Arama

Nurullah Genç
Temmuz 4, 2017
Sorulardan Ev Yaptım

Derûnî bir âleme girmedikçe, ünlemini hep koruyan sorular vardır. Kafa karıştırırlar ve yıpratırlar insanı. Soruların kısır döngüsü benzemez hiçbir şeye. Sorular, sorulduklarında cevapsız kalıyorlarsa, soranın, tâcını tahtını terkeden İbrahim Ethem'e veya Robin Sharma'nın ondan ilhamla yazmış olabileceğini hep düşündüğüm Ferrarisini Satan Bilge'ye benzemesi mümkün müdür? Ya da soran ve cevap alamayan, Necip Fazıl Kısakürek'in Çile şiirinde ilmek ilmek işlediği girdaplardan kurtulup sonsuz aydınlığın ferahlığına kavuşabilir mi?

Sorular yakıcıdır. Nemrut'ça sorulduklarında ateşin içinde Hz. İbrahim'e gül olurlar. Nemrut hüsrandadır. İbrahim'ce sorulduklarında yıldız olurlar, ay ve güneş olurlar lakin tatmin etmezler Halilullah'ı ve sonsuzluğun sahibine yönelirler. Ebucehil'ce sorulduklarında ise, Arif Nihat Asya'nın dediği gibi, kıtalar bile dolaşsalar, her sorunun göğsüne bir mızrağın saplanacağı günü bekler sorular.

Ancak kalbin titreşimleriyle sorulanlar, gönülden akıp geliyorlarsa, iyi niyet hamuruyla yoğrulmuşlarsa, Hazreti Muhammed'den Hazreti Âdem'e ulaşan Nûr'un toprağında çiçek çiçek yeşerecektir hayat. Çünkü onu yeşerten en temel unsur samimiyettir. Ey samimiyetle ve iyi niyetle sorular sorup iz sürmeye çalışanların kızgın çölleri, sarp yamaçları, derin uçurumları geçip sadece baharı olan bir ülkeye ulaşmalarını sağlayan Rabbim! Soruların cehenneminden ve azâbından koru; soruların cennetine ve nimetine ulaştır.

Sorulara böyle yaklaşmamızın temel nedeni, aklımızın sorularla, bizim de aklımızla imtihanda olmamızdır. Sorularla imtihandadır akıl. Akılla imtihandadır insan. Soru sormayan akıl iz süremez. Doğru soru sormayan akıl ise, müstahkem bir mevkiye ulaşamaz. Akıl nimetinden yoksun canlıların soru soramamaları, inanış açısından sabit ve irdeleyemeyen bir konumda bulunmaları ve yaratılışla ilgili meselelerinin olmamasından kaynaklanır. Onlar her şeyin tabii ve itiraza meydan vermeyecek kadar ilâhî olduğunu o kadar güzel ifade ederler ki beden dilleriyle, soru sormaya gerek kalmaz.

Problemli olan varlık insandır. Problemi bazen o kadar büyür ki, aklını devre dışı bırakabilecek sarsıntılarla karşı karşıya kalabilir. Oysa diğer canlıları bir görebilse. Deveyi bir anlayabilse mesela. Ya da karlar üzerinde sekip duran beyaz tavşanı!...

Var eden, akılla donattığı tek yaratılmış olan insana sorular sorar. "Devenin nasıl yaratıldığına bakmıyorlar mı?" der mesela. Deve bundan habersizdir ve mutmaindir. İnsan ise, eğer Yaratanın sorusu dolayısıyla içini rahatlatan bir cevaba nâil olmamışsa, hüsrandadır. İnsan iz peşinde yürüyüp durur ve sorular sorar. O neden öyle, bu neden böyle deyip durur bir kum saatinin tanelerinde. Taneler biter, akışı sona erer saatin ve sorular biter. Geride kalanların soruları vardır şimdi: Ne idi, ne oldu, nereye gitti?!

Var edenin, yeryüzünde yaşadıklarını müşahade ettiğimiz canlılar içinde sorulardan haberdar kıldığı tek varlık insandır.

Neden?

Böyle bir durum rastlantıya dayalı olabilir mi?akıl sahibi olmak ve sorabilmek ya da muhatabı olmak bir sorunun… Bu nasıl bir rasgeleliktir!

İnsan dene akıl sahibidir ve neden akıldan mahrumdur diğer canlılar? Aklı olsaydı sineğin, insanlığın hali nice olurdu! Akıllı olsaydı yılan, akıllı olsaydı köstebekler, akıllı olsaydı mikroplar!

Büyük ve kusursuz bir dengeden başkası olmayan bu duruma yönelik her soru, her şeyi bir denge üzerine yarattığını beyan eden Allah'ı çağrıştırmıyorsa, sorular hüsrandadır! Ve işte ünlemini hep koruyan sorular bu sorulardır.

Yetenek ve akıl, soru meselesi çözümlenince bütünleşen iki içiçe kelimeye dönüşür. Akıl olmayınca insani yetenekler anlam ifade etmez. Diger canlıların ise akıl gerektirmeyen yetenekleri vardır zaten. Ve sorar akıl: insanın yetenekleri neden akıl gerektirmektedir?! Bir diğer deyişle, yeryüzünde yaşayan diğer canlı varlıklar akla sahip olmadıkları halde, farklı farklı pek çok yetenekleri nasıl sergileyebiliyorlar? Aklî fonksiyonlarını kullanamayan insan neden yeteneklerini de kullanamaz hale geliyor peki? Ve neden insanlar arasında yetenekler eşit bir şekilde dağıtılmamıştır? Neden birisi iyi bir ressamdır da, ben değilim! Musıkî ile dinlemenin dışında meşgul olmaya neden gücüm yetmiyor? Neden herkes şair değil? Neden mimar olamıyor tüm insanlar? Dede Efendi'nin en yakın arkadaşı kimdi ve ben neden onu tanımıyorum. O gariban neden falanca efendi olarak anılmıyor bu gün? Da Vinci'nin babası, neden sadece O'nun babası olduğu için özgeçmişinde yer alabilmektedir? Babasının yeteneklerinden bu güne ulaşan bir eser var mıdır bilmiyorum.

Aklı olan insanlarda yetenekler neden farklı farklıdır ve eşit dağıtılmamıştır? Aklı olmayan herhangi bir tür canlı varlığın tüm bireylerinde yetenekler hep neden aynıdır ve aynı düzeydedir?

Sorular, sorular, sorular!

Sorular bir hayli fazla ve akıl dediğimiz şey her zaman akîl olup tüm bu sorulara cevap verme ve tatmin olma derecesine ulaşamıyor. Huzursuzdur akıl ve acı çekiyor. Bu nedenle olup bitenlerin açıklanmasına ihtiyacı var. Bunu da ancak, tüm akılları var eden ve onları zayıf bırakan, cüz-i bırakan Küllî İrade ve sonsuz bilgi sahibi gerçekleştirebilir. Aksini düşünmek veya kabul etmek, sorulardan yapılan evin, yapanın başına çökmesi anlamına gelir. Asıl zelzele işte budur!

Ben!.

Bilme yeteneğimi de, diğer yeteneklerimi de, başka insanlara göre farklı bir seviyede bana veren ve beni böyle yaratan Rabb'den almış bir varlığım.

Darlığım da bundan, zorluğum da.

Ve benim şiirim bu nedenle, darlığımın ve zorluğumun ortasından her defasında beni var edene doğru yükselen bir sürgün çığlığından başkası değildir…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN