Fatih ile Ayasofya, Mesih ile Vatikan!
Bazen mekanlar ve yapılar sahiplerine veya asli misyonlarına yabancılaşmaktadırlar. Sözgelimi Aytunç Altındal hazreti İsa kalksa veya dirilse gelse kendi adına kurulan Katolik Kilisesi veya havarileri adını taşıyan Vatikan'a süpürgeci olarak bile giremeyeceğini söylemişti. Çarpıcı, ötesinde garip ama doğru! Şok edici bir tespit ama gerçek. Hazreti İsa ete kemiğe bürünse ve içimize gelse ve kendisi adına faaliyet gösteren Vatikan'a müstahdem, hizmetçi ve süpürgeci vasfıyla girmek istese belki de mer'i kriterlere uymayacaktır. Tasvir ne kadar şok edici olursa olsun gerçeğe aykırı düştüğü söylenemez. Bir benzerini de Ayasofya Camii eski imam ve hatibi Mahmut Toptaş hoca söylemiştir. Güncel ve aktüel Ayasofya tartışmalarına bir katkı olarak kendisiyle yapılan bir söyleşi de aynen şunu söyleyecektir: Fatih gelse Ayasofya'ya parasız sokmazlar ama o geri almasını bilir!
Haçlıların 1099 yılında Kudüs'te Mescid-i Aksa'ya karşı yönelik eylemlerinin benzerlerini İstanbul'un İngilizlerin eline düşmesi sırasında ve sonrasında işgalciler de yapmak ister. Mütareke yıllarında Fransız işgal komutanı Franched J' Esperey Müslümanlara ve Türklere inat olsun diye Fatih Sultan Mehmet'i taklit ederek beyaz bir at üzerinde Ayasofya'ya gelmiştir. 22 Aralık 1919 Londra Konferansında Ruslar, İngilizler, Fransızlar ve Yunanlılar Ayasofya'ya çan takılmasını kararlaştırırlar. Ancak ufak bir sorun çıkar çanın renginde anlaşamazlar. Fatih'in öncesinde meleklerin cinsiyetini tartıştıkları gibi İstanbul'un düşmesi sırasında da çanın vasfında anlaşamazlar. Acaba Katolik mi, Ortodoks mu yoksa Protestan çanı mı takılsın diye aralarında çekişirler... Kendi aralarında anlaşamamaları karşısında İstanbul hücum taburu Komutanı Binbaşı Şükrü Oğuz Bey işgal kuvvetleri komutanına 'Eğer Ayasofya'ya çan takarlarsa Ayasofya'yı dinamitleyeceğim' deyince çan takmaktan vazgeçerler. Ama işgalin bin nişanesi, sembolü olarak Ayasofya'yı kapatma fikrinden vazgeçmezler.
Ayasofya için anlatılan bu tablo biraz fazlasıyla Haçlıların işgali altına giren Mescid-i Aksa için de geçerlidir. Haçlıların işgalden sonra ilk yaptıkları iş ezanı susturmak olmuştur. Aksa ve Kubbetü'l Sahra üzerindeki hilalleri indirmişler ve yerlerine haç dikmişlerdir. Mescid-i Aksa'nın bir kısmını atları için ahır haline getirmişlerdir. Mervan Namazgahını atları için ahır yapmışlardır. Mervan Namazgahında hala bugün o günlerin hatırasını taşıyan atların bağlandıkları sütunlara bağlı metal halkalar yer almaktadır. Muhammed Sahaf'in kullandığı tabirle uluc (ilic'in çoğulu) Haçlı gavurları ellerinde içki şişeleriyle Mescid-i Aksa'ya girmekte hatta içki şişesiyle birlikte minbere dayanmaktadırlar. Ama kimse kendinde karşı çıkma mecali bulamaz, itiraz sesi çıkartamaz. Kimse, ' ne yapıyorsun?' diyecek güce sahip değildir. Kemal Hatip'in ifadesiyle Haçlı işgalinden Siyonist işgale tarihten bazı yansımalar intikal etmiştir. Son sıralarda bazen gün boyu ezan kısıtlanmakta bazen de sabah ezanına kısıtlama getirilmekte ve camiye cemaat akışı engellenmekte veya sınırlandırılmaktadır. Onun ötesinde bazı Siyonist işgal askerleri Haçlı atalarının yaptığı gibi camiye çizmeleriyle veya botlarıyla girebilmektedir. İslam dünyası da olan biteni umursamaz bir biçimde seyretmektedir. Kemal Hatip gibi bazı samimi Makdisliler bu olan biteni yürekleri yanık bir biçimde izlemektedirler.
Demek ki tarih tekerrür halinde bulunmaktadır. Mısırlı Yazar Muhammed Celal Keşk bunun Mısır versiyonunu veya Ezher hikayesini yazmıştır. Deccal olarak tanımladığı Napolyon Bonapart muzaffer bir şekilde Kahire'ye girdikten sonra ilk yaptığı işlerden birisi atlarıyla birlikte o gün Camiü'l Ezher olarak anılan ilim yuvasına ve camisine girmek olmuş ve böylece Haçlıların sünnetini, geleneğini bir kez daha ihya etmiştir. Haçlıların Mescid-i Aksa 'ya reva gördüklerinin bir kısmını tekrarlamıştır. Muhammed Celal Keşk'in ilgili kitabının adı da ilginçtir ve konuyu bütün çıplaklığıyla yansıtmaktadır. 'Ve Atlar Ezher'e girdi (https://waqfeya.com/book.php?bid=7570 )' şeklindedir.
İşgallerle birlikte İslam dünyasındaki fetihleri temsil eden semboller olan camiler kuşatılmış; ya üzerlerine çan takılmış ya ahır yapılmış böylece fetih kimliği olma özelliklerinden arındırılmışlardır. Fetih camileri bağımsız olmadan üzerlerindeki toprakların bağımsız olması düşünülemez. Ayasofya ve Mescid-i Aksa gibi mekanlara vurulan prangalar bağımlılık ve boyun eğme sembolüdür. Romancı ve söz yazarı Paulo Coelho'nun deyimiyle herkesi veya her nesil kendi ve döneminin menkıbesini yaşamaktadır.
Mustafa Özcan
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.