Dünya Müslümanları neleri kaybetti?
Dünya nimetleri bazen bizleri şımartıyor. Hadsiz yapıyor. Başkalarını görmezden gelme haline sokuyor. En son kaybettiğimiz hasletlerimize bakalım:
1- Samimiyet: Eskiden daha hasbi idik. Samimiydik. Sözümüzde de özümüzde de birdik. Göründüğümüz gibiydik. Olmazsa olduğumuz gibi görünüyorduk. Bunu yitirdik.
2- İhlas: Allah içindi her şeyimiz. Başta böyle başlıyor ve böyle gidiyorduk. Bu böyle gitmese bile kendimizi tartıyorduk. Sonra ihlas tesbihimiz koptu. Taneler sağa-sola dağıldı.
3- Hakkı teslim etmek: Hakkı teslim ederdik. Şimdi hakkı teslim aldık. Yanlışımızı bize fısıldayana elimiz erse avucuna gümüş sikke yerleştirirdik. Beni uyardığın için derdik.
4- Kanaat: Bir değil, on mideyle doymaz olduk. Birbirimizin eline avucuna göz diktik. Kanaat sadece vitrindeki bir levhanın adı oldu.
5- Dürüstlük: Adama göre değil, göreve göre insan seçerdik. İnsanda dürüstlük, hakkaniyet temizlik arardık. Harama meyletmezdik. Kuru soğanı haram olan dünya hazinelerine tercih ederdik.
6- Tevazu: Kibirden, enaniyetten uzaktık. Mütevazı idik. Kendimizin hiçbir şey olmadığımızı bilirdik. Bize verilen her şeyin bir imtihan vesilesi olduğunun idrakinde idik. Kötü yoldaki insanlarda görülen bazı olağanüstü halleri -istidrackeramet zannettik. Öylesine kendimizi kaptırdık ki, savrulacağımızı ve savrulduğumuzu bilmeden öteki âleme geçtik.
7- En iyisi benim: Kendimizi, kendi uğraşı alanının en iyisi zannettik. Kibarlıktan, tevazudan zerre kalmadı. Her şeyi kendimize hak bildik. Başka kardeşlerimize bir gram fırsat vermedik.
8- İstikamet: Yolumuz ehli sünnet yoluydu. Kur'an ve sünnetten bir gram taviz vermezdik. Sonra kötü bir rüzgâr esti. Bizim toprağımıza, bahçemize, rüzgârımıza yabancı olan bir şeyler üremeye başladı. Bağı, bostanı, evi barkı bozdular. Bizim Allah'ın peygamberine olan sevdamıza, inancımıza, ihlasımıza göz diktiler. Bu çamur deryasında elbisesine necaset dokunanlar oldu. Temizlemediler üstlerini-başlarını hâlâ temizleyemediler.
Velhasılı kelam: Bizden öncekileri sadık ve kamil birer Müslüman eyleyen vasıflarımızın her birini bir istasyonda indirdik. Şimdi bir meçhule doğru gidiyoruz. Hızlıca. Hesapsızca. Dilerim yeniden kendimizi toparlarız. Hasbi oluruz. Rabbani oluruz. İhlasla donanırız. Takvaya meylederiz. Samimiyeti olduğu yerden kaldırın. Varlık içinde uzleti yakalarız.
***
DİNİ İRŞAD NASIL OLMALI
İslam dinini anlatmak işine tebliğ ve irşad deriz. Tebliğ ve irşad hem bilgilendirme ve hem de yaşatma alanını kapsar. Peygamber Efendilerimize emredilen de tebliğdir. İrşaddır ve beyandır.
Ancak dini en anlaşılır, en temiz ve en duru şekilde asli kaynaklarına uygun şekilde aktarma ciddi bir sorumluluk, birikim ve tecrübe ister.
Burada dini anlatacak, aktaracak veya yansıtacak kişinin -âlimin, tebliğcinin- manevi kalbi ve ahlaki açıdan kendini kontrol altında tutması gerekiyor. Bu olmadıktan sonra dini irşadın etki oluşturması, iz bırakması arzu ettiği sonucu alması mümkün değildir.
İslam'ı anlatacak kişilerin kendilerine hedef koymaları gerekir. Yakın veya uzak hedef. Bu bölgeden bölgeye, zamandan zamana, muhataptan muhataba değişir.
Bu anlamda stratejisi belli olmayan bir ilim adamı başarılı olamaz. Kalplerinde iz bırakamaz. Bilgilendirir belki ama değiştiremez, dönüşüm sağlayamaz. Düzensiz okunan - bir kitap ile böyle bir adam arasında hiç fark yoktur.
Hayatı boyunca PR'ından başka, itibarını korumak ve sağlamlaştırmaktan başka iş yapmayan birçok kişi var ki dine yük olmaktan, şer yollarını açmaktan başka hiçbir işe yaramamışlardır.
Zaten; küçük olsun bana ait olsun, gücüme dokunmasın zihniyetidir ki İslam'a kene gibi yapışan yanlış oluşumların yolunu açmıştır.
Sapkın birçok oluşumun, örgütün çökme sebebi de bu boşluktur. Evet, dini tebliğ ve irşadda, kitlelere ulaşmakta bilgilendirmede yeniden bir DİRİLME hamlesi başlatmak gerekiyor.
YENİ ENSAR, YENİ MUHACİR LAZIM
Hz. Mus'ab'ın (r.a.) Medine'ye gittiği gibi bir manevi ve irfani yürüyüş başlatmak lazım. Yüce Allah'a ve şanlı Resul'e uymayan bütün ağırlıklardan kurtulup Salim bir kalple yola çıkmak lazım. Enaniyeti, hasedi, çıkarcılığı, insan kayırmayı, düşmanlığı, önyargıyı bir kenara iterek; tenhada, kimsenin olmadığı yerde kalbiyle muhasebe ederek yola çıkmak lazım. Yolun düzgünlüğünden belki daha az önemli olmayan şey yolcunun sadakatidir. Mekke ve Medine işte orada devesiyle geçen bir Hz. Muhammed (s.a.v.) ve yanında en sadık Hz. Ebu Bekir (r.a.) olmadıkça Hicret olabilir mi?
Belki 'Fetihten sonra hicret' yoktur bu manevi çöküntüye bir göndermedir.
Yeni Ensar'a ihtiyaç var. Yeni muhacirlere ihtiyaç var. Minberde sarsıntı oluşturacak yüreklere ihtiyaç var. Gerisi, biz konuşur biz dinleriz.
***
İNSANLAR DİRİLTİLİRKEN
Bu dünyadan ayrılanlar mezar âleminde kıyameti bekliyorlar. Berzah dediğimiz bu mezar âleminde ya nimet veya sıkıntı içindedirler. Herkes hangi hali hak ettiyse öyle kalacak. Niyetlerine göre insanlar ölürler. Ve insanlar ancak niyetlerine göre diriltileceklerdir. Kabirlerinden öldükleri ve yaşadıkları hal üzerine dirileceklerdir.
***
ALLAH BANA SORARSA
Bestamlı Beyazıd diyor ki; Yüce Allah bana sual edecek; Kulum bana ne ile geldin? Ben diyeceğim ki Ya Rabbi senin hazinende olmayan dört şey getirdim. Yokluk, acizlik, zillet ve günah.
***
NÜBÜVVET AHLAKI
Hz. Enes (r.a.) diyor ki; Bir kadın efendimize bir şey danışmak istedi. Efendimize, size danışacak bir ihtiyacım vardır dedi.
Kadın ayakta kalmamak için -belki de yaşından dolayı yolun bir kenarına oturdu. Efendimiz (s.a.v.) de yanına oturdu ve kadının derdini dinledi. (Müslim, Ebu Davud)
Her bir muhtaca, ihtiyaca göre zaman ayırırdı. Kimseyi kırmazdı. Kadınerkek- çocuk- hür- hizmetçi ayırmazdı. Her dertlinin derdini dinlerdi.
***
DÖRT ŞEY MAHRUM EDER
Denilir ki insanı yoldan çıkarıp da Rabbinden mahrum eden dört hastalık vardır:
1- Kötü nefis 2- Şeytan 3- Dünya tutkusu 4- Kötü ahlak Zaten bu dört hastalığın olduğu yerde kişi manevi sağlığa kavuşamaz. Onun için de Rabbinden mahrum olur.
***
ALLAH'I SEVENİ GÖRMEK
Abdulkadir-i Geylani şöyle derdi; Allah'ı seveni görmeko kimse için- Allah'ı görmek gibidir. Allah'ın ermiş kulu o kimsedir ki; görüldüğünde insanın aklına Rabbi getirir.
***
NİYAZİ MISRİ'Yİ BULDURAN HAL
Denilir ki Niyazi Mısri bir gece garip bir rüya görür. Rüyasında bir tencere kalaycısını görür. Tencereyi kalaylayan kalaycı şöyle diyordu: Ben bu tencerenin Mısri gibi sadece dışını mı temizleyeyim! Niyazi Mısri uyanınca bu rüyadan etkilenir. Ve dinin sadece dış halden ibaret olmadığını, özün temizlenmesi gerektiğini anlayıp yolunun seyrini değiştirir.
***
VUSLAT NASIL OLUR?
Denilir ki Hz. Musa Yüce Rabbe melek vasıtasıyla sordu: Ya Rabbi sana vuslat nasıl olur. Yüce Rabbimiz şöyle buyurdu: Ya Musa, nefsini terk et seninleyim.
Nihat Hatipoğlu - Sabah
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.