Toprak ve Ateş

Toprağın ateşle imtihanıdır!
Toprak ve ateş: Medeniyetin iki kutbu, iki ayırt edici hülâsası, iki fenomeni. Hudut kavramından yola çıkarak bir tasnif yapılacaksa, toprak ve ateş yeter. Toprağın bereketini unutup alevlerin içinde yitiğini arayan insan, toprağın kalbine sığınıp emânetini korumaya çalışan insanla imtihandadır bu gün.

Gökyüzünün öğrencisi olmadıkça, yeryüzünün öğretmeni olamazsınız diyen rahmetli Aliya İzzetbegoviç' in de işaret ettiği gibi, medeniyet ve kültürün başladığı yer, Allah'ın meleklerden saymasını istediğinde onların sayamadıkları ve neticesinde kendisine öğretildiği için şeylerin isimlerini sayan Hazreti Âdem'e secde ile emr olundukları büyük hâdisedir. İşte o hâdisenin en çarpıcı yanı, İblis'in, kendisinin hiçbir takdiri olmadığı halde ateşten yaratıldığını ve üstün olduğunu ileri sürerek, topraktan yaratılana, yani ilk insan ve ilk Peygamber Âdem'e secde etmeme düşüncesiyle açtığı isyan bayrağıdır. Bu nedenle medeniyet ve kültür, teslimiyet ve isyanla, irfan ve saf akla dayalı bir kültürle başlamıştır. Cemil Meriç'in de ifade ettiği gibi, başlangıçtaki zıtlık nedeniyle irfan, bize ait olanı izah etmede daha kuşatıcıdır. Melekler ve Hazreti Âdem'in teslimiyetleri ve Allah'a kulluktan ve adâletten uzaklaşmamalarına karşılık, Şeytan'ın isyanı ve adâlete değil üstünlük iddiasına dayanan bir karşı medeniyet ve kültürün tohumlarını insanlığın zaafiyet rahmine bırakması! İşte o büyük hâdise, sonraki tarih boyunca hep iki düşüncenin, Hak ve Batıl'ın ve onların sembolleri durumundaki toprakla ateşin mücadelesinin temelini meydana getirmiştir. Bu temel aynı zamanda, insanlığı ilgilendiren kuralları yaratandan mı, yoksa insanın kendisinden mi almak gerekir sorusu ve mücadelesinin de başlangıcıdır. Kendince üstünlüğünün kuralını koyan Şeytan, bütün insanlığı ilgilendiren hususlarda kendi kuralını koymaya çalışan insan prototipinin de yolunu açmıştır.

Toprak ve ateş yüzyıllar içinde her iki medeniyet ve kültür anlayışının bütün hususiyetlerini belirlemiş iki en önemli ilgi alanını meydana getirir. Öyle ki, Hazreti İbrahim'in Nemrut tarafından ateşe atılması hadisesinde bu durumun en çarpıcı misaliyle karşılaşırız. Dolayısıyla Hazreti Âdem'in ve onunla yeryüzüne inen hak inancı ve düşünceyi izleyenlerin toprak medeniyetinin ve irfanın; Şeytan ve ona tabi olanların ise ateş medeniyetinin, saf akla veya tahrife dayalı bir kültürün insanları olarak Hak ve Batıl mücadelesi içerisinde yerlerini aldıkları ayan beyan ortadadır. Bu durum yüzyıllar boyunca her iki insanlık kutbunun kavramlarını, sanatını, folklorunu, inanışlarını, düşünce eksenlerini, fikri temayüllerini, kutsallık algılarını; beden, ruh ve kalbe izdüşüren istek ve arzularını, hayallerini ve rüyalarını derinden etkilemiştir. Söz konusu etki bu günün dünyasında, özellikle iletişimdeki baş döndürücü gelişmeler dolayısıyla çok büyük bir ivme kazanmıştır. Her iki medeniyet anlayışı da, iletişim vasıtalarını en iyi şekilde kullanarak işaret ettiğimiz etkiyi hakim kılma çabası içindedirler. Okunmakta olunan yazı dahi, bu çabanın ürününden başka bir şey değildir.

Toprak medeniyeti ve kültürü teslimiyet ve tevazu mihengiyle hareket eder. Çünkü büyüklük ancak hakimler hakimi olan Allah'ın şanıyla ezeli ve bâkidir ve ezanda en güzel manasını bulur. Ateş medeniyeti ise, isyan ve büyüklenmeyi, üstünlük taslamayı temsil eder ki, bu da ancak kendisinin belirlemediği veya tercih etmediği ateşten yaratılmış olmayı üstünlük sebebi kabul edip ona göre hareket eden şeytanın sıfatından zuhur etmiştir. Garip olan durum, Şeytan'ın ateşten yaratılmasının kendisinin herhangi bir dahliyle ilişkisi olmadığı halde, bunu sanki kendisi var etmiş ve ortaya koymuş gibi kabul edip üstünlük vesilesi olarak öne çıkarabilmesinden ziyade, topraktan yaratılan insanın buna alet olmasıdır. Aslında son derece komik bir halden ibaret olan bu hâlin, Şeytan tarafından insanlığın yoldan çıkarılması için en etkili tercih alanına dönüştürüldüğü de açıktır.

İnsanın tercih alanında olmayan hususları öne çıkararak üstünlük taslamasının arkasında Şeytan'ın ifade ettiğimiz isyanı vardır. Bu nedenledir ki, yaratılanın üstünlüğünden değil, yaratandan korkmanın derecelerini üstünlüğün dereceleri olarak kabul eden anlayışın ilahi ve sahih olduğu çarpıcı bir şekilde belirginleşmektedir. İnsanların, ırk, dil, renk veya kendi seçimlerine bağlı olmayan özelliklerini öne çıkararak farklılaşma çabası içine girmeleri maalesef açılan o ilk isyan bayrağının gönderine hizmet etmektedir. Özellikle ırk temeline dayalı üstünlük anlayışının yüzyıllardır insanlığa nasıl pahalıya mal olduğu, Alman ırkının üstünlüğünü savunan Hitler'in mantığı iyi anlaşılarak, İkince Dünya Savaşından geriye doğru gidildikçe ürpertici bir şekilde ortaya çıkacaktır. Ya da 1940 lara kadar ABD'de otobüslerin ön kısmına oturamayan ve beyazlardan aşağıda sayıldıkları için yüzlerce yıl onların üstünlüklerinin köleleri haline getirilen siyahların durumu da buna çarpıcı bir misaldir.

Afrika'daki insanın toprağından başka bir şeyi yokken, üstünlük iddiasındaki bir medeniyetin insanları oraya ateş götürmüşler ve özellikle siyahlara ait ne varsa ateşin merhametine terketmişlerdir! Kevin Carter'ın 1990'lı yıllarda Sudan'da çektiği, ölmek üzere olan çocuk ve akbaba fotoğrafının arkasında bu terkedişin kavrulmuş Afrikası vardır. Pulitzer Ödülü kazandıran bu fotoğraftan yola çıkarak kendisine sorulan "O çocuğa ne oldu biliyor musunuz?" sorusuna cevap veremediği için insani yanı devreye giren ve intihar eden Carter dahi ateşin kurbanlarından başka birisi değildir. Aynı durum Amerika yerlileri için de geçerlidir. Jeremy İrons ve Robert De Niro'nun baş rollerini paylaştıkları Misyoner filmi izlendiği zaman, ne demek istediğimiz daha kolay anlışalacaktır. Amerika'lı yerlileri köleleştiren ateş medeniyeti ve kültürü insanlarının, direnenleri, içlerinde merhamete gelip onlara yardım etmeye kalkışan ama aslında kendilerine mensup birileri dahi bulunsa ateşle nasıl yok ettikleri çok manidar bir şekilde, yine o medeniyetin insanları tarafından anlatılmaktadır. Benzer bir fotoğrafı haçlıların binlerce insanın evlerini yakıp yıkarak, onları kılıçtan geçirip günlerce sokaklarında kan akmasına neden oldukları Kudüsün ele geçirilmesi trajedisinde de görürüz. Oysa bu mübarek şehri onlardan geri alan Selahaddin Eyyubi, tek kişinin kanını akıtmadan ve onlara ait hiçbir şeyi yakıp yıkmadan, tamanını serbest bırakarak ateşin yakıcılığına karşı toprağın ateşi söndüren karakterini ve bereketini ortaya koyabilmiştir. Çünkü Selahaddin Eyyubi'nin rehberi Hazreti Peygamberdir ve O'nun Mekke'yi fethettiğinde, kendisine ve ashabına yıllarca işkence edenlere nasıl bir tavır sergilediği müslümanların mâlumudur. Bu hakikati yine vicdan sahibi bazı batılıların Cennetin Krallığı filminde nasıl anlattıklarını da elbette ki iyi hatırlıyoruz. Bütün bunlardan sonra, günümüzde mazlum coğrafyalara ateşiyle giden ve oralarda milyonlarca müslümanın ve mazlumun ölümüne sebep olup onları toprağa gömenlerin de aynı batıl ve Şeytanî üstünlük anlayışının koruyucuları olduğunu söylemeye bile gerek yok sanıyorum.

Hasılı kelâm, son yüzyılın en etkili dünya görüşleri değerlendirildiğinde, üstünlük anlayışını doruğa çıkaran bütün faşist eğilimlerin, üstünlük ölçüsünü paranın merkezine yükleyerek onsuz kalanları köleleştiren kapitalizmin, üstünlük anlayışını kapitalizmin bireyinden devletin hakimiyetine geçirerek, insanı üstün devlet kabulü çerçevesinde köle haline getirme açısından eşitleyip bir başka ateş zulmü ortaya koyan sosyalizmin, ateş medeniyetinin ve kültününün türevleri olduklarını söylemek asla ve asla haksızlık olmayacaktır. Teslis inancıyla İncilin'in özünü tahrif edip değiştiren ve farklı bir üstünlük örgüsü oluşturan Hristiyanların, hem inanç hem de ırk olarak üstün olduklarını yine tahrif ettikleri Tevrat'a yazarak Şeytan'ın vahim bir şekilde aleti olan Yahudilerin ve benzer inanç ve düşüncelerin de, temellerinde ilahi bir başlangıç olsa dahi, yozlaştırılıp ateş kültünün bir parçası haline getirildikleri tarihin tanıklık alanındadır.

Oysa toprağın böyle bir iddiası yoktur. Toprak mütevazidir. Toprak bereketlidir ve üzerinde savaş bile olsa nimetini hiçbir taraftan esirgemez. Topraktan yaratıldığına inanan ve üstünlüğün ancak Allah'tan korkma ile gerçekleşeceğine kanaat getirerek her şeyine sahibine teslim olan insanların farklılıkları apaçık meydandadır. Çünkü insanî olan budur. Çünkü tüm canlılar için vicdanî olan da budur. Toprak tüm canlıların hakkını da koruyan büyük bir hazinedir. Topraktan yaratılıp sonunda yine toprak olacaklarına Hazreti Âdem ve Hazreti Muhammed ikliminde iman edenlerin dünyasında o nedenle, haksız yere bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek anlamına gelir. Oysa ateşin böyle bir endişesi yoktur. Önüne gelen her şeyi yakıp yıkar ve üstünlüğünü vurgulayarak kendisini ancak böyle tatmin eder.

Çocuklar ve gençlerin toprağı ve ateşi bu manada öğrendikleri gün…
Çocuklar ve gençlerin toprağın dilini öğrendikleri gün..
Çocuklar ve gençlerin toprağın kalbine inmeyi başardıkları gün..
Çocuklar ve gençlerin ateş medeniyetinden gelen aldatıcı ve gaflete sürükleyen oyuncaklara karşı bilinç kazanıp, onları tarihe gömdükleri gün…
Çocuklar ve gençlerin ateşin aldatan ve tüketen tarihinden ve kültüründen toprağın yeşerten büyüten kültürüne, irfanına geçmeyi başarabildikleri gün..
İşte o gün, toprağın ateşe yeniden galebe çaldığı ve yeryüzünün zulüm yangınlarını söndürdüğü gün olacaktır.
İşte o gün yeniden ufkuna yürüyeceğiz insanlığın.
Yarınlar toprağındır çünkü. Yarınlar Allah'tan hakkıyla korkanlarındır.



Nurullah Genç





Fikriyat.com

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.