
Mart 18, 2022
Türk hat san’atının Mısır’da hayranlık uyandıran bir nümûnesi
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Osmanlı devrinde ilgi ve sevgiyle baş tâcı edilen hat san'atı, bünyesi içinde tekâmül göstererek yüzyıllar boyunca benliğini korumuş, tesiri de devletin geniş topraklarına yayılmıştır. Ancak, İstanbul'dan uzaklaşıldığı nisbette bunun azaldığı da bir gerçektir. Meğer ki, aynı zamanda hüsn-i hatla da uğraşan bir devlet adamı uzak bir beldeye memuriyetle tâyîn edilmiş olsun.

Bugün artık yeni devletlerin yer aldığı Osmanlı topraklarındaki hüsn-i hat eserlerinin pek çoğu yok edildiği için, bunlar üstünde durmayacağız. Ancak Cumhuriyet devrinde ayrı bir ülke durumundaki Mısır'ın başşehri Kāhire'de yaptırılan Prens Mehmed Ali Mescidi'ne Hacı Kâmil Akdik (1861-1941) ve Hulûsi Yazgan (1869-1940) tarafından yazılan celî câmi yazıları Türk hat san'atının 1930'lu yıllardaki iftihar kaynağı olarak hâlâ hayranlık uyandırmaktadır.

Hıdiv ailesinden Prens Mehmed Ali Tevfik Paşa (Resim 1, 1875-1955), 1930'lu yılların sonunda Kāhire'de kendisi için bir kasr yaptırmak üzere Nil nehri üstündeki Ravza adasını sâhile bağlatır ve buraya "Nil mekânı" mânâsına Menyel ismi verilir. Prens, Menyel kasrının bahçe girişinin sağına bir de mescid yaptırırken, bunun hatlarını da Reîsü'l-Hattâtîn Kâmil Efendi'ye yazdırmağa karar verir. Hattatımız, Prens'in davetiyle 1933 yılında İstanbul'dan Kāhire'ye gider ve aylarca ikāmet ederek mescid için gerekli yazıların büyük bir kısmını bu şehirde tamamlar. Kāhire'de misafir bulunduğu ayları tesbit edemedim; ancak yazılarının altındaki tarihin 1352 hicrî yılı oluşu, buna karşılık gelen milâdî zaman dilimini bize 26.4.1933-15.4.1934 olarak göstermektedir. Ahşaba, taşa ve mermere oyulmuş olan hüsn-i hat eserlerinin Kāhire'de hâkk edildiği, kapı yanındaki kitâbede geçen ifâdeden anlaşılmakdadır (Resim 2). Ancak yazıların bir kısmı sâir tezyinatla birlikde çini üzerine nakş olunacağı için, bunların İstanbul'da yazılması çinilerin de muhtemelen Kütahya'da îmâli gerekmiştir. Hepsi hazırlanıp yollandıkdan sonra, mescid 1935'de tamamlanmış olur. Mescid'in dışında Kâmil Efendi hattıyla yazılmış olan celî sülüs Arabça kitâbede Mehmed Ali Paşa'nın başka ülkelerde görmüş olduğu mescidlerin ilhâmıyla kendisi için yapdırdığı mâbedin, günahlarının affına vesîle olmasına duâ edilmekdedir (Resim 3).

Son Hattatlar'ın müellifi İbnülemin Mahmud Kemal Bey, 1936 Mart ayı sonlarında Hacc'a giderken Kāhire'ye uğradığını, Prens Mehmed Ali Tevfik Paşa'nın kendisine bu mescidi ve yazılarını gösterdiğini kitabında kayd ediyor (s.171). Onun ifadesine göre Paşa, İstanbul'dan gönderilen birkaç mektubda, bu yazıları Kâmil Efendi'nin yazmadığının; şuradan, buradan ve kalıblardan nakledildiğinin belirtilmesi üzerine canı sıkılıp, yazdırma ücretinin henüz ödemediği kısmını göndermekden vazgeçdiğini söylemiş. İbnülemin de Kâmil Efendi'nin cidden kâmil bir hattat olduğunu, bu hezeyanlara kulak vermeyip onun geriye kalan hakkının da ödenmesini taleb edince, Paşa bu beyân üzerine paranın hemen gönderilmesini emretmiş. İbnülemin'in Hac dönüşünde İstanbul'da karşılaştıklarında, Kâmil Efendi, onun kendisini gıyabında böyle müdafaa edişine teşekkür etmiş.

Şimdi bu mescidin ve içindeki yazıların tanıtımına geçelim: Binâ mîmârîsi Arab tarzındadır. Kâmil Efendi'nin yazıları ve çini tezyînatı, buraya Osmanlı-Türk zevkıni de katmış olmakla beraber, inşâ tarzının Kāhire'deki Osmanlı devri câmi mimârisiyle bir ilgisi yoktur. Belki Paşa'nın arzûsuyla, belki de her iki tarz arasında bir köprü oluşturmak için, Kâmil Efendi Türk üslubundaki celî sülüs yazılarının arasına zaman zaman kûfî hattını da yerleştirmiştir. Hele, bir "tâk-kapı" heybeti taşıyan mescid kapısı, tamamen kûfî yazılarına tahsîs edilmiştir. Çiniler (Resim 4) dışında mihrâb (Resim 5) ve minber (Resim 6) gibi yerlerde kullanılan tezyînât türkî olmayıp, arabesk tarzdadır ve kitâbeden (Resim 2) anlaşıldığına göre bunlar Muhammed İbrâhim'in işidir, sâir yazıları da ahşaba hâkk eden, bu ustadır. Binâ dış cephesinin üst kısmına, Kur'ân-ı Kerîm'in 48. sûresi (Feth), yer elverdiğince kuşak hâlinde, taşa celî sülüsle kabartma olarak hâkk edilmişdir (Resim 7). Kapı yanındaki kitâbeden (Resim 2), bunun Muhammed Afîfî Nahhat tarafindan işlendiği anlaşılıyor. Mescidin içinde, yine Feth sûresinin ilk on bir âyeti tavana yakın bir irtifâda mihrabın solundan başlayıp, ekseriyâ devamlı, iktizâ etdiğinde de paftalı kuşak hâlinde dört duvarı dolanarak (Resim 4) mihrâbın sağında sona eriyor. Aşırı tezyînatlı mihrâbın (Resim 5) en üstünde, Kur'ân-ı Kerîm'den Hacc (22.) sûresinin 77. âyeti, bunun altına yarım mekik biçiminde Âyetü'l-Kürsî (2.Bakara, 255) getirilmiş; daha aşağıda çiniye nakş olunan İhlas (112.) sûresi görülmektedir, hepsi de celî sülüsledir. Mescid kapısının iç tarafında da Cin (72.) sûresinin 18. âyeti yer almaktadır (Resim 4). Mescid'in içindeki çini duvarlara asılmış, yine çinilerden, levha hâlinde hazırlanıp çerçevelenen yazılar da mevcuddur (Resim 4, 11). Bu çini levhalar müsennâ celî sülüsle olup, yerine göre, aralarına kûfî hatlar da yerleştirilmişdir; görünüşü îtibâriyle Bursa Ulu Câmii'deki pâye üstü yazılarını hatırlatmaktadır. Mescid'de bulunan birçok esmâ-i hüsnâ levhaları (Resim 11) ve çiniye menkuş Fatiha sûresi de Kâmil Efendi'nin celî sülüsü iledir.,

Yukarıdan beri anlatıldığı üzere, Kâmil Akdik'in Menyel Mescidi'ndeki yazılarının ağırlığı celî sülüsde, daha sınırlı olarak da kûfîdedir. Lâkin mescidin arka safında kāmet ve iç ezanı okunmak, ayrıca Kur'ân-ı Kerîm tilâvet edilmek üzere hazırlanmış küçük mahfilin girişi dışındaki üç tarafına Kâmil Efendi, mütehassısı olduğu celî dîvânî hattıyla Kur'ân-ı Kerîm'deki A'râf (7.) sûresinin 204. ve 205. âyetlerini pek câzib bir şekilde yazmıştır (Resim 8). Aslında bu hat nev'i sadece Divân-ı Hümâyûn'a mahsus olmakla, hâriçde kullanılamaz. Ancak, Osmanlı saltanatının lağvından sonra Kâmil Akdik ve İsmail Hakkı Altunbezer (1873-1946) gibi celî dîvânî üstâdları, taleb geldiğinde bu yazıyla da celî boyda eser vermişlerdir. Muhammed İbrâhim Usta'nın ahşab oyguyla hazırladığı anılan yazı da, bu cümleden olmalıdır.

Prens Mehmed Ali Tevfik Paşa topladığı sayısız eseri de kasrın yanında ayrıca binâ etdirdiği Menyel Müzesi'nde sergilemeye karar verdiğinde, bunlar arasında büyük yekûn tutan Osmanlı hat örneklerinin tasnîfi ve teşhîri çalışmaları için Kâmil Akdik'i ve İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ı 1940 yılı başından îtibaren 40 gün Kāhire'de ağırlamıştır. 1914'de Süleymaniye'de kurulmuş olan Evkāf-ı İslâmiye (sonradan Türk ve İslam Eserleri) Müzesi'nin tertîbini hatırlatır şekilde, vitrin ve duvarlara yerleştirilen mushaf, en'âm, delâil, kıt'a, murakkaa ve levhalar, ziyaretçilerine Türk hat san'atının mertebesini isbâta bugün de devâm etmektedir (Resim 10).

Menyel Mescidi'nde, Türkiye de dâhil hiçbir İslam ülkesinde yazılmış örneğine rastlamadığımız, birbirinin devamı iki hat levhası vardır. Tekerrürleriyle boyu haylı uzayan satır hâlindeki bu yazı, Ezân-ı Muhammedî'nin farz namazı öncesi okunan ve "kāmet" denilen şeklidir. Büyük ta'lîk üstâdı Hulûsi Yazgan'ın (Resim 12) bu celî ta'lîk levhası iki müsâvi parça hâlinde tasarlanmış ve kalıbından ahşab üzerine kabartma şekilde hazırlanmış; sonra da zemin neftî renge boyanıp, harfler varak altınla kaplanmıştır. Mescide girildiğinde sol tarafda, tepe pencerelerinin hemen aşağısındaki müzeyyen çinilerin başlama seviyesine, her ikisi de altın varaklı çerçeve içinde asılmışdır. Levhadaki tarihin 1350/1932 olduğuna bakılırsa, tahsîsen burası için yazılmadığı düşünülebilir. Zaten Mescid'in kapı yanındaki kitâbesinde (Resim 2) hattat olarak sâdece Kâmil Efendi'nin adı zikredilmektedir. Şu hâle göre, Ezân-ı Muhammedî'nin kāmet şekli, bir mescid için pek mânâlı bulunduğu cihetle -belki istek üzerine- Kāhire'ye bir vesîleyle gönderilmiş bulunan bu latîf eserin kalıbından, ustası eliyle ahşaba işlenip buraya asılmış olmalıdır.

Yine Cumhuriyet devrinde Kāhire'de Tahsînü'l-Hutût Medresesi'nde on yıl hüsn-i hat öğreten Aziz (Aktuğ, 1870-1934) Efendi'yi ve Bağdad Güzel San'atlar Enstitüsü'nde aynı maksadla 1955-1959 yılları arasında bulunan Mâcid (Ayral, 1891-1961) Bey'i de burada rahmetle anmadan geçemeyeceğim; ancak bu iki hat üstâdının çalışmaları ayrıca anlatılmağa lâyık olduğu için, burada bahse konu edilmemiştir.

Cumhuriyet'in kuruluşundan on yıl sonra, bir san'at büyükelçisi vekārıyla Kāhire'ye gidip yerleşen hüsn-i hat örneklerimizi, bu yazıda yeterince tanıtabildiğimi sanıyorum.

Prof. Uğur Derman


Resim 1


Resim 2


Resim 3


Resim 4


Resim 5


Resim 6


Resim 7


Resim 8


Resim 9


Resim 10


Resim 11


Resim 12

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN